28 Şubat 2020 01:00

Erdoğan iktidarının cihatçı çıkmazı ve Kürt açmazı

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Erdoğan iktidarının İdlib ısrarı da, bu ısrar nedeniyle yaşanan çatışmalarda asker ölümleri de devam ediyor. Dün MSB ve Cumhurbaşkanı Erdoğan önce hava operasyonlarında 2 sonra çatışmalarda 3 askerin daha yaşamlarını yitirdiğini açıkladı. Bir yandan İdlib konusunda Ankara’da Türk ve Rus heyetleri arasında görüşmeler yapılıyor, öte yandan Suriye ordusunun kenti cihatçılardan almak için Rus hava destekli operasyonu devam ediyor. Daha önce 5 Mart’ta İstanbul’da Rusya’nın yanı sıra Almanya ve Fransa’nın katılımıyla ‘dörtlü zirve’ yapılacağını açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Azerbaycan dönüşü uçakta yaptığı açıklamada belli ki Rusya’nın başka aktörleri devreye sokmak istememesi nedeniyle bu kez Putin’le ikili görüşme yapacaklarını söylüyor.

Peki, Türkiye ve BM’nin resmen ‘terör örgütü’ olarak gördüğü Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ- eski el Nusra) Lideri Colani, “Bölgede süren savaşın en az yüzde 75’ini HTŞ yürütüyor. Heyet direniş ve saldırıların olduğu 10 bölgenin en az 8’inde bulunuyor” dediği halde neden cihatçılara kalkan olma siyasetinde ısrar ediliyor?

Çünkü ülkedeki iktidarın yayılmacı emeller ve yeni Osmanlıcı hayallerle Suriye’nin fethi için 9 yıl önce başlattığı sefer, bugün İdlib’e ve İdlib’de de kenti ele geçirmek isteyen Suriye ordusuna direnen cihatçıların desteklenmesine sıkışmış durumda.

Bugün Erdoğan iktidarının hedeflerini gerçekleştirmesinin artık mümkün olmadığının ortaya çıkmış olmasına rağmen Suriye politikasındaki ısrarı nedeniyle yaşadığı sıkışmışlığı “cihatçı çıkmazı ve Kürt açmazı” biçiminde tanımlamak mümkün.

Neden cihatçı çıkmazı?

Çünkü bugün İdlib’deki durum, cihatçıların Suriye’ye müdahalenin dayanağı olarak kullanılması politikasının sonuna gelindiğini haber veriyor.

IŞİD, Nusra, Ahrar’uş Şam gibi cihatçı grupların sahada etkin olduğu dönem, Erdoğan iktidarının Suriye’ye müdahale politikasının en fazla dayanağa sahip olduğu dönemdi. Bu dönemde bu cihatçı gruplar bir yandan Suriye/Esad yönetiminin devrilmesi ve öte yandan Kürtlerin Rojava’da oluşturdukları özerk yönetimin yok edilmesi hedeflerine bağlı olarak desteklendi. Ancak bir yandan ABD’nin bölgede (Ortadoğu) zayıflamaya başlayan otoritesini yeniden tesis etmek için uygulamaya koyduğu ‘IŞİD ile Mücadele Stratejisi’ kapsamında Suriye’de (Kobanê’de) IŞİD’e karşı savaşan Kürt güçleri (Suriye Demokratik Güçleri-SDG) ile iş birliğine yönelmesi ve öte yandan eylül 2015’ten sonra Rusya’nın Suriye yönetimini desteklemek için askeri olarak devreye girmesi dengeleri değiştirip hesapları bozdu.

Rusya’nın askeri olarak devreye girip operasyonlara dahil olması, Suriye/Esad yönetimini devirme hesaplarının rafa kalkmasına yol açtı. Bu arada Kürtlerle (SDG) iş birliğine yönelen ABD’nin Rakka başta yapılan operasyonlar için SDG’ye ağır silahlar vermesi ve devamında temmuz 2016’da ABD ve Erdoğan iktidarı arasındaki gerilimden güç alan darbe girişiminin gerçekleşmesi karşısında Erdoğan iktidarı, Rusya ile iş birliğine yöneldi. Rusya ile iş birliği, zorunlu olarak Suriye yönetimini devirme hedefinin geri plana atılmasına ve Kürt sorununda ülke içinde sürdürülen politikanın devamı bakımından da tehdit olarak görülen Kürtlerin Suriye’deki kazanımlarını ortadan kaldırma siyasetinin öncelik kazanmasına yol açtı.

Rusya için Türkiye ile iş birliği, hem cihatçı çetelerin tasfiyesi ve hem de NATO üyesi Türkiye’nin ABD’nin hesaplarını bozmak için devreye sokulması bakımından oldukça işlevsel bir iş birliğiydi. Bu temelde bir taraftan Halep, Doğu Guta, Dera gibi bölgelerdeki cihatçı çeteler Türkiye’deki iktidar üzerinden adım adım temizlenerek İdlib’e taşındı ve öte yandan da hem Kürlerin gücünün sınırlanması ve hem de ABD’nin planlarının bozulması için ‘Fırat Kalkanı’ndan başlayarak Türkiye’nin Kürt özerk yönetimine yönelik operasyonlarına izin verildi.

Özetle hem cihatçı gruplar üzerindeki etkisi ve hem de ABD’nin planlarını bozabilme potansiyeli, Rusya’nın Türkiye’deki iktidarı Suriye’deki önemli aktörlerden bir haline getirmesini sağladı. Ancak bu durum Türkiye’nin ‘Barış Pınarı’ operasyonundan sonra değişmeye başladı. Bu operasyon sürecinde ABD’nin Kürtlerle iş birliği yaptığı sınır bölgelerinden çekilmesi ve daha sonra devreye giren Rusya’nın Kürt güçleri ve Suriye yönetimi arasında sınır güvenliği konusunda bir anlaşma yapılmasını sağlaması, buradaki dengeleri de değiştirdi. Rusya’nın devreye girmesi operasyonun sonunu getirdi ve Türkiye’nin operasyonun ilk dönemlerinde ele geçirdiği Tel Abyad ve Serêkaniyê (Resulayn) dışındaki bölgelere müdahale koşulları ortadan kalktı. Ötesinde Rusya’nın garantörlüğünde Suriye yönetimi ve Kürt güçleri (Demokratik Suriye Meclisi) arasında yeni Suriye’de Kürtlerin statüsü konusunda müzakereler başlatıldı.

Bu gelişmeler Türkiye’deki iktidarı adım adım cihatçı çıkmazına getirdi. Çünkü Erdoğan iktidarı her ne kadar eylül 2018’de o dönem Suriye ordusunun başlattığı operasyonu durdurmak için Rusya ile cihatçıların tasfiyesi konusunda taahhütlerde bulunduğu Soçi Mutabakatını imzalamış olsa da bu taahhütlerini yerine getirmedi ve getiremezdi de. Getiremezdi, çünkü bu taahhütlerini yerine getirmek bugüne kadar Suriye’de etkin bir aktör olmak için kullandığı en önemli kartını kaybetmesi anlamına gelecekti. Fakat bugün içine düştüğü durum, taahhütlerin yerine getirilmemesinin Türkiye’deki iktidara zaman kazandırmanın ötesinde sonucu değiştirmesinin mümkün olmadığını/olamayacağını gösteriyor.

Bu noktada şu söylenebilir: Rusya ile yapılan/yapılacak görüşmelerden Türkiye ve cihatçı grupların İdlib’deki yeni durumu, yani Suriye ve Rusya’nın kentin stratejik birçok noktasını ele geçirmiş olmasını kabul edecekleri yeni bir uzlaşma da çıkabilir. Erdoğan’ın açıklamaları, Suriye’de ele geçirilen diğer bölgelerden çıkışın en azından geciktirilmesi ve Kürtlere karşı pozisyonun tamamen kaybedilmemesi için böylesi bir uzlaşıya açık olduklarının sinyallerini veriyor.

Ancak Erdoğan iktidarı için cihatçı çıkmazı sadece cihatçı grupların Suriye’ye müdahale politikası bakımından işlevsiz hale gelmesinden ibaret de değil. Çünkü devamında Türkiye için önemli bir güvenlik tehdidi yaratacak olan sınır kapılarına dayanacak on binlerce cihatçı militanın ne olacağı sorunu/sorusu ile de karşı karşıya kalacaktır.

Aslında şimdiye kadar söylenenler iktidarın Kürt açmazının da çeşitli yönlerini kapsıyor.

Kürtlerin Suriye’deki kazanımları, bu koşullarda kendi çözümünü dayatamayacağını gören Erdoğan iktidarının ‘çözüm süreci’ni bitirmesinde de belirleyici bir rol oynamıştı. Bu nedenle içerideki baskı politikaları -ki, Erdoğan yine Azerbaycan dönüşü HDP’ye yönelik yeni operasyonların sinyalini verdi- ile Suriye’deki Kürt özerk bölgesine yönelik operasyonlar eş zamanlı olarak sürdürüldü. Fakat daha önce de belirtildiği gibi gelinen noktada Suriye Kürtlerine yönelik bu operasyonların sürdürülmesi koşulları önemli oranda ortadan kalkmış bulunuyor. Öte yandan Suriye yönetimi ve özerk Kürt bölgesindeki siyasi yapılar arasındaki görüşmeler, çerçevesi/kapsamı bölgedeki dengeler ve gelişmelere bağlı olarak şekillenecek olsa da Suriye’de Kürtlerin çözümün bir parçası olacağını gösteriyor. Elbette bu sürecin Kürt sorununda ülke içinde sürdürülen politikalar bakımından da kaçınılmaz etkileri/sonuçları olacak.

Sonuç olarak; cihatçı çıkmazı ve Kürt açmazı, 9 yıllık yanlış politikanın geldiği noktayı özetliyor. Erdoğan, bu yanlıştan dönüp halkın çıkarları temelinde bir politikayı benimsemek yerine kendi iktidarının devamı bakımından da bir dayanak olarak gördüğü için, ülkeye büyük bedeller ödetip yeni tehditler yaratmasına rağmen bugün İdlib’e sıkışan bu politikanın ömrünü uzatmaya çalışıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...