20 Mayıs 2020 00:40

CHP’nin 16 maddesinde işçi nerede?

Kemal Kılıçdaroğlu

Fotoğraf: Binnur Ege Gürün Koçak/AA

Paylaş

Ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu haftalık CHP Merkez Yönetim Kurulu toplantısının ardından yaptığı basın toplantısında krizden çıkış için 16 maddelik bir öneri listesi açıkladı. İktidarın siyaset, sermayenin çalışanlar üzerindeki baskıları iyice arttırdığı bir dönemde ilan edilen bu liste hem siyasi hem ekonomik öneriler içeriyor. Öneriler herhangi bir mantığa göre sıralanmadığı gibi birbirlerine nasıl bağlandıkları da açıklanmıyor. Ben önerileri üç düzlemde sınıflandırdım:

Önerilerin bazıları somut politikaları dile getiriyor: Kamuda israfa son verilmesi (madde 1), yeni bir bütçe ve orta vadeli program açıklanması (madde 2), IMF’yle ilişkilerin netleştirilmesi (madde 16)

Somut politikalar muğlak bir popülist söylemi ifade ediyor. Makam araçları sayısı ve pahalılığı motifine odaklanan kamuda israf eleştirisinin listenin başında yer alması bir tesadüf değil gibi. İsraf eleştirisinin hem kamu maliyesinde disiplin isteyen burjuvazi, hem kamu yönetiminde “liyakat, ölçü ve görgü” talep eden orta sınıflar, hem de giderek yoksullaşan işçileri birleştiren bir talep olduğu düşünülebilir. Ancak geçmiş tecrübeler ışığında şu haliyle istenilen etkiyi yaratacak bir söylem olduğunu zannetmiyorum. 

Uzunca tartışmak lazım fakat kısaca: Aralarında çıkar çatışması ve içlerinde rekabet olan sınıfları görünüşte çok basit ve somut ama aslında gayet soyut başlıklarda bir araya getirmek söylem değil eylem düzeyinde gerçekleşebilir. Bu açıdan israf eleştirisi muhalefetin hamle değil, savunma pozisyonunda olduğu izlenimini veriyor. IMF meselesi de bu izlenimi güçlendiriyor: Ana muhalefet gerçekten IMF’den çıkmamızı savunuyor mu, yoksa “Madem karşısın o zaman çık da görelim” gibi bir blöf mü çekiyor? Açıklama net değil ancak benzer bir tavrı muhalefete yakın basında boy gösteren bazı ekonomistlerde de görmek mümkün. Bu “Yap da görelim” tavrı bütçe ve program eleştirisindeki “Bak nasıl da yapamadın” tavrıyla uyumlu. Bütçe ve programın ne işe yaradığı belli değil. Bütçe de program da kimi ekonomik çıkarları önceler, kimini öteler. Yani: İyi güzel bütçe de nasıl bütçe?

Bazı öneriler de yeni yasal ve kurumsal reformlar öneriyor: Kamu İhale Yasası’nın yeniden düzenlenmesi (madde 7), TBMM’de kesin hesap komisyonu kurulması (madde 8), ulusal vergi konseyi (madde 9), stratejik planlama teşkilatı (madde 15), 

Yasal ve kurumsal reformlarda en önce Kamu İhale Yasası’nın ele alınması herhalde kimse açısından bir sürpriz olmamıştır. Ancak kamu maliyesi şeffaflığı ve katma değer üreten bir ekonomi planlaması gibi teklifler aslında Derviş reformlarının ötesinde bir şey vadediyor mu? Anayasal teklifler içinde sınıflandırdığım özerk kurumlar vasıtasıyla yönetişim modeliyle beraber ele alındıklarında bu tekliflerin aslında dünyada da giderek dağılmakta olan 2000’li yılların kurumsal neoliberalizminin sınırları içinde kaldığı görülüyor. Önceki yazılarımda ele aldığım gibi ekonomi yönetiminin teknikleştirilmesi, ekonominin siyaset alanının dışına çıkarılması ne ekonomik sorunları engelleyebildi ne de demokratikleşmenin önünü açtı. Kısaca özetlemeye çalışayım: İşçilerin sendikalar, çiftçilerin kooperatifler aracılığıyla karar süreçlerine dahil olduğu ekonomik model 1980’lerden itibaren “popülizm” olarak damgalandı ve tasfiye edildi. 1990’ların ortalarından itibaren (Bilhassa Endonezya’daki IMF karşıtı ayaklanmada) geniş toplumsal kesimleri dışlayan neoliberal politikalar gözden geçirilirken özerk kurumlar öne çıkarıldı ve dışlanan kesimler yeni sosyal politikalarda paydaş olarak yeni modele dahil edildi. Bugün AKP’ye atfedilen kliyentalist pratikler aslında bu modeli uygulayageldi. Nitekim siyaset bilimci Kurt Weyland daha 1999’da Latin Amerika ve Doğu Avrupa’daki modelleri “neoliberal popülizm” diye tanımladı. Bugün 1990’larda olduğu gibi küresel çapta uzlaşmaya varılmış bir “ekonomik model” yok. ABD’de, AB’de merkez bankaları dahil olmak üzere özerk kurumların işlevi ve kapasiteleri giderek tartışmalı hale geliyor. CHP yönetimi bu tartışmaları izliyor mu bilmiyorum ancak kurumları ekonomi politikasının ilkelerine göre tasarlamak, bu ilkeleri belirlerken de geleceğe bakmak lazım.

Liste içindeki bazı maddeler ise anayasal tekliflere denk düşüyor: Yerel yönetimlerin kayyum uygulamaları ve engellemelere karşı korunması (madde 3), kamu personel rejiminde liyakat sistemi (madde 4), Sayıştay denetiminin etkinleştirilmesi (madde 5), özerk kurulların güvence altına alınması (madde 6), Ekonomik ve Sosyal Konseyin çalıştırılması (madde 10), yargı bağımsızlığı (madde 11), düşünce, ifade, örgütlenme ve basın özgürlüğü (madde 12), seçim barajının kaldırılması (madde 12), siyasi ahlak yasası (madde 14)

Anayasal teklifler içinde en göze çarpan yeni bir yerel yönetim yaklaşımının geliştirilmesi. Koronavirüs salgınının CHP’nin yerel yönetimlere ilişkin pozisyonundaki değişimi hızlandırdığı görülüyor. Ancak hâlâ 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’ndaki özerklik ilkesini tartışmaya açmıyor. Sendikal haklar konusunun Ekonomik ve Sosyal Konseye atıfla geçiştirilmesindeki gibi CHP bu konuda ilkeler düzeyinde bir tartışma yürütmüyor. Halbuki toplumu seferber edecek hamleler ancak böyle ilkeler etrafında yapılabilir. Ekonomik krizden çıkış önerilerinde yakın tarihinin en zor günlerini yaşayan işçi sınıfı yok. “Başka toplumsal gruplar da yok” diye itiraz edilebilir elbette. Ancak buhrandan çıkış teklifinde toplumsal sınıflardan söz etmeyen bir program kime, ne fayda sağlar? Sol için çıkış olur mu? Nitekim bu haliyle teklifler muhalefete yön verecek bir hamleden ziyade iktidarın siyasi saldırılarını savuşturmaya çalışan bir savunma refleksini andırıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...