10 Mart 2020 00:48

Savaş ve özgürlük bir arada bulunamıyor

Gazeteciler Murat Ağırel, Aydın Keser ve Ferhat Çelik

Gazeteciler Murat Ağırel (solda) | Fotoğraf: Murat Ağırel & Aydın Keser (ortada), Ferhat Çelik (sağda) | Fotoğraflar: MA

Paylaş

ODA TV Yazı İşleri Müdürü Barış Terkoğlu ve Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan ve Gazeteci Hülya Kılınç’tan sonra Yeni Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik ve Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser ile Yeniçağ Yazarı Murat Ağırel, Libyada hayatını kaybeden bir MİT mensubu ve askerlerle ilgili haberden dolayı tutuklandı. Rudaw TV’den Sterk Yıldız da mültecilerle ilgi haberden dolayı tutuklandı.

Yetinilmedi “odatv.com” internet haber sitesine erişim de yasaklandı.

Medya üstündeki her baskıyı, basın özgürlüğünün sağlamlaştırılması, özgürlüklerin korunması olarak gösteren, “Türkiye’de basın özgürlüğü var, tutuklu gazeteci yok, herkes ‘fazlasıyla’ istediğini yazıyor, söylüyor” diyen ‘tek adam yönetimi’ sözcülerinin ve yandaş medyanın operasyon gazetecilerinin gözü aydın!

BASIN VE HALKIN HABER ALMA ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN BAROLAR DA SAHADA

Bu son hamleyle tutuklanan gazetecilerin tutuklanma nedeni açıkça savaşla ilgili haberlerdir. Geçmişteki “MİT tırları” vakasında olduğu gibi, bugün de Suriye ve Libya’da süren savaş, bu savaşın kurbanları üstünden yapılan kara propaganda ile ilgilidir.

Demek ki, savaşla özgürlükler bir arada olamamaktadır. Sadece bugün de değil, son yıllarda Kürt güçlerine yönelik de benzer bir kuşatma söz konusuydu. Öte yandan Suriye ve Libya’da artık hükümetin de açıkça kabul ettiği savaş koşulları, “tek adam yönetimi” girişimleriyle de beslenerek ülke içinde özgürlükleri boğan bir siyasi ortamın oluşmasını sağladı.  

İçinde Ankara, İzmir, Bursa, Antalya gibi büyük baroların da olduğu 40 baro, gazetecilerin tutuklanmasını basın ve halkın haber alma özgürlüğünün ayaklar altına alınması olarak görerek, bu gazetecilerin tutuklamasını ciddi bir biçimde eleştirmektedir.(*)

Gazetecilerin evlerinin basılarak gözaltına alınmasını da eleştiren barolar, yaptıkları açıklamada; “Kamuoyunu ilgilendiren, halkın öğrenme ve tartışma hakkı bulunan hallerde, devletin güvenlik ihtiyacı ile halkın bilme hakkı ve gazetecilerin ifade özgürlüğü çatıştığında, ifade özgürlüğü belli konularda devletin güvenlik ihtiyacının önüne geçer. Gazeteciliğin suç olmadığını kamuoyuyla paylaşırız” diyerek, yapılan soruşturma ve gazetecilerin alelacele tutuklanmasının hukuk dışılığına ve açıkça bir “hak ihlali” oluşturduğuna dikkat çekmektedir.

SAVAŞLAR, YALAN AÇIĞA ÇIKARSA SAVAŞ OLAMAZ!

40 baronun ortak açıklaması gösteriyor ki, basın ve halkın haber alma özgürlüğüne yönelik baskılar, sadece baskıya uğrayan gazeteciler, gazetelerin avukatları, basın örgütleri ya da belirli bir siyasi tutumu olan avukat çevrelerinin... tepkisiyle sınırlı kalmamış, yargının üçüncü ayağını oluşturan “savunma”nın kurumu olan baroların tüzel kişilikleriyle sahaya çıkmasını zorlayan bir aşamaya gelmiştir.

Yakın ve uzak tarihin dersleri açıkça gösteriyor ki, savaş ve özgürlükler bir arada olamıyor.

Çünkü savaş politikalarını ve savaşı devreye sokan her hükümetin ilk işi; savaşın kimin çıkarı uğruna yapıldığı ve halkın başına neler geleceğinin bilinmesini önlemektir. Çünkü sınıflı toplumlarda savaşlar nüfus içinde sayıları bir avuç tutan egemen sınıfın çıkarının bütün halkın çıkarıymış gibi gösterilmesi yalanı üstünden sürdürülebilir. Bu yalan balonu patlarsa egemen sınıf ne kadar topa tüfeğe sahip olursa olsun savaşı sürdüremez hale gelir. Bu yüzden de savaş henüz patlamamışken bile, halkın gerçekleri öğrenmesi için önlemler alınmaya başlanır. Ki, bu önlemlerin en başında gazetecilerin çeşitli yol ve yöntemlerle baskı altına alınması; medya organlarının üstündeki ekonomik ve siyasi baskıların artırılması, gazetecilerin tutuklanması, nihayet gerçeklerin söylenmesinde ısrar eden medya organlarının kapatılarak susturulmasına kadar(**) gidilir. Nitekim son yıllarda bunların hepsini arka arkaya daha açık ve iç içe geçmiş olarak yaşadık, yaşıyoruz.

SAVAŞA, SAVAŞ POLİTİKALARINA KARŞI MÜCADELE

Savaş ve özgürlükler bir arada olamıyor. Bu yüzden de gazetemiz, yıllardan beri; “Savaşa hayır demek aynı zamanda demokrasiye, özgürlüklere evet demektir. Savaşa evet demekse, işçi sınıfı ve halklar için, demokrasiye, özgürlüklere hayır demektir” tezini savunuyor.

Çünkü savaş politikalarının panzehri, halkın gerçekleri görmesi ve savaşın kimin çıkarına olduğunu bilmesidir.  

Bu yüzden de ifade özgürlüğünün ve onun bir vazgeçilmezi olan basın ve halkın haber alma özgürlüğünün savunulması; demokrasi mücadelesinin, laik ve demokratik Türkiye mücadelesinin en temel taleplerinden birisi olarak öne çıkmış bulunmaktadır.

Nitekim basın ve halkın haber alma özgürlüğünün ayaklar altına alınmasına paralel olarak “seçme, seçilme özgürlüğü” (kayyumlar yoluyla) “konut dokunulmazlığı”, kişilerin özel yaşamlarının dokunulmazlığı hakkı, yasalar önünde eşitlik, sendikalı olma, grev hakkı, yürüyüş ve toplu gösteri özgürlüğü...gibi başlıca özgürlük alanlarının adım adım tasfiyesine de tanık olduk, oluyoruz.

Bu yüzden basın ve halkın haber alma özgürlüğü talebi sadece gazetecilerin, sadece hukukçuların değil; onlarla birlikte sendikaların, emek ve meslek örgütlerinin, işçi sınıfı ve her sınıftan halkın da ortak talebidir. Bu mücadele de ancak ortak talepler etrafında birleştiği ölçüde ilerleyebilir.

(*) 24 Aralık 2019’da da 40’dan fazla baro, Resmi Gazete’de yayımlanan, içeriğinde Şer’i hukukun referans alındığı metne yaptıkları açıklamayla tepki gösterdi.

(**) Gazetemize resmi ilanın kesilmesi, odatv.com’a erişim engeli, Hayatın Sesi TV’nin kapatılması, Özgür Gündem gazetesinin kapatılması, pek çok gazetecinin tutuklanması, yüzlerce gazetecinin, binlerce vatandaşın soysal medya hesaplarından dolayı yargılanıyor olması...gibi.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...