10 Mart 2020 20:26

Hapsetmek Türkiye’de bir sektör

TGS, gazeteciler üzerindeki baskıların son bulması talebiyle İstanbul Adliyesi önünde eylem yaptı.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Michel Foucault, ‘Hapishanenin Doğuşu’ adlı kitabında, “Modern adalet sisteminde ve bu adaleti sağlayanlar arasında ceza vermeye karşı bir utanma duygusu vardır, ama bu duygu aşırı heveskarlığı her zaman kıramamaktadır; bu heveskarlık sürekli artmaktadır” der.*

Bu ironik saptamanın, modern adalet sistemi içinde sayısız ülkede teyit edilmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak, yaşadığımız ülkede ve şu zamanda bu saptama her gün yeniden kanıtlanıyor. ‘Şu zamanda’ vurgusunu, AKP iktidarının yönetme düsturunda rızayı artık bir külfet olarak görüp, zoru günlük bir devlet pratiği haline getirdiği süreç olarak okuyun.

Bu topraklarda baskı politikalarının türlü çeşidinin cumhuriyetten de eski bir tarihe sahip olduğu biliniyor. Buna mukabil, AKP iktidarı dönemini, bir insanın serbest bırakılıp yeniden tutuklanması konusundaki heveskarlığın sınırsız hale geldiği bir dönem olarak tanımlayabiliriz. Hatta hapishane sisteminin, kişinin o kapalı mekana girene kadarki sürecinden başlayarak bir sektörün çeşitli departmanları olarak yaşandığını da ekleyerek!Önce Gezi davasından tutuklanan, ondan beraat ettikten sonra 15 Temmuz soruşturması gerekçe gösterilerek yeniden tutuklanan Osman Kavala, bu kez de ‘casusluk’ suçlamasıyla tutuklandı. Son, yani üçüncü tutuklama, Kavala ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ek savunma için hükümete verdiği sürenin dolmasından bir gün önce gerçekleşti.

Benzer bir ritmi HDP’nin tutuklanan Genel Başkanı Selahattin Demirtaş örneğinde de görmüştük. AİHM, 20 Kasım 2018’de, iki yıldır cezaevinde olan Demirtaş’ın tutukluluğunun sona erdirilmesi gerektiğine hükmetmişti. Avukatlar bunun üzerine tahliye başvurusu yaptı. Mahkeme de AİHM’nin kararının kesinleşmediğini belirterek Demirtaş’ın tutukluluğunun devamına karar verdi. AİHM’nin kararının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan “Karar bizi bağlamaz, karşı hamlemizi yapar işi bitiririz” dedi. Ve İstanbul 26’ncı Ağır Ceza Mahkemesi, 2013 Newroz’undaki konuşmaları nedeniyle ‘Terör örgütü propagandası’ yapmak suçundan Demirtaş’ı dört yıl sekiz ay hapse mahkum etti. Karar istinafta da onaylandı.

Ahmet Altan’ın tahliyesinin ardından son tutuklanmasının gerekçeli kararında da, “Pişmanlık göstereceğine dair beyanlarının olmaması” ifadesi yer almıştı. Gülen Cemaatine ait medya yapılanması davasından yargılanıp tahliye kararı verilen gazetecilerin aynı gece tutuklandığını da hatırlatalım. Gözaltına alınıp serbest bırakılanların hemen ardından savcının itirazı ve yeni yakalama kararı ile yeniden gözaltına alınıp tutuklanması da AKP döneminin yargı pratikleri içinde artık rutin haline gelmiş bir uygulama. Yani bir demokrasi kusurunun çok ötesinde, bir robotun kendisine tanımlanmış refleksi gerektiği anda vermesi gibi bir durum bu.

Son olarak, Libya’da yaşamını yitiren MİT mensubu haberi gerekçe gösterilerek ODATV’nin önce Haber Müdürü Barış Terkoğlu ile Gazeteci Hülya Kılınç’ın tutuklanmalarının ardından ODATV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan’ın tutuklanması zinciri içinde sulh ceza hakimliği tarafından serbest bırakılan Yeni Yaşam Gazetesi Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik, Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser ve Yeniçağ Gazetesi Yazarı Murat Ağırel, haklarında çıkarılan yeni yakalama kararı sonrasında tutuklandılar. Yakın Doğu Haber Sitesinin Genel Yayın Yönetmeni Alptekin Dursunoğlu ile sınıra yönlendirilmiş göçmenleri izlerken gözaltına alınıp tutuklanan Rudaw TV’nin Muhabiri Rawin Sterk de bu dönem iktidar savaş politikasıyla bağlantılı olarak tutuklandılar.

Bu tutuklanma süreçleri içinde çeşitli özneleri ile bir sektör tıkır tıkır işledi. Kimi örneklerde doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın müdahil olduğu ya da yaptığı açıklamaların yargı tarafından emir telakki edilerek yerine getirildiği görülürken, kimi örneklerde de, iktidar medyasında çalışan gazeteci ve yazarların doğrudan hedef göstermesi, sosyal medyadaki Aktrollerin tamamlayıcı bir unsur olarak harekete geçmesi, yargı mensuplarının da sektörün hapishane yolunu gösteren kararı vermeleri şeklinde bir zincirin işlediğine tanık olduk.Gazetecileri kriminalize etmek için raporlar hazırlayan yüksek maaşlı Pelikan ekibi de bu sektörün en heveskar unsurlarından birini oluşturuyor. İnsan hakları savunucuları, gazeteciler, politikacılar, seçilmiş belediye başkanları hapsedilsin diye ideolojisiyle, politikasıyla, ekonomisiyle bir sektör tıkır tıkır işliyor.

Bu sektörün mağdurları, sadece hapsedilenler de değil. İradeleri gasbedilenler, haber alma hakları ellerinden alınanlar, henüz dışarıda da olsalar, bu sektörün kurbanı durumundalar. Kendi bekası için tehdit gördüklerinin üzerine beton dökmeye hevesli bu yapı ile ‘Böyle bir şey olabilir mi?’ diyerek mücadele edilemeyeceğini hatırlatmaya gerek var mı?

* Michel Foucault, Hapishanenin Doğuşu, Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Yayınları, Ankara, 1992, sayfa 11

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa