30 Ocak 2020 00:35

Burjuvazi "Afet"i de kazanca çevirir!

Elazığ'da meydana gelen 6.8 büyüklüğündeki depremin ardından arama kurtarma çalışmaları yapılırken

Fotoğraf: Orhan Kurul/Evrensel

Paylaş

Burjuva devlet iktidarı kendi kendine işleyen bir makine değil; belirli bir grup insanın belirli bir sınıfın -bazı özgün koşullarda birden fazla sınıfın-çıkarlarını korumayı ve tüm toplumun çıkarı gibi göstererek yönetimi altındaki herkesi buna “ikna etme”yi görev edinmiş olarak işlettikleri bir aygıttır. Bu aygıtı çalıştıranların temsilcisi oldukları sınıfın dolaysızca üyeleri olmaları şart değildir. Ancak tekelci kapitalist dönemde bunlar arasındaki bileşimde egemen sınıfın doğrudan unsurlarının sayısı giderek artmıştır. Bankaların, fabrikaların, borsaların, büyük tarım ve sanayiye yönelik tarım ürünleri arazilerinin sahipleri artık devlet yönetiminde fiziki olarak da daha fazla yer alıyorlar.

İşçi ve emekçilerin, kentlerin ve kırların yoksullarının, büyük gençlik kitleleriyle kadınların büyük çoğunluğunun hayati bir sorunu, devletin, onları sömüren ve baskı altında tutan kanlı-canlı ve fakat her toplumda çok azınlık bir kesimi oluşturan sınıfın elindeki bir aygıt olduğunu görüp kavramadaki eksiklikleri ve yanılgılarıdır. Birileri halk kitlelerinin büyük çoğunluğunu “milletin çıkarları” adına kendi çıkarları yönünde sürükleyebiliyorlarsa, bu yanılgı ve yanlış tanıma nedeniyledir. Zor’un payı inkar edilemez ve her zaman devrededir. Ancak “algı” sözcüğünün savaşta, depremde, sel baskınında bu denli önem verilerek gündeme gelmesinde de görüldüğü gibi, aldatmak, hedef şaşırtmak, egemen sınıf çıkarlarını savunanlar ve temsil edenler için devlet olmanın, yönetmenin, iktidarlarını sürdürmenin olmazsa olmazlarındandır. 

Adına “kamu hizmeti” denen bütün işler, devlet iktidarının söz konusu olduğu her yerde devletlerin görevidir. Bu hizmet yerine getirilirken gerekli tüm kaynak yine halkın kendisinden sağlanır. Bundandır ki herhangi devlet iktidarı ve yöneticisinin “yol su kanalizasyon, sağlık, eğitim hizmeti”nden, deprem, sel baskını, toprak kayması vb. gibi doğa olayları karşısında alınan önlemlerden bahisle övünmesi de, aldatma-yanıltma kapsamına girer. Bunlar çünkü her yönetimin mecburen yerine getirmekle görevli olduğu işlerdendir. Ama burjuva devlet iktidarlarının hak talebinde bulunanlara saldırmaları, onları düşman ilan etmeleri, muhaliflerini ezme yöntemiyle etkisizleştirmeyi çıkar yol görmeleri, iktidarı kaybetme, ayrıcalıklarını sürdürememeleriyle bağlıdır. Korkuyla bağlıdır ve korkutma amaçlıdır.

İşçi ve emekçiler, yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi istekleri karşısında iktidarın propagandası ve polisiye güçlerinin üzerlerine gönderilmesini unuttuklarında, deprem vergisi olarak kendilerinden alınan ve çeşitli kaynaklarca 40 milyar lira olduğu belirtilen kaynağın nereye gittiğini bilmediklerinde, kendilerinin işsizlik sigortasın için fona ödedikleri onlarca milyar liranın nereye harcandığından habersiz bırakılmayı kabullendiklerinde, yöneticilerin yönetme işi tabii ki kolaylaşır. Kolaylaşmakla kalmaz, kendilerini kimseye hesap vermek zorunda görmeyen bir tutumla politika belirler, savaş dahi çıkarırlar. İstanbul gibi on beş milyon insanın yaşamını etkileyeceği ve önlem alınmazsa yüzbinlerce insanın ölebileceğini söyleyen bilim insanlarının rapor ve açıklamalarını dikkate almaz,  deprem araştırma gemilerini petrol sondajı için Akdeniz’e rekabete gönderirler. Doğa olayları karşısında, ya da yoksulluk ve açlığa karşı halkların kendi yaşamlarından biriktirip dayanışma kültürü çerçevesinde katlandıkları fedakârlıkları istismar etmekten kaçınmaz, Elazığ depremi enkaz kaldırma çalışmaları sırasında açık mikrofonlardan yayıldığı üzere “sayın bakanım kamu oyunda algı çok iyi “şeklinde konuşacak kadar “afet”i politik kazanca çevirmeye çalışırlar.

Bütün bunlar mevcut sistemin, kurulu sermaye “düzeni”nin, onu sürdürmeye çalışanların gerçekliğidir. Sömürülen ve baskı altında tutulan sınıf ve kesimler bunları ve benzeri binlercesini görüp kavrayarak deyiş yerindeyse sistemin ve sürdürücülerinin maskelerini indirmeye ve kendi hakları için birleşerek daha kararlı şekilde mücadele etmeye yönelmeden bu durumun temelli bir biçimde değiştirilmesi mümkün olmaz.

Bu sistem evet eninde sonunda yok olmaya mahkumdur. Sömürülenlerin varlığı ve kendi kurtuluşları için gerekenleri yerine getirmeleri bunun şartıdır. Ama hiçbir sistem kendiliğinden yok olmamıştır. Kapitalizm de kendiliğinden yok olmayacaktır. Onun yok olmaya mahkum oluşunu zamana-tarihe bağlamak ise bizim işimiz değildir. Gerçekleri en geniş kitlelere bıkmaksızın açıklamak, proleter ve emekçi milyonların bu zulüm düzeninden kurtuluşun yol ve araçlarını daha iyi görüp kavramaları için daha fazla çaba göstermek, koşulların zorluğuna ve olanaklarımızın kısıtlı ve darlığına rağmen, bu olumsuz etkenleri de aşmak üzere daha çok ve daha çok emekçiyle örgütlü sosyalist birliği gerçekleştirmek, sömürüsüz ve baskısız geleceği kazanmanın bize düşen yanıdır. Yaşanan her toplumsal olaydan doğru sonuçlar çıkarılmasında bütün bunlar büyük öneme sahiptir.  

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa