27 Şubat 2020 00:08

Savaşan şahin!

Savaşan şahin!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir savaş uçağı adı olarak bir zaman epeyce lafı ediliyordu. Savaş hünerlerinin üstünlüğünden hareketle bu adla anılmaktaydı. Teşbihte hata olmaz derler; benzetmiş olalım. Nasılsa “hakaret” statüsünde yer almıyor Türkiye’yi yönetenler “savaş şahini”! Hâla öğrenmeyen, görmeyen varsa görsün. Osmanlı’nın yıkılışından geride kalanları kurtarmayı başardıkları için dahi “şükreden” Cumhuriyet kurucuları, Türkçe karşılığıyla ülkede ve dünyada barış demişlerdi. Koşulları ancak buna elverirdi. Slogan daha çok dışarıyla ilişkiler açısından işlevliydi. İçeride işçi sınıfına, emekçilere, Kürtlere ve ilerici aydınlara karşı baskı ve sindirme politikası eksik sürdürülürken, uluslararası alanda yeni savaş cephelerinde yer almak ya da cephe açmak o günün koşullarında mümkün olamazdı, değildi.

Bu bir yana, siyasal bağımsızlığı sürdürmek ve az çok idare edilebilir bir sistem kurmak için dış yardımlara büyük ihtiyaç vardı. Daha kurtuluş savaşı sürüyorken başlayarak bu yardımı sağlayan Sosyalist Sovyetler Birliği oldu. Silah, para ve diplomasi desteği sağladı, cumhuriyeti bütün dünyada en önce tanıyan devlet oldu, Türkiye’nin “ekonomisini ulusal özellikleriyle inşa etmesi” için faizsiz kredi verip uzman gönderdi, vb. Sosyalist Sovyetler Birliği’ni yönetenler “barışçıl tutum”dan yanaydılar. Türkiye’nin “sulh”çuları da! Bu politika bir süre devam etti.

Ancak Türkiye kapitalist gelişme sürecinde ilerleme kaydettikçe, özellikle de ikinci büyük savaş sonrası koşullarda ABD işbirliği ve NATO üyesi olmasıyla da bağlı olarak “ülkede ve dünyada barış” politikasından yana olma tutumu giderek belirgin biçimde değişime uğradı. Bağımlı kapitalist Türkiye’yi yönetenler Bayar-Menderes’ten başlayarak Demirel ve Erdoğan’a kadar süreklilik gösteren Amerikancılıkla “piştikçe”, CIA-MOSSAD-MİT-Kontrgerilla-Ergenekon örgütlenmesi güç kazandıkça, Türkiye’nin savaş cephelerinde, cephenin ön sıraları ya da kıyılarında yer alışı da giderek “daha parlak şekilde” görünür oldu. “Yeşil Kuşak” çevermesinde yer aldı, BOP Eş Başkanlığı etiketi aldı, NATO karargâhı oldu vb.

Şimdinin yöneticileri “barış”tan sözedilmesini dahi ihanet sayıyorlar! Duymayan kalmamış olmalı! Saklı-gizli değil, bu sözü edenler “kodes”e konuyor. “Ülkenin ve milletin menfaatleri”nin “ülke sınırlarıyla sınırlı olmadığı”nı ilan edenler, bütün ötekilerden önce Amerikan emperyalistleri oldular. Onları diğer emperyalist ülkelerin şefleri izledi. Bizim ülkemizin politik-askeri oligarkları, “ecdat Osmanlı”nın “at koşturduğu topraklar”a tank-top-SİHA—İHA’larla dalış yaparken, bölgeye ve hatta dünyaya  “düzen verme” iddiasında dahi bulundular! Yeni Osmanlının şanındandır; “Frenk kıralı”na “eyvallah” çekilecek değil ya! Suriye içlerine durmaksızın askeri güç yığılırken, Suriye’nin topraklarından birkaç bölge “elde edilmiş” durumdayken, Suriye yönetimine kendi topraklarından “geriye çekilmez ise vurulacağı” söylenerek meydan okunuyorken, Libya’da Sarrac kuvvetleriyle birlikte Hafter güçleriyle savaşılıyorken, komşu ülkelerin yöneticilerine tehdit üstüne tehdit savruluyorken, eldeki en gösterişli malzeme silah gücüdür. İzlenen, “Madem bu bölge yeniden paylaşılmaya çalışılıyor, bari ben de gücüm oranında pay sahibi olayım!” politikasıdır. Yok öyle midir, değil midir diye kanıt aramak beyhude zaman öldürmektir.

Başka ülkelerin topraklarına, o ülkelerin insanlarının bir kısmına karşı savaşmaya gönderilen Türkiyeli askerlerden bazılarının cenazeleri geldikçe kabaran “ulusal öfke” ve yakınlarını saran üzüntü, “Bu politikanın sürdürülmesi yanlıştır, vazgeçilmelidir!” tutumuyla yer değiştirmedikçe, burjuva devlet yöneticilerinin bu politikadan vazgeçmeyecekleri çok açıktır. Bir diğer etken, büyük güçler arası rekabetin henüz büyük vuruşmaları gündeme getirmediği bugünkü durumdan farklı olarak, Türkiye’nin militarist politikasının kışkırtıcı-provakatif işleviyle nedenleyebileceği bir bölgesel ve uluslararası savaşın yol açacağı yıkım sonucu “kös kös eve dönüş” olabilir ki, bu çok daha başka sonuçlara yol açar.

Türkiye’nin işçi ve emekçileri, kapitalist rekabet ve emperyalist hegemonya mücadelesiyle bağlı olarak gündeme gelen bu savaş ortamında, sadece yöneticilerin konuşmalarını dinleyip “çı çı”lar ederek yükleri şimdiden çekilemez hale gelen bu politikayı boşa çıkaramazlar. Suriye, Libya, Irak, Afganistan niye bu duruma geldi sorusunu kendilerine sorup Türkiye’yi yönetenlerin izledikleri savaşçı ve yayılmacı politikanın yıkıcı karakterini görmedikçe ve bu politikaya karşı çıkmadıkça, durum daha da karmaşık, daha da yıkıcı olmaya devam edecektir. Belirleyici “ilkesi” ekonomik-askeri güç olan ve birbirini yeme üzerine kurulu kapitalist-emperyalist sistemde, halklar açısından tek çıkar yol, bu sistemin üzerinde yükseldiği emek güçlerinin talanına son vermesini bilmeleridir. Seyrederek ve susarak “evlere ateş düşmesi” önlenemez. İktidarı ve politikalarını durduracak bir tutuma ihtiyaç vardır. Ağlayanlarla ateşleyici “savaşalım” sloganları atanlar aynı duyguları paylaşmıyor, aynı çıkarları savunmuyorlar. Öyleyse herkes kendi gerçeğine dönmesini öğrenmeli ve buna göre hareket etmelidir. İhtiyaç olan budur!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...