23 Şubat 2020 00:45

Shakespeare’den güven dersleri

Mücella Yapıcı Gezi davasında beraat kararının ardından desteğe gelenlere yumruğu havada sevincini paylaşıyor.

Fotoğraf: İbrahim Mase/DHA

PAZAR
Paylaş

Birbirini tanımayan insanlardan oluşan bir grubu kaynaştırmak için belli yöntemler vardır. 

Mesela 20 kişi bir araya geldiniz ve artık bir ekip olacaksınız. Önce bir daire yaparsınız. Biri adını söyler, ikinci önce birincinin sonra kendisinin adını söyler. Üçüncü ilk ikinin adını sonra kendi adını derken yirminci kişi herkesin ismini ve sonra kendi adını sayar. Takılanın takıldığı yerden oyun yeniden başlar. Bunu 5 tur yaparsanız artık herkes herkesin ismini öğrenmiş demektir.

Sonra mesela beşe bölersiniz bu grubu. Dörderli beş ekip oluşur. 

Her bir ekibe bir paket çubuk makarna ve marshmallow verip bunlarla en yüksek kuleyi yapmalarını istersiniz. Ekip ruhu oluşsun, ortak akıl üretilebilsin.

Böyle bazı egzersizler ardından sıra gelir güven çalışmasına.

Dizlerinizi kırmadan, gözleriniz kapalı kendinizi sırt üstü bırakırsınız. 

Birilerinin sizi tutacağını bilerek. Dizleri ne kadar az kırarsanız o kadar çok güveniyorsunuzdur ve sizi tutmak da bir o kadar kolay olur.

Hah işte burada artık sıkıntı var. Geçen hafta bir güven çalışması videosu izledim. Kimse kendisini bir başkasının kollarına rahatça bırakamadığından görüntüler trajikomikti. 

Sonra düşündüm kim, kime nasıl güvensin ki?

Güven ruh gibidir, terk ettiği bedene asla geri dönmez diyor William Shakespeare

Ruhumuz çekildi gibi içimizden bir nevi.

Neye güveniyoruz?

Cüzdandaki paraya güvenemiyoruz, kasada 4 parça sebzeye yetmeyebilir. Bankadaki paraya güvenemiyoruz, el konabilir.

Bankaya hiç güvenmiyoruz, bir bankada hesap açtırmak bile tutuklanmaya sebep olabiliyor. Kaldırımda durmak suç sayılabilir, çocuklar ölmesin gibi evrensel bir doğruyu söylemek de. Barış diyemezsiniz, çocuğunuzun adıysa sokakta yüksek sesle bağırmaya dahi çekinebilirsiniz.

Önümüzdeki ay maaş yatacak mı, oturduğumuz ev depremden sağ çıkacak mı, bu ödediğimiz primler emekli maaşı olarak dönecek mi, diyelim ki döndü ay sonuna yetecek mi, bir gün hasta olursak bu ilaçları devlet karşılayacak mı, o ilaçlar piyasada bulunacak mı, Paris Anlaşması’nı imzalamadık ama 10 sene sonra da musluklardan su akacak mı, lambalar yanacak mı, eve hırsız girecek mi, hırsızın girmediği bir yer kalacak mı, bekçi sehven kafamıza sıkacak mı, corona ülkeye girerse biri bize haber verecek mi, savaş çıkacak mı, herkes bu akşam eve sağ salim dönebilecek mi, bir şiddete kurban gitsek hesabı sorulacak mı?

Gezi davası 16 ay sürdü. Akıl sağlığı yerinde olmayan bir tanığın ifadeleriyle, bir yerden bulup geldiği ne idüğü manasız gaz maskesiyle, yapılmamış konuşmalar, çekilmemiş belgeseller, havale edilmemiş paralar üzerinden yüzlerce sayfa iddianameyle geçen 16 ay. Sanık sandalyesinde oturan aydınların hiçbir tanığı dinlenmedi, savunmaya soru sorma hakkı verilmedi. Hiçbir talepleri kabul edilmedi. Bir katil incinen cinayet silahı ile davaya mağdur olarak katıldı. Canımız acıyor denildi, kâr etmedi.

Sonra, son vapuru yakalar gibi soluk soluğa bir karar açıklanmasıyla, o 16 ay hiç yaşanmamış, tırnaklar avuçlara geçmemiş, dişler sıkılmamış, sabırlar sınanmamışcasına çat çat çat beraat.

Bir nevi “attık yalanı tutmadı” ilamı. Tutmayan bir dizinin aniden alınan yayından kaldırma kararına karşı eli ayağı karışmış bir senarist telaşıyla absürt bir son.

Hak yerini buldu ama bunun içinde hukuk yoktu. Neden-sonuç ilişkisi ise hiç olmadı. 

Gezi, herkesten büyüktü, milyonlarca insanın haklı direnişiydi. Yargılanamazdı. Akılları bunu almadı ama kabullenmek zorunda kaldılar.  

Sonuç, bir yandan kalpleri yerinden sökecek bir sevinç, bir yandan ise derin bir şüphe getirdi: Neden şimdi ve bu şekilde?

Akşama çıktı kokusu, Kavala için yeni bir gözaltı. Yine iddianamesiz başlatılan yeni bir tutukluluk. Osman Kavala, Gezi davası öncesi 477 gün iddianamesiz tutuklu kaldı. Toplamı bugün itibarıyla 845 gün.

Şimdi neye güveneceksin? Kime güveneceksin?

Beraat kararı veren heyete göstermelik bir soruşturma, dört koldan yeni bir Gezi kötülemesi, Kavala’ya bu sefer 15 Temmuz suçlaması.

Bir insan nasıl aynı anda hem Gezici hem cemaatçi olabiliyor mantık almıyor ama zaten bunların mantığı da Gezi’yi hiç anlamıyor.

İnsan bir film izlerken bile senaristten, yönetmenden tutarlılık bekler. İsterse konu uzayda geçsin isterse sene 2050’de, kendi içinde kurguda bir mantık olması gerekir.

O bile yok.

Bunca hızlı ve apar topar yazılıyorsa senaryolar, belli ki oyunun sonu yakın, izleyici azaldıkça, senaristleri sarmış bir telaş.

Bizim içimizden ruh gibi çekilirken güven, kendilerine güveni balon gibi şişirdiler. Önünü alamadıkça hırsların, mantığı azaldı kararların.

Ne diyordu Shakespeare, Macbeth’te:

“Oysa hep bilirsiniz nedir,

Ölümlülerin başını yiyen:

Kendine fazla güven. “

Şimdi kocaman bir daire oluştursak ve ezberleyebilmek için saymaya başlasak bir bir kayıplarımızın adlarını, 20 turda zor biter. Öyle uzun bir liste, öyle acı geçen 18 sene.

Biz bu güvensizlik iklimine nasıl dayanacağız?

Biz gözleri kapalı, sırt üstü kendimizi geriye ne zaman bırakabileceğiz?

Dayanışmayla atlatacağız.

Bunca ağızdan birden Gezi savunulmasaydı, sonuç başka ve daha ağır olurdu. Artık söylemekten korkma zamanı geçti çünkü söylemeyen bile bir yerden eskaza cezaya tabii.

Piyangonun kime vuracağı belli değil, susmanın kurtuluş garantisi yok, vicdandan ve huzurdan çaldığı çok.

Yine Shakespeare’a döneceğim:

“Herkesi sev, azına güven, haksızlık etme hiç kimseye.

Kaba güçle değil, zekanla çık düşmanın karşısına

Kendininmiş gibi savun dostunun hayatını.

Gevezeliğin için değil, suskunluğun için kızsınlar sana. “

Kavala’ya iddianame dahi olmadan ikinci kez tutukluluk kararı verildiği gün Hainler Mezarlığı’nın fikir babası Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı’ya da ‘FETÖ’ye üye olmaktan 8 yıl 9 ay hapis cezası verildi. Kararla birlikte Kavurmacı tahliye edildi.

Bu sebeple ve takip ettiğim Gezi davasının neye benzediğini gördüğümden, hiç tanımadığım Osman Kavala için yalnız değildir diyebiliyorum.

Krala yaslanan düşüyor, bir gün bu kararlara bu imzaları atacak kimse kalmayacak. O zamana kadar kendimize güvenilir insanlar seçip bir arada durmaya bakalım. Elimizdeki malzemelerden en yüksek güven kulesini, en kalabalık ekiple, ortak akılla, emekle, dirençle kurmaya çalışalım.

Güveni ararken merhameti temel alabilirsiniz.

Ceren Damar davası Sanık avukatı Vahit Bıçak’ın, öldürülen genç bir kadın için söylediği 15 Temmuz’u savundu sözleri, ailesi için dediği siyasi rant elde etmeye çalışıyorlar cümlesi…

Merhametten uzaklaştıkça muktedire yaklaşırsınız.

Merhamet güven için iyi bir göstergedir.

Ben demiyorum, Shakespeare iktidar hırsına değindiği Macbeth’te söylüyor:

Geride merhamet kalmadıysa orada güven de yoktur demektir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...