29 Şubat 2020 23:02

Son telli turna, son türkü…

Uçan turnalar

Fotoğraf: Pixabay

PAZAR
Paylaş

Hasan kamyonu yolun sağındaki boşluğa yanaştırdı. Frenine basılan “Telli Turna” sanki kanadını yavaşça açıp yere süzülür gibi hiç nazlanmadan durdu çakılların üzerinde. Durunca da hafifçe yaylandı olduğu yerde. İncecik bir toz havalandı tekerlerinden. 

Kamyonuna “Telli Turna” adını koymuştu Hasan. Üç yıldır ödediği borcunun bitmesine daha beş yıl vardı. Sarıya boyalı şoför mahallinin alnına kocaman bir turna resmi çizdirmişti. Gövdesi gri, telekleri siyah, boynunda kızıl benekleri olan bir telli turna... Uzun kıvrık gagasının, çipil gözlerinin bulunduğu başında ve boynunda sarı sarı tüyler vardı kuşun. Resmin altına da “T” harfleri kanat gibi gerilmiş, en sonundaki “M” harfi ise sanki incecik iki bacak gibi aşağıya doğru uzamış bir “Telli Turnam” yazdırmayı ihmal etmemişti. Bir göle konarmış ya da havalanırmış gibi kanatlarını açmış görünen turnanın ayakları yoktu resimde. İncecik bacakları boşlukta sallanıyordu sanki.

Kamyonun yan tarafında bulunan dolabın içindeki damacananın musluğunu açıp üç dört günlük kirli sakal bulunan yüzünü, boynunu bol suyla yıkadı, ovaladı. Parmaklarını arasına daldırarak saçlarını taradı. 

Uykusu iyice açılmıştı artık. Sabahın kuşluk vaktiydi. Konya Ovası’nda gün bir minare boyuna gelmiş, yavaş yavaş bozkırın kırağısını çözmeye başlamıştı. Başta sarı ve kızıl olmak üzere güz mevsiminin tüm renkleri vardı önünde uzayıp giden bozkırda. Uzakta birer noktaymış gibi görünen karaltı muhtemelen yalnız bir alıç ağacı ya da kuşburnu çalısıydı. Kavak olsa bu ışıkta, bu sarılığın koynunda kaybolur gider, görülmezdi. 

Nice zamandır içinden bir türlü gitmek bilmeyen kederle bozkırı izledi uzun uzun. Bozkırda geçmişti tüm yaşamı. Kırın o ıssız yalnızlığını, rüzgarların ona her daim çocukluğunu anımsatan fısıltısını, güneşin alnında uzak tepelerin turuncudan bir anda turkuaza çalan renk değişimindeki esrarı, cılız otların baygın kokusunu ve etrafında vızıldayıp duran binbir çeşit böceği seyre doyamazdı eskiden. Bir de türkü dinlemeye doyamazdı Hasan. Hele içinde turna geçen türküler yok mu!.. Eskidendi bunlar ama! Ona binyıl öncesi gibi gelen bir zamanda kalmıştı şimdi tüm bu küçük mutluluklar... 

Çocukluğunda dedesiyle gittiği Meke Gölü’nde görmüştü ilk turnaları ve daha 4-5 yaşında aşık olmuştu bu güzelim kuşlara. Sonra her fırsatta köyüne on beş yirmi kilometre uzaklıktaki göle gider oldu. Okul çağlarında, lisede arkadaşlarıyla, ama çoğu zaman da yalnız giderdi göle. Bozkırda saatlerce yürür, yürürken boyuna düşünürdü. Güneş tozlu yolu bir suyun içindeymişçesine dalgalandırıp ıpıldarken türlü hayaller görür, yüksek sesle turnalı türküler söylerdi. Gideceği yere vardığında eskiden üzüm bağı olan bir tepede kalmış son asmanın yaşlılıktan her tarafı çatlamış gövdesinin dibine çöker, ürkütmekten çekinerek az ötede Meke Gölü’nün mavi sularında dolaşan sakarmekeleri ve turnaları izlerdi. 

En derin yeri bile 2 metreyi bulmayan Meke Gölü’nün tam ortasında bir volkan krateri vardı. Üstünde kırçıl dikenli bozkır otlarından başkaca ot bitmeyen bir tepe oluşturmuştu krater. Tepenin etrafı fırdolayı sularla çevrelenmişti. Krater, suların içinden çıkarak ağzını gökyüzüne alabildiğine açmış bir balık kafasına benziyordu. Bu haliyle gökyüzünden bakıldığında etrafı mavi, ortadaki çukuru yakut rengine çalan bir nazar boncuğunu andırıyordu göl. Kraterin içinde mavişçe, tatlı mı tatlı, soğuk mu soğuk bir suyun kaynadığını söylemişti dedesi. 
 
Lise ikide, Meke’nin sularının artık ayak bileğini geçmeyecek derecede çekildiği bir ağustos gününde, pantolonunu diz kapağının üstüne kadar çemreyip, ayakkabılarını sırt çantasına tıkıştırarak suların içinden yürüyüp kratere tırmandı Hasan. On dakikada tırmandığı tepenin üstüne çıktığında kraterin dibinde kaynayan suyu gördü. İncecik bir keçi yolundan aşağıya doğru inip suyun gözüne ulaştı. Tam da dedesinin dediği gibi maviş mi maviş, tatlı mı tatlı bir suydu. Doyum tokum içti, elini yüzünü yudu uzun uzun. Ağzına bir kadife çiçeği sapı alıp pınarın dibinde biten yarpuzların içine uzandı. Yarpuzların keskin kokuları arasında suyun kaynayışını dinledi. Sırt üstü yatıp gökyüzünü gözledi dakikalarca. Kraterin ucundan bir duman gibi gelip geçen bulutları ve arada kanat kanada gökyüzünde oynaşan turnaları izledi. 

* * 

Büyüdü Hasan. O da bozkırda doğup büyüyen herkes gibi ne zaman ve neden bu kadar hızla büyüdüğünü anlayamadan büyüdü. Önce kara kavruk yüzlü dedesi göçüp gitti dünyadan. Sonra Meke Gölü kurudu ve turnalar bir daha dönmemek üzere başka diyarlara uçtu!.. 

Babasından kendisine kalan kamyonun direksiyonuna geçtiğinde 20 yaşındaydı. Artık yaşamında bir Leyla’sı da vardı. Çocukluğundan bu yana gönlünün kaydığı Leyla’yla önce köy düğünlerinde gizli gizli bakışmalar, sonra arkadaşlar aracılığı ile mektuplaşmalar derken nişanlandılar. Askerden gelince de evlendiler hemen. 

Kızının doğumunun ardından emektar kamyonu satıp üzerine Leyla’nın bilezikleri ve bankadan çektiği epey yüksek bir krediyi de ekleyerek yeni model, üç dingilli bir kamyon aldı Hasan. Artık aile babasıydı, küçük kızı ve karısı vardı kendisinden ekmek bekleyen... 

Evlendikten bir yıl sonra doğan kızlarının adını Turna koydular. Turna telleri gibi sarı kıvırcık saçları olan kızını kucağına alıp onu havaya kaldırır, turna türküleri söylerdi. Onun, o şen gülücüklerini dinlemeye doymadı hiçbir zaman. “Telli turnam bizim ele varırsan / Şeker söyle kaymak söyle bal söyle” diye severdi, bal kızını...

Yollar ona memleket olmuştu artık. Binlerce kilometre yol tepiyordu alnına “Telli Turnam” yazdırdığı kamyonuyla. Gece gündüz kamyonun borcunu ödeyebilmek için çırpınıp duruyordu. “Bir çift turna gördüm durur dallarda / seversen mevlayı kalma yollarda / Sizi bekleyen var bizim ellerde / Bizim ele doğru gidin turnalar”ı söylerdi “Telli Turnam” ile uzun yollara direksiyon kırdığında. Leyla’sını özlediğinde Neşet’ten “Gurbet elde yollarımız bağlandı / Turnalar ne haber yardan ne haber” bozlağı gelip yapışırdı dudaklarına. 

Meke Gölü’nde bir damla su kalmadığı yıl, sanki Hasan’ın kısmeti de kurudu gölle birlikte. Kamyonuyla taşıyacak yük bulmak iyice zorlaşmış, yükten aldığı para neredeyse kendi masraflarını çıkarmaz olmuştu. Mazot, yağ, yıllık bakım, lastik masrafları derken araç için çektiği banka kredisinin aylık taksitlerini ödeyemez duruma geldi. Babadan kalan bir iki tarlayı satıp çevirmeye çalıştı borcu. Olmadı!..

En kötüsü yollar ona memleket olunca Leyla’sı da Hasan’a “el” oldu. Kavga edip ayrılmayı konuştukları gün akşam köyünden ayrıldı Hasan. Daha dört yaşındaki Turna’sını son kez kucaklayıp, gönlüne binbir kederi yüklenerek “Telli Turna”nın gazına bastı...  

Muradı koynunda, Turna’sı sılada kaldı!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...