04 Nisan 2020 00:22

Korona siyaseti

Erdoğan ve heyeti

Fotoğraf: Murat Kula/AA

Paylaş

Her olay, görüntüsüyle değil de, oluşum aşamasıyla derin siyasi olguları sergiler. Bu yaklaşımla hem genel siyasi hava hem de bizatihi ele alınan olayla ilgili süreçler hakkında fikir sahibi oluruz. Ele aldığımız olayda, aralık ayında Çin’de başlayan, zamanla tüm dünyayı saran ve mart başından itibaren Türkiye’de de baş gösteren korona bağlamında sergilenen siyasetleri tartışmak istiyorum. Neden bunu yapıyorum, diye merak eden dostlara sebebi söyleyeyim. Sebep şu; parçalı eleştirileri birleştirirsek, acaba hiç tartışılmayan bir genel fotoğrafa ulaşabilir miyiz? Böylesi bütünsellik içinde meseleyi ele alırsak, ana siyaseti ve onun ürünü olan alt siyaset kıvrımlarını da gözlemleyebiliriz.

Aralık ayında Çin’de başlayan olay, yeni yılda Avrupa’da hızla yayılma sürecine girdi. İlginç olan, kapitalist krizlerde olduğu gibi, korona da varsıl ülkelerde yaygınlık kazandı. Bu, şunu gösteriyor ki, insan hareketliliğine paralel hızla yayılan bir salgınla karşı karşıyayız. Basiretli bir siyasi yönetimin sınırlarda bazı önlemler alması, girişlerin, geldiği ülke ayrımı gözetmeden sağlık denetiminden geçirilmesi gerekiyormuş. Ön önlem olarak da, herhangi bir mücbir sebep olmadan toplu dış seyahatlere belirli süre için kısıtlamalar getirilmesi gerekiyormuş. Bu tür önlemlerin gerekliliğini halka anlatmak ve ikna etmek yoluyla bugün karşılaştığımızı olayın boyutu bir hayli küçültülebilirdi. Evet, bu siyaseti halka anlatmada demokrasi ya da insan hakları vb. gibi bazı engeller vardı, ama bunlar aşılabilirdi. Ne var ki, aşılamayacak bir engel vardı, bu engeli de ayağına bizzat AKP taktı. Toplumun kutsal duygularını metalaştırarak siyaset piyasasına süren siyasi erk maalesef bazı engelleri aşamazdı. Örneğin, Umre ziyaretlerinin bu dönemde engellenmesini AKP yönetimi halka anlatamazdı. Laik bir yönetim oluşturmamanın bizzat AKP’yi sürüklediği vahim durum! Nitekim her olayda halka yansıtım bölümünü kendinde saklayan AKP başkanı, cuma namazının geçici süre için yasaklanması mesajını, otorite aşımı pahasına, İslam felsefe ve uygulamasında yeri olmayan bir makamı kendisine görev edinen diyanet başkanına devretti. Bu saygın kişi de(!), topluma yasakladığı kutsal cuma vaazını, seçilmiş Müslümanlara irad ederek vazifesini yerine getirmeye çalıştı!

Salgınla mücadele sağlık alanında bir süreç olarak görülüyor olmakla beraber, başlangıcı, sürdürülmesi, hatta sonlandırılma aşamaları genel siyasetle alakalıdır. Başlangıçta yapılan hatalar, süreci zorlaştırmakla kalmaz, ülkeye ve halka yüksek can ve mal kaybına sebep olur, nitekim oluyor da! Başlangıç denetimsizliğinin sebep olduğu hastalıkta yaygınlaşmanın oluşturduğu tablo ortadadır. Siyasi organ, bugün hatasını açığa vurur gibi, hastalığın Avrupa’dan ve Umre dönüşü yollarından gelmiş olduğunu itiraf etti. Siyasetin birinci vasfı, gelecek maliyetleri önlemek adına işin başında basiretli davranmaktır. Basiretsiz ve öngörüsüz davranışın sonucudur ki, hastalık bugün Anadolu’nun hemen her kentine ve yöresine yayılmış bulunmaktadır. Bu durum çok bariz olarak, büyük bir siyasi öngörüsüzlük gafıdır.

Hastalık başlayınca, doğal olarak mücadele gerekir, yani bu aşamada da basiretli siyaset gerekir. Belki de tarihte hiç görmediğimiz bu denli hızlı yayılabilen bir salgın karşısında ilk yapılması gereken, sağlık ve sair acil gereksinimlerin üretildiği üretim üniteleri dışında tüm üretime on ya da on beş günlük kısa bir süre ara vermek, tüm toplumu eve kapatmak idi. Bu konuda çekingen davranan siyasi erk, sanırım kısa sürede hastalığın sonlandırılması ertesinde kendisine “cesaretli politika” ününü saklamaya yeltendi. Bu davranış, bilime kulak vermeyen, köhne bilgiler ve tam bir cahil cesareti ile politika kararı oluşturmaktan başka bir anlam taşımaz. Siyasi erkin güvendiği, seçmen tabanının sonucun vahametini siyasi basiretsizlikten çok, salgının şiddetine vereceği kanaatidir. Siyasi erk ile taban aynı kulvarda seyrettiğine göre, öyle de olabilir. Bir yandan toplumu evde kalmaya yöneltmek, diğer yandan da emeklilere bağışların belirli merkezlerden yapılması kararı trajikomik deha eseri olsa gerek!

Bağış konusunda siyasi erkin yerel yönetimleri hukuksuz şekilde yetkisiz kılması, halkları bölücü ve yöre halkı bağlamında onur kırıcı bir davranıştır. Şöyle ki, yerel idareler, hangi parti temsilcisi olursa olsun, yerel halkın oyu ile idareye gelmiş saygın ve güvenilir yönetimler olup, yerel iş ve yönetimlerde yöre halkının taleplerini yansıtır ve onları temsil eder. Her deprem faciasında olduğu gibi, son depremde de, parti ayırımı yapmadan farklı partilere mensup yerel idareler halktan topladığı yardım kolilerini felaket bölgelerine ulaştırma görevini başarı ile yapmışlardır. Günümüzün yardım kampanyasında da yerel idarelerin girişimi fevkalade takdire şayandır. Bu rolü çalan merkezi devlet de aynı şeyi paralel hizmet olarak yapabilir, fakat yerel idareleri engellemesi hiçbir mantık, adalet ve ülke bütünlüğü kavramlarıyla bağdaşmaz. Belediyelerin bu girişimini engellemek belediyelere oy vermiş olan yerel halkın iradesini baskılamak, yok saymaktır. Hiç kimse, hiçbir otorite bir şahsın yardım faaliyetine yer ya da miktar açısından irade koyamaz, yardımın aleni olmasını talep edemez. Çeşitli kuruluşların milyonlarla afişe edilen bağışlarının vergi matrahından indiriliyor olması, o miktarın tümü ile açıklanan kurum ya da kişiye ait olmadığı, vergi kesintisi kadarını tüm halkın ödediği anlamına gelir. Bu koşulda, bağışçının tüm bağış miktarı ile ortaya çıkması ayıptır, çok çirkindir!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...