08 Mayıs 2020 23:23

Dünyanın karanlık tarafı

Fotoğraf: Netflix 

Paylaş

Bazı işler, yaratıcılarının iradesinden ve planlamasından bağımsız olarak çok doğru zamanda kendilerini gösterirler. Bu zamanlama onların normal şartlar altında göremeyeceklerinden daha fazla ilgiye mazhar olmasına neden olur. Kısa süre önce Netflix’te yayımlanmaya başlayan “Into The Night” dizisi de böyle yapımlardan.

Belli ki içinden geçtiğimiz salgın günlerinden çok önce tasarlanmış ve çekilmiş ama şu an yeryüzündeki milyarlarca insanın kolaylıkla empati kurabileceği bir hikayesi var. Brüksel’de bir havaalanında açılıyor perde. Pek de güven vermeyen rütbeli bir asker, havaalanındaki güvenlik görevlilerinden birisinin silahını gasbederek bir uçağı kaçırıyor. Uçak yolcularını tam olarak almadığı için fazla dolu değil. Hatta kaptan pilot bile dışarıda kalıyor. Sevdiği erkeği yakın zaman önce kaybetmiş eski bir ordu pilotu olan Sylvie, güven sorunları yaşayan Yardımcı Pilot Mathieu, karanlık birisi olduğu her halinden belli Ayaz, ezik Rik, Sağlık Görevlisi Laura ve birkaç kişi daha bu uçağın içinde bulunuyor. Uçağı silah zoruyla havalanmaya zorlayan Asker Terenzio’nun haklı bir gerekçesi var.

Güneş ışınlarında bir değişim olmuştur ve değdiği bütün canlıları öldürmeye başlamıştır. Haliyle kahramanlarımızın olduğu uçak sürekli havada olmalı ve dünyanın karanlık tarafına doğru yol almalıdır. Sürekli batıya doğru hareket eden uçağın içindekilerin önce bu duruma inanmamaları ve giderek ikna olmalarıyla şekillenen hikaye, özellikle Laura’nın dediği gibi, “İktidarı tehlikeye düşmüş beyaz adamların” rekabetiyle ortaya çıkan sorunların aşılmasına dair aynı zamanda. Yolculuk ilerledikçe varılması gereken bir hedef, sığınak olduğu ortaya çıkıyor ve karakterlerimizin bir yandan birbirleriyle rekabet ederken, diğer yandan da bu hedefe ulaşma çabasını izliyoruz.

Altı bölümlük “Into the Night”ın bütün bu süre boyunca iyi bir tempo yakaladığını, merak ve gerilim unsurlarıyla seyirciyi avucunun içine almakta maharetli olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Özellikle Mathieu, Terenzio ve Ayaz arasındaki ‘erkeklik/ iktidar’ geriliminin inşasının da dikkate değer olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik bu iktidar mücadelesini yalnızca erkeklik üzerinden değil, Avrupa’da güncel siyasetin parçası haline gelen kimlik meseleleriyle de harmanlıyor. Terenzio ile Ayaz arasındaki İtalyanlık-Türklük geriliminden, Polonyalı teknik ekip Jakup, Faslı Osman’ın ‘öteki’ hallerine kadar Avrupa’nın egemen ulusları ve diğerleri arasındaki gerilimi de görmek mümkün perde arkasında… Bir anlamda bu tür ‘survivor’ hikayelerinde karakterlerin değişim yaşaması, ancak dayanışma ile ayakta kalacaklarını anlamaları gibi genel anlatılara fazla prim vermiyor. Dünyanın sonu gelmiş olsa bile insanların birbirlerine karşı ön yargıları değişmediği gibi, insanlar da o kadar hızlı değişmiyor zaten!

“Into The Night”ın hikayesi gereği sürekli karanlık atmosferde geçmesinin, aksiyonların büyük bölümünün içinde gerçekleşmesinin klostrofobik bir yanı da var. Hele de insanların evlerine kapanmak zorunda kaldığı bir dönemde, böylesine ‘dip dibe’ ve kapalı bir ortamda geçen dizinin etkisi de artıyor.

Dizi öte yandan ’70’li ve ’80’li yıllarda çokça örneği olan ‘uçak korkusu’ filmlerine de bir saygı duruşu olarak görülebilir. Uçak kaçırma, uçağın arızalanması, kaptana bir şey olması ve yolculardan birinin talimatlarla uçağı indirmek zorunda kalması gibi temalar üzerinden şekillenen bu filmler bir süre sonra ortalıktan kayboldu. “Into the Night”, uçak kaçırmadan motor arızasına, kaptansız kalıp yolculardan birinin direksiyona geçmesine kadar her türlü uçak filmi klişesini ve gerilimini de barındırıyor meraklısı için…

Bitirirken dizideki Türk karakter Ayaz’a dair birkaç şey söylemeden geçmeyelim. Tabii ki “Türkleri yanlış gösteriyor, biz kadın ticareti, elmas kaçakçılığı yapmayız” demeyeceğim. Aksine bunları çok gerçekçi buldum… Böylesine uluslararası bir işte (hem işin kendisi hem karakterler açısından) Türkiyeli bir karakterin yer alması Netflix’in verdiği öneme dair bir gösterge olabilir kanımca. Yakın dönemde gösterime giren “Aşk 101” dizisi, hayata geçirilmeye çalışılan çeşitli projelere dair duyumlar Türkiye’ye ilginin daha da artacağını gösteriyor.

Umarız bu ilgi zaten yeterince bol olan, diğerlerine göre fazla kaynak sıkıntısı çekmeyen dizilerle sınırlı kalmaz. Netflix’in belgesel sekmesi, diğer içeriklerle karşılaştırıldığında en iyisi kanımca. Türkiye’de de kaynak bulmakta zorlanan belgesellere ve uzun metraj kurmaca filmlere kaynak aktarılmasının vakti gelmiştir belki de.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...