26 Şubat 2020 00:09

Bir yönetme söylemi olarak "şehitlik"

TSK'nin araçları

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Daha eski referans kaynakları olsa da ‘şehitlik’ kavramı, Türkiye’de, cumhuriyet tarihi bakımından, işgale karşı yurt savunmasında yaşamını yitirenlerle özdeşleşmiştir. Bu haliyle, Şair Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı dizelerine de yansımıştır: “Bastığın yerleri ‘toprak!’ diyerek geçme, tanı!/ Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı./ Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı;/ Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.” Ardından da, ‘şehitlik’ mertebesi ‘istiklâl’ kavramı ile ilişkisi bağlamında yüceltilir: “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?..”

Ancak, savaşlarda ‘şehit’ haberlerinin, hep o savaşların karar alıcı mekanizmalarında söz hakları olmayan yoksulların ocağına ateş gibi düşmesi, bu kavramın sınıfsal bağlamlarını açığa vururken, kavramın ağırlığı ile kullanılma biçiminin kolaylığı arasındaki ters ilişkinin de sorgulanmasını gerektiriyor.

‘Şehitlik’ kavramı, bir dava uğruna canını feda etme bağlamında farklı kesimler tarafından da kullanılıyor. Ancak biz, köşe yazısının sınırlılığı içinde burada yönetme pratiği içindeki özellikleriyle kendimizi sınırlayacağız.

Şehitlik kavramının yönetenlerce zikredilme kolaylığı ile onu doğrudan yaşayanların hayatlarındaki ağırlığı arasındaki mesafe yıllar içinde bu kavramın gelişigüzel kullanımına karşı bir tepkiyi de gündeme getirdi. Yakın tarihimizden sadece iki haber örneği ile hatırlayalım. “Şehit yüzbaşının yarbay ağabeyi isyan etti: Şu güne kadar çözüm diyenler neden şimdi savaş diyor. Şırnak’ın Beytüşşebap İlçesi’nde, Ayvalık Köyü’ndeki Jandarma Karakolu’na PKK’lılar tarafından düzenlenen saldırıda hayatını kaybeden Yüzbaşı Ali Alkan’ın Osmaniye Büyük Cami’de düzenlenen cenaze töreninde milletvekilleri protesto edildi. Şehidin Jandarma Yarbay ağabeyi Mehmet Alkan, kardeşinin tabutuna ‘Alim’ deyip sarılarak, ‘Buranın vatan evladı, 32 yaşında, daha vatanına, sevdiklerine doymadı, dünyaya doymadı, bunun katili kim? Bunun sebebi kim? Şu güne kadar ‘çözüm’ diyenler neden şimdi ‘sonuna kadar savaş’ diyor’ dedi.” (23 Ağustos 2015, T24)“15 Temmuz şehidinin babası isyan etti. TRT muhabirinin yayın yaptığını gören 15 Temmuz Şehidi Yakup Sürücü’nün babası ‘Kendi Afrin’e gidene kadar oğlunu yollayaydı, Bilal Erdoğan’ı yollayaydı. Benim oğluma bak, şehit oldu onun yüzünden’ diyerek sesini duyurmaya çalıştı.” (2 Mayıs 2018, Yurt Gazetesi)

Özellikle uzun yıllardır can kayıpları ile sonuçlanan Kürt sorunu ile bağlantılı savaş açısından çok sayıda haber örneği ile hatırlayabileceğimiz bu tepkiler, ‘şehitlik’ kavramını öne çıkaran ve ona yol veren politikaların sorumluları ile doğrudan hayatlarında yaşayanlar arasındaki farkın çok açık ifadeleridir.

Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın, 2014 yılı mayısında yaşanan ve 301 işçinin ölümü ile sonuçlanan Soma’daki işçi katliamı sonrasında yaptığı “Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var” açıklaması, Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, 1999 yılında gerçekleşen Marmara depreminden sonra yaptığı “Altımız çürüktür, ama yine de bu altın üstünde yaşamaya mecburuz. Yine bu topraklar üzerinde yaşayacağız, ama daha dikkatli olacağız. Biz bu abdestle çok namaz kılarız” sözleri de özünde benzer bir yaklaşımdan besleniyor. Bu topraklarda köklü bir tarihe sahip kadercilik cephaneliğinin, karşımıza çok sık ve kolaylıkla bir iktidar söylemi olarak çıkmasında, “Bu toplumda gideri var” anlayışının etkisi yadsınamaz.

Dağıtmadan yeniden konumuza dönersek, AKP’nin son dönemi ile birlikte “şehitlik” referansının “istiklal” bağından, sınır ötesine taşınan “ulusal çıkar” referansına doğru evriltilerek yeniden inşa edildiğini görüyoruz. Daha öncesinde NATO için Kore’ye asker gönderme politikası ile başvurulan bu yöntem AKP iktidarı tarafından bir rutine dönüştürüldü. Erdoğan’ın Libya’da yaşamını yitiren asker haberlerinin ardından dile getirdiği, “Libya’da birkaç tane şehidimiz var, şehitler tepesi boş kalmayacak” sözleri istisnai bir dil sürçmesi değildi. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Boğaz Köprüsü’ne “15 Temmuz Şehitler Köprüsü” adının verilmesi ve yine birçok başka durak, sokak adında yine “şehit” ifadesini görmek, gündelik hayatımızın çok sık karşılaştığımız bir göstergesi haline geldi. Cumhuriyet’in başında yurt savunması bağlamında meşrulaştıran “şehitlik” kavramı bugün artık iktidarın bekası ve onun politik hedeflerinin dolaysız sonuçlarını onaylanmasının dini, milli ve tarihsel referanslarla desteklenen örtüsüne dönüştürüldü. Özetle, bir yönetme pratiğinin bayrağında bugün bu kavram yazıyor: “Şehitlik!”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa