09 Şubat 2020 00:15

Ahmet Erhan'a çıkan yol

Fotoğraf: Pixabay

PAZAR
Paylaş

Ahmet Erhan arıyordu, ben vapurdaydım ve çıkınımda şiir vardı.

Ağır Ol Bay Düzyazı dergisinin 5. sayısını matbaadan yeni almış kitabevlerine dağıtmıştım. Sakin ve güzel bir eylüldü. 2001 yılı nedense sakin geçiyordu benim için, işsiz olunca acele edecek bir nedeni de kalmıyor insanın. Kısa süre sonra askere gidecektim. Çantamda derginin yeni sayısından üç beş tane vardı. Eee, adını Cemal Süreya’nın dizesinden almış dergi, Kadıköy’de Cemal Süreya Sokak’taki evlerin muhtelif yerlerine bırakıyorduk dergiyi. Selçuk Yamen benden daha uzun olduğu için bu işlere o bakıyordu.

Vapurla Kadıköy’den Beşiktaş’a oradan Taksim’e geçip Çiçek Pasajı civarında yeni sayı için kendimce kutlama yapacaktım. Aman bu yazıyı Ömer Şişman okumasın. Ağır Ol Bay Düzyazı’da ağırlıklı olarak kendisi ve arkadaşlarının şiirlerini yayımladığı son üç sayıda editörlük yaptı. Ondan önceki sayılarda yayımlanan ne kadar şiir varsa hepsini çöpe attığı söyleşiler verdi gerine gerine. Son üç sayıyı da Türkiye edebiyatının yüz akı olarak niteledi. İhbarcılar türedi oradan. Elinden gelse nüfus cüzdanına işletecek Ağır Ol Bay Düzyazı’da editörlük yaptığını. Ne menem şeyse...

Haa ben vapurdaydım; karşıya geçiyordum ki telefonum çaldı. Ahmet Erhan arıyordu...

Ülker Sokak’taki evine çağırıyordu. “Abi” dedim. “Gelemem”, dedim. “İşim var,” dedim. Dinlemedi. “Bak hele” dedi. “Bekliyorum haa…” dedi. “Çabuk gel…” dedi.

Çantamda sermayesini hapishanede harçlıklarımızdan keserek biriktirip bir araya getirdiğimiz Ağır Ol Bay Düzyazı dergisinin yeni sayısı vardı. Avuçları çalışmaktan nasır tutmamış ve hiç yoksulluk çekmemiş çocukların editörlük hayallerini süsleyen dergiyle birlikte Ülker Sokak’taki eve doğru yürüyordum. Meydan her zamanki gibi cümbüştü.

Taksim Meydanı’ndan Kazancı Yokuşu’na doğru seğirttiğimde 77 yılı 1 Mayıs’ında ve devlet dersinde öldürülen arkadaşlarımıza selam vermek gelirdi içimden her defasında. Orada sanki gene bizi temsilen gülümseyen bir heykel vardı, İsmail Hakkı Öcal’ın o heykeli hâlâ duruyor yokuşun başında. Temsil ettiği değerler ve insanlar nedenlerini çoğaltarak uyanıyor her sabaha.

Ülker Sokak’a doğru inmeye çalıştığımda sol yanımda kalırdı ki, göz göze gelip selamlaşır gibi olurduk heykelle; Ülker Sokak’tan çıktığımda da o yokuşu bitirmiş olmanın soluklanacağım anlamına geldiği zamandı. Kaidesine oturup sırtımı dayardım adaşımın heykeline. Yandan bakınca kanatlanmak üzere olan bir kelebeği çağrıştırıyor bana. Kurşunlanıp panzerle ezilen onca insanın bir kelebek ömrüyle göğe ağmadıklarını kim iddia edebilir.

Küçük bir balkonu olan evde Galatasaray bayrağını asmış Ahmet Erhan otururdu. Ülker Sokak bir şairin konukluğuna sevinirdi.

Küçücük evinde kitapları, çalışma masası, birkaç yer minderi, küçük bir buzdolabı, kitaplığı ve gereğinden fazla hiçbir eşyası olmayan Ahmet Erhan kendi yalnızlığının kozasını örerdi usul usul. Geleni gideni olurdu elbet. Şaşkınlık ve hayretle kabullenmişti İstanbul Ahmet Erhan’ı. Şaşkınlık ve hayret dolu haberlere konu olurdu gazetelerde.

“Bugün de ölmedim anne” Everest Yayınları’ndan çıkan seçme şiirlerinin kapağında yer alan fotoğraf işte Ülker Sokak’taki evin balkonundan çekilen bir fotoğraftır ve şairin sığınağıdır orası. Kendisi zaten sokaklara çıkıp dolaşmayı, insan kalabalığını seven bir insan olmadığı için evinde zaman geçirmenin de ustası olmuştu haliyle.

İstanbul’a yerleşmek için trenden inip Taksim’e Hüseyin Alemdar’ın Sadri Alışık Sokak’taki, Hera Şiir Evi’nin de olduğu büroya geldiğinde, daha o sabah tanışmıştık. O gün Nevizade’de çok sevdiği Boncuk’a gittik, onun dışında birkaç şiir buluşması dışında evinden çıktığına tanık olmadım. Zaten haset ve dedikodunun Fransız İhtilali’ndeki giyotin gibi işlediği bir dönemdi ve birinin arkasından konuşmak ata sporuydu, evet.

Evden çıkıp ne yapacak, onca basiretsiz şairin yerleşik dedikodusuna maruz kalacağına evinde oturup şarabını içer, şiirini yazarsın. Daha akıllıca ne olabilir.

O günlerden kalma fotoğraflar yok denecek kadar az ne yazık ki...

Vapurdan inip İsmail Hakkı Öcal’ın heykelinin yanından, Kazancı Yokuşu’ndan aşağı seğirttim. Sola dönüp lahmacun ve kebap kokularını, camiyi ve kapının önünde gelip geçen herkese dikkatle bakan bakkalı geçip Ahmet Erhan’ın evine gittim.

Zili çaldığımda zaten balkona çıkıp bakıyordu hemen. Yukarı çıktım, sarılıp kucaklaştık, yer minderine oturup sırtımı duvara dayadığımda bir bardak şarap ikram etti bana.

Anlaşılan o ki ikimiz de anlatacak çok şey biriktirmiştik. Önce ben başladım söze. “Abi,” dedim. “Bu şarap güzelmiş,” dedim. “Daha var mı bundan?” dedim. “Var!” dedi. Sonra devam etti, “Bak hele,” dedi. “İyi ki geldin la, kardeşim” dedi...

“Sizin Ağır Ol’a şiir verecem…”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...