23 Ocak 2020 01:00

“Bedel ödetmek” ve “bedel ödemek!”

Hindistan'da polis barikatı ve kitlenin bekleyişi

Arşiv | Fotoğraf: @cpimspeak'in Twitter hesabından alınmıştır

Paylaş

Bu ikili sözcük o denli çok kullanılışlı ki, neredeyse her gün bir biçimde duyuyoruz. Ne var ki, her iki ikili sözcüğün yaptırımcılarıyla yaptırıma hedef olanlar zamana, döneme, güce, bulunulan konuma göre değişiyor. Egemen durumda olanlar genellikle “bedel ödetmek”ten söz eder, “bedelini ödeyecekler” diye konuşurlar. Muhalif olanları ve o potansiyeli taşıdıklarını düşündükleri kişi, çevre, topluluk, parti, sendika olsun hepsini siyasal ve sosyo pisikolojik tehdidin hedefine yerleştirirler.  

Bedel, ticari dilde ve iktisadi karşılığı bir yana bırakılırsa, bir edimin, eylemin, amaca yönelik çabanın karşılığı olmak üzere çeşitli türden cezai yaptırımı ifade eder. İnsanın, toplumsal yaşamında, daha iyi yaşayabilmek için başvurduğu ne varsa, bir bedeli olagelmiştir. En basitinden yaşayabilmek için çalışması, güç tüketmesi, emek sarfetmesi gerekmiştir. Bir bedeldir, kaçınılmaz ve zorunludur. Topluluk halinde yaşadığından beri, yaşamını üretimi ve yeniden üretimi için başkaca insanlarla ilişki kurarken, düşe kalka, öğrene-örgütlene kendisi için daha iyiye ulaşmaya çalışmış; yorulmuş, yaralanmış, kiminde ölmüş, kiminde sakat kalmıştır. Bu kadarı o zorunluluklar zinciri dahilinde sayılabilir. Ama bu kadarı, “bedel ödeme”nin en basit ve sıradan biçimi biçimleridir. Ne ki, bedel var, bedel var!

Sınıflara bölünmüş; eşitsizliği ve adaletsizliği kendi karakteristik özelliği olan bir toplumda; işsizlik, yoksulluk, açlık, gerginlik, kriz, çatışma ve savaş üreten bir ekonomik toplumsal sistemde “ödeten” ve “ödeyen” ilişkisine alınan bedel, kimi zaman dört işlemle çözülebilir olmayan büyüklükte olabiliyor. Büyük savaşlarda yenenler ve yenilenler değişen oranda bedel öderler. Ama en çok bedel ödeyenler savaş koşullarında ölen, yaralanan, sakat kalanlarla onların aileleri, akraba ve tanıdıklarıyla birlikte, yıkıma uğrayan ekonomik-kültürel birikimdir. Onu da yine emekçiler bedenlerinden harcayarak emek güçleriyle ve doğadan aldıklarıyla yapmış-yaratmışlardır.

Geçmiş zamanlar bir yana, içinde bulunduğumuz dönemin, burjuvazi için dahi “huzur” değil huzursuzluk zamanı olduğunu gösterir milyonlarca neden var. Birbirleriyle daha fazla kâr, alan, toprak, rezerv, ulaşım ve taşıma yolu için dalaşmalarının eksiksizliği, trilyonlarca dolar sermaye ve servet sahibi olanları huzurlu kılmıyor. En azından servetlerinin akıbeti için korkuyorlar. Gelecekten emin olmaları için rekabetin, çatışmanın, dalaşın olmaması gerekir ki buna böylesi bir sistemde olanak yok. Durmaksızın silahlanmaları, daha güçlü olanlarının daha geriden gelen ve zayıf olanları vurmaktan kaçınmayıp işgallerle boyunduruğa almaya yönelmeleri, en yakın örnekleri Libya, Suriye, Afganistan, Irak olan ya da daha “dün” denecek denli yakın bir geçmişte olmasına rağmen unutulmaya yüz tutmuş Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerini yağmalamak üzere “düşürmeleri” ve bunlara karşı olan ya da olası direnç ve direnişleri bastırmaya çalışırlarken ödedikleri bedelin gerçek ödeyicisi de bu ülkelerin işçiler başta olmak üzere emekçileridir.

Yüz binlercesi topraklarından kopup yollara düşmüş ve dünya toplamında 70 milyonu aşan “mülteci” ve “sürgün” topluluklar ağır bedeller ödediler, ödemeye devam ediyorlar. Alan Kurdi bu bedelin farklı biçimlerinin Akdeniz’e ve kıyılarına vurmuş haliydi. Farklı ülkelerin sıradan askerleri, başka ülkelerin sıradan askerlerini vurduklarında kazanmış olmuyorlar. Kendi ülkelerinin patronlarının ve yönetenlerinin çıkarları için öldürmüş ve ölmüş, sakat bırakmış ve sakat kalmış oluyorlar.

Ama yukarıda söylendi, bedel var bedel var! Lübnanlı emekçiler direnişteler, ödedikleri bedeldir ve mecburlar! Durumlarını az da olsa düzeltmek, yaşam koşullarını biraz olsun iyileştirmek için sopayı, dipçiği, hatta bombayı göze alarak sokaklara çıktılar. “Sarı Yelekli” Fransız işçi, genç, kadın emekçiler bir yıldır emeklilik yaşının ölüm sınırına yükseltilmesine karşı çatışmalardalar. Gözünü kaybedenler, ölenler, kolları-bacakları kırılanlar oldu, vazgeçmediler. Ödedikleri bedeldir. Hindistan’da 2020’nin ilk haftasında 250 milyon işçi, yoksul ve barınaksız insan greve çıktı. “Bedel”dir! Latin Amerikanın halkları makinalı tüfeklerin atışları altında zamları protesto, faşist militarizmi reddetme eylemleri yaptılar. Bedeli her bir ülkeye göre değişse de bir hayli ağırdı. Türkiye’nin metal işçileri ücretlerini artırmak, sosyal haklarının gasbını engellemek için direnişe geçtiler. Bedel ödüyorlar ve haklarını elde etmek kararlılığı gösterdikleri sürece ödemeye devam edecekler. Kürt kavramı, sosyolojik, siyasal, kültürel, ulusal bütün anlamlarında hep bedel ödeme kavramıyla yan yana iç içe! Daha iki gün önce katlinin 13. yılında Hrant Dink anılırken, “barış”tan, “kardeşlik”ten söz etmenin dahi bir bedel ödemeyi göze almayı gerektirdiği bir kez daha görüldü, hissedildi.

Kapitalizmin bu ‘vahşi’ dünyasında bedel ödemek ve bedel ödettirmek konjönktürel olarak yöneten sömürücü sınıftan ve onun devlet iktidarından yana bir tablo sunuyor. Dünyanın en zengin 2153 kişisinin servetinin dünyada yaşayan 4 milyar altıyüz milyon insanın toplam servetinden daha büyük olması bu ilişkinin iç bükey aynasıdır. Ve gerçek o ki insan soyunun uzun tarihi, sömürülüp ezilenlere çok çeşitli türden ve tarzda bedel ödettiren egemenlerle onların sopası olanların da bedel ödediklerini göstermiştir. “Yenenler”in kılıçlarının kanını yenilenlerin ak libaslı gömleklerinde sildikleri hem mümkün hem de görülmüştür. Ama tarihsel açıdan bakıldığında bir öncenin yenenlerinin sonradan gelenlere yenildiklerinin kaçınılmazlığı öğrenilmiştir. Öğrenmek ise, bilerek kazanmanın önemli bir koşuludur. “Direne direne kazanacağız” şiarında dile gelen de böylesi bir şeydir. Bedel ödenecek ve kazanılacaktır. Başka yolu bulunmuyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...