15 Nisan 2020 00:25

Popülizmin sonu mu?

Kayseri'de sokağa çıkma yasağı öncesi sokağa çıkan vatandaşlar

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Cuma gecesi “Baskın basanındır” tarzında ilan edilen sokağa çıkma yasağının ardından alışverişe çıkan halka birçok farklı çevreden aşağılayıcı tepkiler geldi. Bunların en dikkat çekicileri Sabah Yazarları Engin Ardıç ve Mehmet Barlas’ın hakaretleriydi. Barlas sokağa çıkanları “zeka özürlüler” olarak nitelerken, Ardıç “ayılar, alt tabaka, lümpenler” ifadelerini kullandı. İşçi sınıfının “Evde kal” kampanyasından dışlandığı salgın günlerinde iyice belirginleşen sınıf ayrımcılığı nihayet iktidarın propaganda aygıtında açık bir halk düşmanlığı bayrağının açılmasına kadar gelmiş durumda. Yeni bir dönemin eşiğindeyiz.

Emekçilere yönelik tahkirin yeni bir olgu olmadığı öne sürülebilir. Dimağlarda yer etmiş hadiselere bakalım: 2006’da Mersin’de Erdoğan’a “Bu çiftçinin hali ne olacak? Anamız ağladı” diye seslenen çiftçiye verilen “Ananı da al git” cevabı; veya 2014’te Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel’in iki jandarma tarafından yere çalınan madenciye attığı tekme. İktidarın sınıf karakterini ifade etmekle beraber bu olaylarda iktidar cenahının verdiği tepkiler protestolara yönelmişti. Sabah yazarlarının ve iktidara yakın kalemşorların saldırıları ise erzak almaya çalışan halka yönelik. Hakim sınıf, salgının yarattığı yeni somut durumu kavramaktan aciz görünüyor, bildiği ezberine dönüyor.

Bu tespiti biraz açmak gerekir. Çalışan sınıflara karşı tavırda çok yeni bir şey olmadığı gözlemlenebilir. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin verilerine göre 2019’da en az 1736 işçi iş cinayetinde hayatını kaybetmiş. Her yıl binlerce işçinin iş cinayetlerine kurban gittiği bir ülkede işçi ayrımcılığının nesi yenidir? Bu açıdan bakıldığında işçilerin iş yerlerinde maruz kaldıkları salgın riski önceki yıllardaki iş cinayeti riskinin başka bir tezahürü olarak görülebilir. Ancak ilk defa bütün toplum aynı anda aynı risk altındadır ve “Evde kal” kampanyaları sürerken çalışmak zorunda olanlar için bambaşka bir kontrast, bir tezat belirginleşmiştir. Benzer durumlara tarihteki veba deneyimlerinde de rastlıyoruz. Örneğin, Orta Çağ’daki Kara Ölüm vebasından sonra toprak sahibi feodal sınıfların hizmetçilerinin artık veba öncesindeki gibi iyi niyetle değil, nefretle hizmet ettiklerinden şikayet ettikleri görülüyor.

Söz konusu kontrast salgına özgü koşullarla ilgilidir: Önceki iş cinayetlerinde işçiler işe devam ederken ailelerine bakmayı ön plana çıkarıyorlardı. Kendi hayatlarıyla ailelerinin geçimi arasında bir seçimdi söz konusu olan. Ancak şu anda çalışmak sadece kendilerinin değil ailelerinin sağlığını da riske sokuyor. İşçi mektupları, işçilerle yapılan röportajlar ailesine ekmek götürmek için çalışmaya mecbur olmakla ailesine virüs bulaştırmak riski arasında sıkışıp kalmış insanların ikilemini, çıkmazını sergiliyorlar.

Bu ikilem iki düzeyde karşılaştırmayla perçinleniyor: Toplumdaki diğer sınıflarla ve dünyadaki diğer ülkelerle karşılaştırmalar. Geçen haftalarda sokakta sebze satan genç bir emekçi kendisine uzatılan mikrofona kampanyaların dediği gibi evde kalmak istediğini ama geçim derdi yüzünden kalamadığını, hem okuyup hem çalıştığını, devlet büyüklerinin önerdiği gibi hep dua ettiğini ancak bunun hastalığa çare olmayacağını söylüyordu. Ardından şöyle devam etti emekçi: “Mesela Filipinler’de…” Emekçi, Filipinler’de hükümetin emekçilere evde kalacak koşulları yarattığını söylüyor, aynı politikanın neden Türkiye’de uygulanmadığını soruyordu. Hemen kontrol ettim: Filipinler’de maalesef böyle bir politika yok. Belki yorgunluktan, belki heyecandan doğru ülke adını hatırlayamadı bu emekçi. Ancak buradaki püf noktası emekçinin mülakatta doğru bilgiyi aktarması değil, Türkiye’nin politikalarını diğer ülke politikalarıyla kıyaslaması. Bütün dünyayı aynı anda vuran salgın bu karşılaştırmaların yapılmasını neredeyse kaçınılmaz kılıyor. Bu koşullar altında işçi sınıfının evde kalamayacağı çünkü ekonominin işleyişi ve ülkenin selameti için vazgeçilmez olduğunun ikrarı, itirafı sınıfın üretimden gelen gücünün bizzat sermaye sınıfı tarafından tanınması anlamına geliyor.

Hal böyleyken Sabah gazetesi yazarlarının söylemleri ateşle oynuyor. Bu yazarları 1980’lerden, 1990’lardan hatırlayanlar çizgilerinde pek bir değişiklik olmadığını rahatlıkla tespit edecektir; Erdoğan’ın deyimiyle “Boğaz’a bakarak viski içen elitleri” derhal tanıyacaktır. Şimdi, Boğaz’da bunlara komşu giden AKP içindeki İslamcıların da bu söylemi benimsediğini görüyoruz. AKP hegemonyasının temeli olan kent yoksullarıyla sermaye sahipleri arasında kurulan ittifakın içindeki fay hattı bu söylemlerle tetikleniyor. Kiminin “AKP’nin düşmansız kalması”, kiminin “AKP’nin MHP’leşmesi” diye tarif ettiği süreç aslında AKP’nin işçi sınıfını ikna etme, işçi hareketini soğurma kabiliyetinin erimesiyle ilgili. Yeni torba yasa, Süleyman Soylu’nun yükselişi bu sürecin bir ürünü. Eskiden otoriter popülizm terimi pek revaçtaydı: Artık popülizm bitti, otoriterlik kaldı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...