19 Nisan 2020 00:43

Aynı dolap dönüyor: Duruma uygun mağdurları piyasaya sürün!

'İstismar suçtur aklanamaz' yazılıı döviz tutan kadın.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

PAZAR
Paylaş

İkizlerim doğmadan önce ben de onlara mektuplar yazmıştım, iki fetus nezdinde kendime sözler vermiştim.

O zamanlar bile ülke şimdiki gibi değildi. Mahalle baskısı adını verdiğimiz şeyden koruyacaktım onları. Davranışlarını kısıtlamayacak, dayatılan “kız-erkek çocuk” kalıbına sokmayacaktım.

Oğluma paşa muamelesi asla yapmayacaktım. Erkeklik sınavına sokmayacaktım, erkekler ağlamaz diye bir söz olamazdı. “Büyüyünce çok can yakacak maşallah” cümlesini duymadı. Aşk, can yakmayla ilgili bir şey olmayacaktı.

Prenses masallarına boğmayacaktım kızımı, pembelerle donatmayacaktım. Giydiğine karışmayacaktım. Törpülemeyecektim çocuklarımı.

Bir duvar olacaktım yöneltilen eleştirilere, sonuna kadar arkalarında olacaktım.

Oldum da uzun bir süre.

Hatta geçmiş senelerde bir gün, gittikleri kurstan aradılar, kızım olay çıkarmış. Öğretmeni “Kız gibi otur” demiş. Ayağa kalkıp “Bana derste nasıl oturmamı istediğinizi söyleyebilirsiniz ama kız gibi otur diyemezsiniz. Bu sınıfta bütün oğlanlar nasıl oturuyorsa ben de öyle otururum.” demiş. Susmamış da tartışmışlar, olay büyümüş. Benim kız, bir kadın olmasına rağmen böyle ayrımcı bakış açısı olan birinin anlattığı derse artık güvenemeyeceğini bağıra çağıra beyan etmiş. Siz dersten atamazsınız, ben çıkıyorum, demiş. Çıktım karşılarına çatır çatır kızımı savundum, kızımla gurur duydum.

Büyüdü, serpildi. İstediği kıyafetle gezebilsin diye giydiğine hiç karışmadan ben de yanında yürüdüm gideceği yerlere.

Binlerce kere anlattım: Yürürken önüne bak, telefona bakma. Kendini kolla. Araba çarpar, biri telefonu çarpar...

Daha beterlerinin olabileceğini direkt söylemedim. Çocuksun dedim, bundan faydalanmak isteyen çıkar.

Direndim.

Bir gün geldi, şunu demek zorunda kaldım: Hava erken kararıyor, tek başına döneceksen, böyle çıkma evden, başka şeyler giy.

Sürpriz değil, ben de böyle büyüdüm. Çoğumuz böyle büyüdük. Hava kararmadan dön, uzun bir şeyler giy, etrafa dikkat et, kalabalık sokaktan gel vesaire. Ne kadar basit bir uyarı. Kız çocuk yetiştirmenin 101’i.

Ama beni çökertti. Kaybettim. Daha doğmamışken verdiğim sözleri artık tutamıyorum. Elimden kayar korkusuyla uyarı üzerine uyarı, yasak üzerine yasak, girmeyeceği yarışlara sokuyorum, girmek istediklerinden çekiyorum.

Bu kadarcık yasaktan, kuraldan, eleştiriden yakınmasına da izin vermiyorum. Onun derdi de dert mi? Gülistan Doku 106 gündür nerede?

Özgecan Aslan’dan haberin var mı? Şule Çet’ten, Nadira Kadirova’dan?

Onlar kocaman kadın diye düşünme hep 4 yaşında kalan Leyla Aldemir’den haberin var mı?

8 yaşında kalan Eylül Yağlıkara’dan, 3,5 yaşında kalan Irmak Kupal’dan? 6 yaşındaki Eylül Umutlu, 6 yaşındaki Gizem Akdeniz’den? 3 yaşındaki Arda Cemal düştüğü için ölmemiş meğer biliyor musun?

Diyemiyorum. Küçücük çocuk daha, kabuslara yatmasın.

Küçücük çocuk daha. Bundan 25 sene evvel, DGM’de görülen Manisalı gençler davasında, işkence görmüş kızını cezaevi aracıyla uğurlarken Ayşe Mine’nin annesinin haykırdığı gibi: O daha küçücük çocuk. O aracın içindeki çocuklarla aynı yaşlarda şu an.

Beterdi, beterine gidiyor ülke.

Eylül’ün katili 2 sokak köpeğini boğduğunda ceza almış olsaydı belki de Eylül hayattaydı.

Ceren Özdemir’in katili 2 kere cezaevinden kaçmış. Gazetecileri, siyasileri hücrede tutarlarken adamı açık cezaevine almamış olsalardı Ceren belki sağdı.

12 yaşında istismara uğrayan bir kızcağıza bakıp 18 yaşında görünüyor diyebiliyor bir hakim, sonra da salıveriyor istismarcıyı.

9 yaşındaki çocuğu, tacizcisiyle yüzleştirmeye kalktı bu mahkemeler, çocuğun kalbi dayanmadı, duruşmadan 2 gün önce kalp krizinden yitti gitti.

Dokuz çocuğun fiziksel ve sözlü cinsel istismar şikayetine rağmen bir öğretmene beraat verdiler.

Zihinsel engelli bir kızcağız tecavüz edildiği sırada bağıramadığı için rızası var sayıldı.

Yeğenine tecavüz eden imam kalkıp da mahkeme heyetine “Rızam dışında ilişkiye girmiş, asıl ben şikayetçiyim” diyebildi bu mahkemelerde.

Şimdi torba yasada tecavüz ve istismara da af gelecek diye ortalık yıkıldı. Bunu hep yapar bu iktidar. Önden salar haberi, bir anda yükselir itirazlar.

Sonra bir açıklama gelir: Öyle bir şey yok. Ne alakası var?

Akabinde haberler çıkmaya başlar. Bir mağdurlar türer şaşarsınız. Her duruma uygun mağdur bulunur, bir anda manşetleri doldurur. Şimdi o aşamadayız.

Devletin haber ajansı “Erken yaşta evlenen kadının mağduriyeti” haberlerine başladı. Erken yaşta evlenen kadın...

Dini nikah olunca 12 yaşındaki kız çocuğunun seks yapabileceğine, 13-14’ünde çocuk doğurabileceğine onay veren bu zihniyetin kaç zabıtası parklarda el ele oturan gençlere saldırdı hatırlıyor musunuz? Otobüste öpüşenler darbedildi. Reşitler için “Kızlı-erkekli evlerde yaşıyorlar” denildi. “Kadın mı kız mı bilemem” denildi. O devlet nezdinde çok önemli bekaretin erken kaybını demek ki evlilik aklıyor?

Bekaretini kaybedince kadın oluyorsun sanıyorlar, on ikisinde de olsan kadın diyorlar.

30 yaşında kadın olsan evlenmeden birlikte yaşamana laf etmeyi de biliyorlar.

18’inden küçük çocuğa oy kullandırtmıyorsun, faturaları üzerine alamıyor, ev kira sözleşmesi imzalayamıyor, ehliyet alamıyor ama evlenmek istediğine karar verebiliyor? Bir evi yönetebiliyor? Bir ev kurmak için gerekli hiçbir sözleşmeye imza yetkisi olmayan, devlet nezdinde söz hakkı olmayan bir kız çocuğu o evin kadını değil kölesidir ancak.

Koymuşlar bir aile mevhumunu göklere, 9 yaşında çocuk tacizcisiyle yüzleşme korkusundan kalp krizi geçirdi diyoruz, bir 15’li için, namusu kirlendi başkası almaz, tecavüzcüsüyle evlendirelim, ikisi de kurtulsun diyorlar.

Pelda’yı 12 yaşında dayısının oğlu kaçırdı, 18’ine gelene kadar iki çocuğu vardı. Göğsünde tek kurşunla ölü bulundu, intihar denildi. İntiharsa da katili bu zihniyetti cinayetse de.

Bilmezler zanlı ile mağdurun aynı dört duvar içinde olması nasıl bir işkence.

Kadının duygusu yok sanki, ruhu yok. Yekpare namus denen bir kavramdan oluşuyor sanki kadın. Ancak erkek bozabiliyor, ancak erkek düzeltebiliyor ancak erkek varsa varlığı anlamlı, bir işlevi de işte adamların çocuğunu taşıyor.

O yüzden kadınlığı yine erkeğe bağlı yani bekarete.

Sizin kadın kontenjanından bir yerlere getirdiğiniz eril mantığın simgesi insanlar var daha. İnsanın dili varmıyor, kadın kadına bunca düşmanlık eder mi?

Buna göz yumar mı?

İnfaz yasası çıktı, bir sürü eli silah tutmayı bilen adam salındı. Buyurun bakalım, bir zamanlar canını elinden zor kurtardığı adamların serbest kalmasıyla kara kara akıbetlerini bekliyor binlerce kadın.

İçler dışlar yap, “İçerideki kocasını özleyen” erken yaşta evlenen(!) kadın mağdurların sayısı mı çok onların mı?

Bu kadınları korumak için tedbir alındı mı?

Her 25 Kasım’da, her 8 Mart’ta binlerce kadını ülkenin dört bir yanında gaza boğdular. Özgürlük talebine hiç tahammülleri yoktu, hele cinsel özgürlüğün lafı bile edilemezdi. Ama istismara hafifletici sıfatlar illaki bulunurdu. Tacizin, tecavüzün, istismarın affı olmaz dedikçe şerhleri sıraladılar, “Aralarında 15 yaştan fazla fark varsa dedik, rızayı da göze aldık, kadının rızası da önemli”

Geçiniz. Siz engelli bir kızcağız bağıramadı diye rızası var saydınız, siz kan testindeki birkaç promil alkolü rızaya şahit kıldınız, siz evlilik içi tecavüzün varlığını bile daha kabul etmediniz. Sizin rıza dediğiniz şeyin hükmü mü var?

O rızam yoktu ifadesine kadar, nelere rağmen tacizcisini, tecavüzcüsünü mahkemeye taşımaya karar veriyor kadınlar farkında mısınız? Olay duyulmasınlar, itibarımız mahvolurlar, namusumuz iki paralık olurlar, işsiz kalmalar, evden atılmalar, bir daha yüzüne bakmayan aile fertleri bazen de aile içinden birinin tetiği çekivermesi.

İçeride bu suçtan yatan kim varsa, işlediği suç kadar bir o kadar da bu suç bir daha işlenmesin diye yatar. Saldığınız her sanık, birilerinin önünde yol açıyor, bir erkeği daha suça teşvik ediyor: Ne olacak ya birkaç yıl yatar çıkar…

Birilerine ibrettir hukuk. Cezalandırmak kadar önlemek sorumluluğu da vardır.

Empatiyi suçluya değil mağdura yapar cezayı verirken. Mağdurun kalan yaşamında bu acıyla nasıl baş edeceğini de hesaba katar. Bu düzen oralarda empatiyi hep kravata bağladı. Kime göre neye göre, bir sanık sandalyesinde düzgün dikeldi diye iyi hal verip cezaları azalttı.

Bu düzenin basını, manşetleri alladı, pulladı: Tutku cinayeti, namus cinneti, tek gecelik kiralık evde aşk cinayeti, üniversiteli güzelin hazin sonu, kıskançlık ölüm getirdi, gitti hep sanıkları akladı.

Önce unutturacaklar, bir süre sonra mağdur edebiyatına boğacaklar bizi, iki deneme daha yapacaklar. Sonra bir torba yasa içinde geçiriverecekler.

Bazen aklındakileri yazarken insan, içindeki öfkeyi, kırgınlığı, hayal kırıklıklarını saklamayı başaramıyor.

Bu ülkede bir sıradan bir hayale hiç sıra gelmiyor. Çünkü öyle bir dağ var ki dramlardan, ne istesen, ne umsan ayıp kaçıyor. Çok gündelik bir özgürlük talebi, büyük bir şımarıklığa dönüyor.

Bunca kadın can derdindeyken hiç yeri gelmiyor bir baharda eteklerimizi toplamak zorunda kalmadan kendimizi vapurun rüzgarına bırakmayı hayal etmenin.

Ay ışığı vurmuş taş kaldırımlarda sabah karşı incecik bir ıslık çalarak yürümenin, rağmenlerden arınmış bir başarının, sadece can istediği için sürülmüş yersiz bir rujun, olduğu gibi kabul görmenin, hiçbir ezbere uymasa da kendi zevkine uyduğu için giyinebilmenin lafı edilemiyor.

Dik durmanın bedeli hep ağır kadın için, içine atan, pimi çekilmiş el bombası yutmuş gibi yaşıyor hayatı, içine atamayan sağlı sollu yumruk yumruğa bir kavgada her an.

Ne hayaller kurmuştum kız çocukları için, yaşadıklarımızı yaşamasınlar diye.

Bu yarışta, aldığım bayrağı 50 adım geriden teslim etmek ne ağır.

Açıp açıp 8 Mart fotoğraflarımıza bakıyorum, ne kadar da yakın bir zamandı.

Bu düzeni içimizde saklı baharın dallarıyla, çiçeklenmiş elbiselerimizle, uçuşan saçlarımızla yerle bir edip, yerine gerçek bir özgürlük ve eşitlik koyma hayali içimde bağır bağır.

Bize yine yeni bir mücadele daha düştü yine biraz daha sabır.

Dayanalım, o yasa asla geçmesin, lafı bile geçemesin, alışmayın, kanıksamayın, susmayın!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...