05 Nisan 2020 00:13

İktidarın sınıfsal mesafesidir asıl sorun

Kapalıçarşı'da sağlık taraması yapan görevliler

Kapalıçarşı'da sağlık taraması yapan görevliler

Fotoğraf: DHA

Paylaş

İnsanlık tarihinde “Korona günleri” diye anılacak olan bir dönemden geçiyoruz. ‘Tarihe tanıklık etmek’ dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Adına ‘uzay çağı’, ‘robotlar çağı’ ya da ‘yapay zeka çağı’ vb. türlü isimler yakıştırılan uygar­lığın, milimetrenin 3 milyonda biri çapında bir virüsle başı belada! Şimdilik önerilen en etkin önlem, evlere kapanılıp su ve sabunla sık sık ellerin yıkanması... Ve ‘sosyal mesa­fe’ diye adlandırılmış fiziksel temastan uzak durmak... Yeterince ironiktir herhalde; ışıl ışıl isimlerle pazarlanan çağın, milyonlarca yıllık su ve 5 bin yıllık sabundan medet uman çaresizliği... UNICEF verilerine göre, bugün dünya nüfusunun yüzde 40’ını oluşturan 3 milyar insanın, evle­rinde su ve sabunla el yıkama imkânından bile yoksun oluşu ise asıl çaresizlik kaynağının ne olduğunu yeterince izah edicidir aslında.

Böylesi tarihsel dönemeçlerde bazı gerçekler çok daha çarpıcı olur. Gizlemek ve gizlenmek kolay olmaz. Kaynakların bölüşümüne yön veren, ürettiği eşitsizliği yöne­terek yaşayabilen kapitalist sistemin insanı getirip bıraktığı bu çaresizlik halini çok daha ağırlaştıran bir zemin var Türkiye’de. Yıllardır, “İslamı yaşamımıza göre değil, yaşamı­mızı İslama göre ayarlayalım” felsefesiyle kurgulanmaya çalışılan toplumsal hayatın, böylesi bir salgın karşısında daha baştan yenik sayılacağı tahmin edilemez değildi her­halde. “Pekmez için yakalanmazsınız” türünden hafifseme­ler, “Türk geni kuvvetlidir” şeklindeki milliyetçi sallamalar, şimdi “Milletçe bu belayı da yeneceğiz” hamasetine gelip dayandı. ‘Millet’e nasihat edilen ise “zorunlu olmadıkça evden çıkma, hayat eve sığar!”

Hayat eve sığar mı gerçekten? Sokaktaki simitçinin, ter­sanedeki işçinin, atölyedeki emekçinin ‘gündelik’ hayatını ‘eve sığdırmak’ kimin yükümlülüğü? Mesele, zorunlu olarak evden çıkması gerekenlere dair bir şey söylemek olunca, tık yok. Devlete bağış istemek dışında, onlara dair tek söz yok!

‘Sosyal’ yönü bitmiş tükenmiş, salgın günlerinde bile binlerce insanı umreye gönderebilmiş, ‘Cuma’lardan imti­na etmeyi bile haftalarca zul saymış bir dinci kostümle ortalıkta salınan bir iktidardan çok şey beklenir de haya­tını evine sığdırması için emekçiye meyletmesi beklenebi­lir miydi hiç?!

Buradaki sınıfsal duruş o kadar çarpıcı ki... Yakın zamanda, malum bölgenin koca koca kentlerinde aylarca sokağa çıkma yasakları koyabilen bir hükümetin salgın karşısında bundan uzak durması, ‘ekonomik çark dön­meli’ diyerek yüzbinlerce insanı hastalığın pençesine itmesinin tek nedeni, bu sınıfsallık işte.

Bu illet günlerinde, sağlık emekçisinin en basit maske ihtiyacını karşılamakta bile zorlanırken Kanal İstanbul ihale­sini ihmal etmeyen ve bunu “salgınla mücadele ederken yatırımlardan vazgeçmemek hepimizin temel görevidir” şeklinde açıklayabilen bir devlet idaresi bu. “Temel görev”, yatırımmış! Fakir fukara, garip gurebanın payına düşen ise “çalışma hürriyetinin teminat altına alınması” oluyor herhalde. Az şey mi bu! ‘Evde kal’ çağrısı yapılırken, emekçilerin çalışma hürriyetlerine hiç dokunulmuyor. Vatandaş evde kalabilir ama siz çalışmalısınız! Çok mu gerçek üstü? Hayır, gerçeğin ta kendisi. Dedik ya, böyle dönemlerde gerçeği gizlemek zor.

Herkesi kapsayan genel bir karantinadan uzak durul­masının nedeni, çok açık ki sınıfsaldır. Çalışmak zorunda olan milyonların geçim yükünü devletin üstlenmemesi ve patronlara yüklemekten de kaçınmasıdır. Sorumluluğu çalışana yükleme, emekçinin temel ihtiyaçlarını karşıla­maktan uzak durma kaygısıdır. Güvenceli bir genel karantina, hükümete, evine kapattığı yurttaşların temel ihtiyaçlarını karşılama yükümlülüğü doğuracaktır çünkü. Bundan ısrarla kaçınılmaktadır.

Devlet, bu koşullarda bile görece ‘sosyal’ olmaya yanaş­mamaktadır. Varlık temelindeki emekçi karşıtlığıyla insanla­ra ‘sosyal mesafe’ önerirken, araya koyduğu ‘sınıfsal mesa­fe’ ne kadar da çarpıcıdır. Bu sınıfsal mesafede, “Korona herkesi vurur, torpil geçmez, hepimiz aynı gemideyiz...” laflarının da bir hükmü kalmamaktadır. Doğrudur, Korona virüsü mikroskop altında gerçekten de ‘adil’dir, İnsan seçer bir doğası yoktur. Ama ‘etkileşim’ içine girince, yani insana bulaşıp bir nevi ‘sosyalleşince’, toplumsal yaşamın temel özelliğini o da üstlenir. Evet, toplumun sınıfsal ger­çeği koronaya da yansır. Korona’nın sınıfsallığı, onun doğasında değil, onunla mücadelede ortaya çıkar. Evinde adeta korona testi partisi veren kodamanın görüntülerini izlemişizdir hepimiz. Herkes bu ölçüde test yaptırma ola­nağına sahip midir mesela? Herkes izolasyon koşulların­da eşit midir? Milyonlarca insan ‘evde kal’ çağrılarına uyma koşullarına bile sahip değilken...

Sonuçta, virüs ‘demokrat’ da düzen demokratik değil.

Düzenin ekonomik-siyasal-sınıfsal habitatı hiç demokratik değil!

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...