03 Mayıs 2020 00:02

Damacana suçsuzdur!

İstanbul'da kadınlar Kadıköy'de toplandı

Fotoğraf: Evrensel

PAZAR
Paylaş

İmkanı olan evde, dükkanlar kepenk indirdi, işsizlik kol geziyor. Dolaplar boş, günlük 39 TL ile imkanı olmayan binlerce insan da evde.

Dört duvar arasında uzun süre kalınca ev insana batıyor. Yamuk duvar, kırık parke, lekeli tavan, koltuğun yeri, mutfak dolabının asimetrik kapağı, ampulün birinin sarı birinin beyaz olması göze batıyor.

Ev, insanın hiçbir şey yapmadan da ne kadar yoğun yaşadığının ispatı.

Dip temel temizlik diye bir şeyin ömrü kelebekten kısa.

Yerlerde saçlar, kıllar, öbek öbek tozlar, halının üzerinde biteviye iplikler, ne idüğü belirsiz renkli noktalar, dolap kapaklarında yağ izleri, ocakta da hakeza.

Günde 3 öğün yense, her bir hazırlık en az 1 saat, yemeği yaptın tezgahı sil, bulaşıkları toparla, sofrayı kur, sofrayı topla tezgaha götür, bulaşıkları yıka, tezgahı sil. O mutfak bezlerinin dili olsa da konuşsa, bir günde kaç kere sıkılıyor boğazları, kaç kere seriliyorlar lavabo önüne, bir oh diyemeden al yeniden git bu sefer masayı sil.

Çay demle, kahve pişir, meyve soy, koltukların örtüsünü düzenle. Çamaşır bitti as, önce kuruyanları topla, ütüle, kaldır şunları yatağın üzerinden, uzanacak olan var o yatağa.

Televizyonun tozunu al, hava alacağız balkonu yıka, kolumu koyuyorum demirlere, burayı da ıslak bezle bir geçsene.

Şuraya bir şey dökülmüş yapış yapış, paspası al gel. Bardak kırıldı her yer cam, faraşı kap getir. Camları sileceksen perdeleri de bir makineye atmak gerekir. Kuşlar cama gelince sevindirir de pervaza pislemeseler keşke.

İçeceğin sadece su, her seferinde ayrı bardak kullanmak niye? Evde sürekli bir musluk sesi, yıka yıka bitmiyor.

Evde sonsuz bir döngü, sessizlik hak getire. İnsan düşüncelerini toparlayabilecek an bulamıyor.

Yalnız yaşayanlar bile hakkını teslim etmiştir evin çaldığı zamanın ve emeğin.

İş hayatında mobbing yeni bir kavram değil artık, kötü muamele ve hakaret, ayrımcılık, iyi yapılmış bir işi subjektif kötüleme, görev yeri değiştirme.

Peki ya evdeki emekçiye yapılan mobbing? Kaç evde söyleniyor kadına şu sözler?

İki saatte tane tane sarılan sarmaları beş dakikada tıkınırken: “Epi topu bu kadarcık mı, devamı yok mu bunun?”

“Yine mi kuru pilav yaptın, kalk çay koy kahvaltılık bir şeyler çıkar canım artık bunları çekmiyor.”

“Silsene şu lambanın tozunu, çek bir sandalye, çık üzerine çok mu zor?”

“Az öte git ayağımı uzatacağım buraya ben.”

“Bırak elinin hamuruyla sen karışma anlarmış gibi televizyona yorum yapıyor, sana ne?”

Bütün gün süpürgeden kadının beli kopmamış gibi, koymuş adam göbeğine kaseyi, oraya denk getirmeye çalışarak ama çok da kasmayarak çekirdek kabuklarını tükürüyor.

Ev emekçisinin emeği görünmez, kadri bilinmez, takdiri, terfisi yoktur.

Çalışan kadın için de aynıdır durum. Çoğu kadının aldığı maaş, temizlik işine bir destek almaya yetmez. Hem tam zamanlı hatta fazla mesaili iş, hem de ev emekçiliği eklenir.

Velev ki yetti, toplum yine dayatır bazı hassasiyetleri. Temizliğe yardıma gelen çok da dağınık ve pis görmesin diye önden bir toparlanır, silinir. Ya da öyle yoğun çalışıyor ki diyelim, bunu da yapmadı. Evdeki desteği yönetmek de kadının işidir.

Her çalışan kadın, işyerinde hiçbir kıdemi olmasa bile evde, sorumluluk verilip yetki verilmeyen bir yönetici gibidir. Eksiklerden ve hatalardan o sorumludur, iş planı ondadır. Dolmanın yanına yoğurt az gelirse “E evde yoğurt yok neden dolma yaptın?”

“Çamaşır deterjanı bitmiş sen dün markete gittin de neden almadın?”

“O kadar para veriyoruz, benim gömleklerin kollarında hep çift çizgi oluyor ütüde, söyle o kadına...”

O kadın dediğin de bizden, kadın dediğin bilir bir günde bütün evi silip süpürüp üzerine yapılan onca ütüden alınabilecek maksimum performansı. Temizlik desteğine gelen kadın insan değilmişçesine “Söyle o kadına” diye buyurulur evdeki diğer kadına. Kardeşi kardeşe kırdırmak misali.

Çocuğun veli grupları kadınlardan oluşur, bir-iki erkek kaynar araya bazen. Çok takdir alırlar çevreden. Ne kadar da ilgili baba. WhatsApp mesajlarını almayı kabul etti en azından.

Çocukların doğum günlerini anneler yapar, evde pasta masta ayarlar. Okuldaki görüşmelerde çocuk yaramazsa elleri önlerinde dinleyip çocuğu namına öğretmenden özür diler, çocuğuna “Baban duymasın” diye tembihler.

Baba duyarsa evde gerilir sinirler.

Ev insana batıyor, insan insana batıyor evde.

İzolasyonun ilk gününden beri uyarıldı merciler: Evde kadına şiddet artacak. Kadının bir nefes alımlık zamanı vardı adamlar evden uzaklaştığında, o kalkacak. Kadın yalnız kalamayınca derdini anlatacağı insanlara da ulaşamayacak.

Sağlıkçı bir arkadaşla görüştüm. Sabaha karşı bir kadın getirmişler acile. Karnından bıçaklanmış.

Ameliyata alıyorlar acilen, öyle derin bir yara. “Damacanayı açarken bıçak kaydı, karnıma girdi” demiş beyanında.

Başka da söz çıkmamış ağzından. Anesteziden uyanırken, insan ne söylediğini tam bilemez, bilinçaltı dile gelir. Uyanırken “köpekler” diyormuş mesela.

Hocasına gidip iletmiş durumu. Hoca üstat, elinden geçen vaka sayısı inanılmaz.

Demiş ki: Bunca senedir ailesinin acile getirdiği vakalar arasında, bıçaklanan ya da darbedilen kadın görmedim ben. Hep kendileri yüzündendir. Ayağı halıya takılır, bıçak da yere düşmüştür ve ne hikmetse dik durur. Merdivenden yuvarlanmıştır, kapının kulpuna gözünü çarpmıştır, pervazın mermerine başını, yoldan geçen birinin sigarası değivermiştir, şansa hem de birkaç defa. Hep görünmez kazadır.

Bunlar olurken, hastanede görev yapan polis, vaka adli mi değil mi diye sorgularken, acaba aileyi dışarı çıkarmakta mıdır?

Kadınların, talihsizliğin daniskası senaryoları acemice yazmaya çalışmaları, onu koruyabilecek, güven veren bir merci olmadığından mıdır? Eve birlikte dönecek olma, parasız ve açıkta kalmakta, çocuklarından ayrılma korkusundan, ölümdense yaraya razı olmaktan mıdır?

Nedir işleyiş mesela? Damacana mıdır bıçaklayan, kapının önünde elleri cebinde bekleyen adam mı? Birini koridorda, birini kimseler yokken hasta odasında çapraz sorguya alsalar gerçekler ortaya çıkmaz mı? O kadın bilse ki hastaneden çıktığında, bir sığınmaevinde, çocukları da yanında olacak şekilde, güvenli ve huzurlu bir hayat bekliyor kendisini, yine de damacanayı itham eder miydi?

Yabancı bir kamu spotu var. Kadın acil yardım hattını arıyor:

- Merhaba, bir pizza söyleyecektim.

- Şu an zor durumdasınız ve rahat konuşamıyorsunuz değil mi?

- Evet

- Darbedildiniz mi?

- Evet biber de olsun

- Açık adresinizi alır almaz polisi yönlendiriyorum. Sizin bir ambulansa ihtiyacınız var mı?

- Hayır acı olmasın. Teşekkürler, adresi veriyorum.

Burada kadının panik anında soğukkanlı olup böyle zekice bir diyalog gerçekleştirmesine güvensek, karşı tarafın anlayabileceğine güvenemiyoruz.

Eve gelen polisin “Karınıza şiddet uygulamışsınız, bizi aradı” deyip sonra çekip gitme ihtimali dehşet verici.

Öyle çok kadının ölümünden sonra ortaya çıktı ki “Yalvarırım beni koruyun” dilekçeleri.

İstanbul Sözleşmesi’ni bir kez daha anarken, olması gerekenleri şöyle bir sıralamak isterim.

Kadınlara özel bir destek hattı ve telefonun karşısında eğitimli bir ekip.

Bu telefon hattına dair bilgilendirmelerin, televizyonlarda reklam edilmeden, umumi kadın tuvaletleri, kadın giyim kabinleri, kadın pedlerinin paket içleri gibi yerlere konulması.

Emniyet içerisinde bu durumla ilgili eğitimlerin verilip, ayrı bir ekip kurulması.

Kadın sığınmaevlerinin çoğaltılması, kadınlara yaş gözetmeden çocuklarıyla birlikte sığınma hakkı tanınması (Çoğu kadın yavrusundan ayrılmamak için çekiyor bu acıyı) kadın emeğinin değerlendirilmesine yönelik çalışmaların artırılması, kadına sığınmaevinde ekonomik bağımsızlığını kazandırabilmek.

Ve şiddet uygulayan erkeği gerçek bir adaletle yüzleştirmek.

Bir alternatif telefon konuşması senaryosu yazıyorum aklımdan. Telefonun ucunda bir uzman olsun.

Kadının pes ettiği noktadayız, evde ped poşetinden çıkan ufak broşürde gördüğü numarayı aramak istiyor ama adam evde, banyoda konuşsa yankı yapar, başka yerde konuşurken yakalansa olay çıkar.

Broşürde “Biz sizi yönlendireceğiz, herhangi bir anda arayabilirsiniz, en sık görüştüğünüz numarayı arar gibi konuşun” yazıyor.

- Alo, Semahat Yenge

- Merhabalar, kadın dayanışma hattındasınız, bize bir yemek tarifi sorun, çaktırmayın, size yapılması gerekenleri anlatacağım.

- Sen düğün çorbasını nasıl yapıyordun onu soracaktım.

- Artık tarif dinlediğinizi düşünüyor, sorularıma evet ya da hayır diyebilirsiniz. Şu an yaralı mısınız?

- Evet

- Bir ekip göndereceğim. Yoldan geçen yaya devriye ekiplerinin sesleri duyması üzerine geldik diyecekler. Sizin aradığınızı bilmeyecek. Olay bugün içerisinde mi oldu?

- Evet

- Polislere sizi şahit gösterip, bir sorun yok, karım burada, şikayetçi değil diyecektir. Korkmayın, ekip bilgilendirildi. Siz, onun yanında şikayetçi olduğunuzu söylemek zorunda değilsiniz. Ne derseniz deyin ifadeye götürülecek. Ambulans ihtiyacınız var mı?

- Yok.

- Şimdi size Semahat yengeniz olarak ev turşusu kargolamak için ısrar ediyorum. Açık adresiniz gerekli. Telefonda gerek yok yollama turşu sen diye önce nazlanıp sonra tamam sana masraf olmayacaksa yolla bari deyin ve adres verin...

Sonra adam ifadeye alınır. O gözaltındayken eş zamanlı olarak bir ekip kadın ile görüşmeye gider. Gerçek ifadesini alabilmek için. Yanlarında bir sağlıkçı ile birlikte. Burada hukuk devreye girer. Adam mahkemeye sevk edilir. Tutuklama çıkarsa kadın “kadın emeği dayanışması”na dahil edilir. Ekonomik destek yanında istihdam çalışmaları başlar.

Yeni bir sayfa açılır. Tutuklama kararı çıkmazsa kadının talebi üzerine sığınmaevine alınır.

En kötücül senaryo: Diyelim kadın art niyetli, kocasını boşa ihbar etti.

Darp izi yok, şüpheli hal yok. Adam karakoldan eve gelecek. Buradan sonrası iki taraf için de kötü olabilir.

Önlem: Kadın haftada 2 kere aile sağlık merkezinden alacağı “Darp belirtisi yoktur” raporunu karakola ibraz etmek zorunda.

Bu kural hem kadını şiddetten koruyacak hem de uygulamayı suistimal edilmekten.

Şimdi bu yazıyı okuyunca, “Hangi ülkedeyiz o hooo hayal bu” diyecek bana bazıları.

Hiç de değil aslında.

Liyakat temelli kadro kurulmasına bakar. Gençler işsiz, gençler mana arayışında.

Al sana dünyanın en manalı istihdam şansı. Polis olmak istemeyip şu işi yapmak isteyecek iyi üniversite mezunu öyle çok işsiz insan var ki.

Devlet üretimden elini çekeli seneler oldu. Kadın emeği denilince herkesin aklına nakış işlesin, takı yapsın geliyor. Oysa özel sektörün üretim bantlarında milyonlarca kadın çalışıyor.

Bir Diyanet İşleri Başkanının hususi aracına ödenen parayla konserve fabrikası kurulabiliyor mesela. Kur bir fabrika, atölye. Etrafına özel koruma. Sığınma evlerini gezen bir servis ağı. Halk bilsin o marka devletindir, ürünleri yeni bir hayat kurmaya çalışan kadınların emeğiyle üretilmiştir.

Sığınmaevi fabrika kârıyla ile illaki döner. Orta uzun vadede yatırım maliyetini çıkarır, kâra bile geçer.

Ama dersen ki ben illa sadaka kültürümü dayatacağım, kadını kurtaracaksam da kendime bağımlı kılacağım.

Sığınmaevleri inşası ve bağışını vergiden düşme imkanı tanı, hatta buna bağlı bazı teşvikler icat et, vergisini taksitlendir, yapılandır, faizini bu koşulla kısmi affet, sermayenin sosyal sorumluluğa ayıracağı bütçede göz kamaştıran fırsatlar sun.

Devlet olarak elini taşın altına koyamayacaksan al en liberal bakış açısıyla böyle yap. Ama yeter ki hemen, acilen bir şeyler yap.

Biz ne yapacağız?

Biz mahallemizde yepyeni bir etik duvar öreceğiz şiddete karşı.

Kulaklarımız bir tazınınki gibi dimdik, hiçbir çığlığı başıboş bırakmayacağız.

Ardında dağlar devrilen bir kapıya tek başına dayanmak fazla yürek işi, üstelik tehlikeli. O yüzden işte dayanışma şart, nümayişe boğacağız mahalleyi.

Bir çığlığa camlardan fırlayan kırk kişinin bağırışı eklenecek. Muhakkak ekip istenecek. Kimse polise “Ben kadının dayak yediğini duydum” derken de yalnız olmayacak. O ekipler de mahallenin önünde işlem yapmaya mecbur kalacak.

Ha moral bozan durumlar da elbet olacak.

Kadın kapıyı açıp mesela, aile arasında tartışıyoruz, size ne? diyebilir.

Gerçekten şikayetçi de olmayabilir. Kavgada baskın taraf bile olabilir belki de duvara bardağı atan odur.

Ama işte bu etik duvara herkes toslayacak. Ev içi huzur ancak böyle gelecek.

Hiçbir ev içi şiddetin haklı bir açıklaması yoktur. Herkes eline, diline hakim olmayı öğrenecek.

Mahalle baskısı denilen şeyi bir kez olsun hayra döndürelim.

Bırakın arkamızdan “Deli galiba, ortalığı velveleye verdi” desinler, mevcut düzen akıllı işi sayılıyorsa, akıl damacananın suçluluğuna ikna oluyorsa, ver delilik bayrağını biz taşıyalım.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...