17 Mayıs 2020 00:12

Radyonun lambası

Fotoğraf:Pixabay

PAZAR
Paylaş

Nâzım ile Ritsos birbirlerini okuyan ve seven iki şair olarak yaşadı. Prag’da karşılaştıklarında unutulmaz bir dostluk ve sevinçle kucaklaştılar. Radyo’da programa katıldıklarında “İlkin Ritsos’a sorun soruyu, hem yaşı benden küçük, hem de şiiri benden büyük.” demişti, Nâzım. “El değmemiş, çocuksu bir yanı vardı,” diyor Ritsos da Nâzım için ve ekliyor “çağımızın en büyük ozanlarından biriydi.”

Bir başka zaman, bir başka radyo. Yola koyulup Budapeşte’ye giden Nâzım davet edilmesi üzerine kent radyosuna konuk oldu, Türkçe Yayınlar Servisi’nin edebiyat programında sorulan soru üzerine şunu dile getirdi, yıl 1955: “Şimdi size söyleyeyim, mesela benim bavulumda neler var. Bir defa tabii Orhan Veli var. Öyle sanıyorum ki Orhan Veli bizim en güzel şairlerimizden biri. Çok genç öldü, yazık oldu. Ama ölümsüz…”

***

Ercümend Behzad’ın “Açıl Kilidim Açıl” kitabının ilk baskısı 1940 yılında yapılmış. Bendeki 2. baskı tabi, Yeditepe Yayınları 1965 yılında yapmış. “Analar çocuklarını düşünüyor/ Ağaçlar meyvalarını/ Bir şarapnelle kaydırak oynuyor ufaklar// Ve bir İspanyol tangosu radyoda/ Söyleyen kız/ Geçen yıl kurşuna dizilmişti” Ercümend Bezad ki Ankara’nın ilk radyocularından biridir. Programında çalmak için arkadaş evlerinden plakları toplayıp radyoya götürür, bazen de çalmaya zaman bulamadığı için iade etmek zorunda kalırmış.

Çocukluğumda en çok arkası yarın dinlemeyi severdim radyoda. Orada başka bir dünya olurdu çünkü. Rüştü Asyalı, Metin Serezli, Nevra Serezli gibi sesler büyüleyici gelirdi bana. Hatta bir gün tam da bizim kasabada geçen bir arkası yarına denk geldiğimde inanamamış, sonraki bölümlerini iple çeker olmuştum. Ümit Kaftancıoğlu, köyünden çıkıp Cilavuz Öğretmen Okulu’na geldiği zamanları, yolda başından geçenleri, okul günlerini yazmış ve bu da radyoda arkası yarına uyarlanmıştı. Sokakta dolaşırken radyoda adı geçen insanları karşımda gördüğümde şaşkın bir mutluluk yaşadığımı duyumsuyorum. 1970 TRT Büyük Ödülü alan “Dönemeç” kitabının aynı adlı öyküsünden bahsediyorum. İşte orada, fırının önünde Çollo Dayı, okulun tavlasında Ayvaz Dayı.

Serdar Koçak’ın kitaplarından birinin adı “Ben Napoli Radyosu”. “Son Yaz Sokaklarında” başlığı altında dokuz kitaptan oluşan serinin ikinci kitabı. Sınırsız bir genişlik ve fena bir girizgâh. Franko ile bir hayli atışıyor kitap boyunca. Olaylar ve ısrar. Her neyse Havna pürosu içer, annesinin söylediklerine, sanatoryumlara ve yakışıklı olduğuna inanır. “Ben Napoli radyosu tam özerk.”

Açık Radyo hayatımızdaki radyo açığını sezdirmeden ve gözümüze sokmadan bir hayli kapatıyor. Ben özellikle hafta içi sabah yayınlanan Açık Gazete programını takip ediyorum. Bazen çok can sıkıcı haberlerde bile gülümsediğim oluyor çünkü yakın geçmişte değişmiş olmasına rağmen iki sunucunun aralarındaki paslaşmalar haberin kasvetli havasını kırıyor. Cumartesi sabahı yayınlanan Agos Saati’ni kaçırmamaya çalışıyorum, içeriği ve müzikleri inanılmaz. “Sımoğlu Süleyman Kıssası” kitabı Ve Yayınevi’nden çıkan şair M. Bülent Kılıç aynı radyoda Farsi dünyanın müziğinden çok güzel şarkılar katardı hayatımıza.

“Dilsel ileti bir yana konduğunda saf görüntü kalır geriye (etiketler küçük ögeler olarak onun parçası olsa da). Bu görüntü hemen süreksiz bir göstergeler dizini sunar.” Barthes diyor efendim. “Görüntünün Retoriği, Sanat ve Müzik” kitabında diyor.

Kıbrıs’ta doğup yaşayan ve kendimi bildim bileli orada gazetecilik yapan sevgili dostum Cenk Mutluyakalı, meşhur Annan Planı dönemini anlatırken radyoya dair çok güzel şeyler yazmıştı. “O dönem her sabah radyo programı yapıyordum ve her şey çok samimiydi. İnsanlarda bir ‘görünme’ hissinden çok sesini duyurmak duygusu vardı. Görüntü, gösteriş ortadan kaldırıyor sahiciliği, ‘süslenmek’ başlıyor, ‘gösteri’ büyüdükçe samimiyet kayboluyor.”

“en içli ve uzun havaların içinde yol/ radyoevi düşlerine sızıyor annemin” böyle diyor “Annemden Hüzün Genleri” kitabının aynı başlıklı şiirinde Umut Çetin, bir figanı nasıl paylaştığını sezdiriyor dizelerinde bize. Darbe günlerini anımsayın, tankın başına geçen ilk olarak radyoevini işgale giderdi, oradan bildiriyi okutmak önemliydi zira. Şair burada uzun hava bir kederden yola çıkıp annesine ulaşıyor bana kalırsa; tankı topu, apoleti ve paşaları işin içine sokmanın ne anlamı var ki?.

Değişmeyen gelenekler zamanla TV ekranlarına taşındı. Paşalar bir zaman ekran merakıyla okudu bildirilerini. O günleri en iyi Ahmet Oktay “Gizli Çekmece” kitabında anlattı belki de…

Neşe Yaşın yıllarca radyo programcılığı yaptı. Kıbrıs’ın güneyinde Rumca yayın yapan PIK radyosunda 41. Oda adını verdiği kültür sanat programı sundu. Çantasında daima kayıt cihazları falan zımbırtılar olurdu, ağırlığına rağmen taşırdı yanında. Benimle de bir program yaptı Taksim’de ve hatırı sayılır bir telif verdi 2001 yılında, meğer kendi alacağını “telif” diye benimle paylaşmış, bunu yıllar sonra söyledi. O telifi bozdurup Ahmet Erhan’ın Ülker Sokak’taki evine gittiğimde nevalemiz sağlımdı… Devlet radyosundan Komünist Parti radyosuna, ASTRA’ya geçen Neşe orada da “Barış Bahçesi” adlı programı iki yıl sürdürdü.

Mehmet Ergün ile telefonda konuşurken radyo tiyatrosu dinlediğini söylemişti. O konuşmadan sonra aklıma düştü bu yazı. Yazarken radyo tiyatrosu dinledim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa