01 Şubat 2020 23:00

‘Dediğim dedik, çaldığım düdük’ meselesi

‘Dediğim dedik, çaldığım düdük’ meselesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Kirvem,

Geçen hafta Elazığ ve Malatya’da meydana gelen depremin ardından milletçe yaralarımızı sarmak için elimizden gelen her türlü gayreti sarf ederken, aynı zamanda da bundan sonra bu tür acı olaylarla mümkün mertebede tekrar karşılaşmamak için atmamız gereken adımlar üzerinde laflayıp durduk, duruyoruz...

Laflayıp duruyoruz; çünkü bundan önceki depremlerde veya benzer afetler sonrasında özellikle yetkili merciler tarafından dillendirilen cafcaflı, allı pullu vaatlerin, daha da doğrusu aynı kalıptan çıkmış “bayat” sözlerin neredeyse tümü üç-beş gün içinde tıpkı saman alevi misali sönerken, geriye kalan sadece lafı güzaf ise, demek ki toplum olarak her defasında amiyane deyimiyle haybeye laf üretip, boşu boşuna kürek çektik, çekiyoruz...

Mesela son günlerde memleket sathında yapmamız gereken herhangi bir işimiz, gücümüz yokmuşçasına veya halkımızın maddi manevi bilumum sorunlarının köküne sanki tuz ruhu, sanki zaç yağı döküp, böylece seksen iki milyonu sollayan nüfusumuzun orta yerde elle tutulur, gözle görülür meselelerini yer ile yeksan etmişçesine, şu sıralar durduk yere İstanbul Kanalı diye bir sevdanın peşine takıldık...

Ülkenin içinde bulunduğu maddi ve manevi koşullar dikkate alındığında, görünen o ki; şakulü çarpık, pergeli yamuk, cetveli eğri olan böylesine çetrefil bir işe kalkışmanın bizatihi kendisi bile başlı başına bir sorunken, buna rağmen illa da “Dediğim dedik, çaldığım düdük” yaklaşımının hüküm sürdüğü bir ortamda demokrasiden söz etmek aslında öncelikle ele alınması gereken asıl meselemiz...

Toplam nüfusumuzun yaklaşık dörtte birinin yaşadığı bu şehri İstanbul’da, meydana gelecek bir depremin yol açacağı felaketin boyutlarını televizyon ekranlarından dinleye dinleye milletçe neredeyse birer deprem uzmanı kesildik ama, diğer taraftan da kimileri gecekondu bozuntusu, kimileri de bilmem kaç katlı gökdelenleri inşa ederken işin mühendislik kısmını es geçip, sadece rant hesaplarına odaklandık...

Sonra?..

Sonra, kapımızı ansızın çalan bir depremin yanı sıra, keza tıpkı maden ocaklarında yeterli tedbirler alınmadığı için sadece “kaza” diyerek defteri kapatılan olayların hemen akabinde hep aynı nakaratı tekrarlayıp böylece sözde teselli buluyoruz...

“Elazığ ve Malatya’daki depremlerde ölen vatandaşlarımıza rahmet, yaralılarımıza şifa, tüm vatandaşlarımıza da geçmiş olsun...”

Yetkili ağızlar tarafından şu veya bu olayların ardından dillendirilen yavan, basmakalıp lafların son kullanma tarihi günün birinde acaba dolar mı, yoksa bu bizim diyarlarda işimiz gücümüz her zamanki gibi Allah’ın himmetine mi kalır, bunu kendi payıma gerçekten de bilemiyorum Kirvem!

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...