21 Ocak 2020 00:34

Libya masasında olmak

Libya Konferansı

Fotoğraf: AA

Paylaş

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve medyadaki sözcüleri, Berlin’deki Libya masasında olmayı “büyük bir diplomatik başarı” olarak sunuyorlar. Bu “başarı”nın arka planında Libya’da Sarrac liderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile yapılan ticari ve askeri işbirliği anlaşmaları ile Libya’ya asker gönderme tezkeresinin bulunduğunu söylüyorlar.

Erdoğan iktidarının Libya masasında bir ‘başarı’ elde edip etmediğine geçmeden önce şu noktaya dikkat çekmek gerekiyor: Ülkedeki iktidar, bölge (Ortadoğu) ülkelerine askeri müdahale ya da son Libya’ya asker gönderme tezkeresinde olduğu gibi askeri caydırıcılık gücünü kullanarak diplomatik süreçlere dahil olmaya dayalı bir siyaset izliyor. Bu politika üzerinden paylaşım mücadelesi pastasından pay kapmayı umuyor.

Bu politikanın kaçınılmaz sonuçlarından biri silahlanma ve askeri harcamalara ayrılan bütçenin sürekli arttırılması oluyor. Çünkü iktidar ve savunucuları Türkiye’nin askeri müdahale ve caydırıcılık gücü ne kadar artarsa paylaşım pastasından kapacağı payın da o kadar büyük olacağı propagandasını yapıyorlar. Bunun için S-400’ler, Patriot’lar, F-35’ler, yani daha çok silahlanma gerekiyor. Erdoğan ve Bahçeli’nin ekonomik krizden söz eden emekçilere “bir mermi kaç lira biliyor musunuz” söylemiyle yanıt vermesinin arka planında bu gerçek bulunuyor.

Berlin’deki Libya konferansından hangi sonuçların çıktığını ve dahası bu sonuçların Erdoğan iktidarının başarı hanesine yazılıp yazılamayacağı konusunda şunlar söylenebilir:

Öncelikle bu konferansın Putin ve Erdoğan’ın Libya’da kalıcı ateşkes için yaptığı çağrıyla Moskova’da yapılan ancak Libya’daki savaşın güçlü tarafı olan Hafter’in anlaşmayı imzalamadan kalktığı toplantının ardından yapıldığını söylemek gerekiyor. Rusya tarafından desteklenen Hafter’in Moskova’daki masadan ateşkes anlaşmasını imzalamadan kalkması, Libya sürecinde Erdoğan iktidarının inisiyatif almasına karşı yapılmış bir hamle olarak anlam kazanmıştı.

Berlin’deki konferansa ev sahibi Almanya ve BM’nin 5 daimi üyesinin (ABD; Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere) yanı sıra İtalya, Libya’nın komşuları Mısır ve Cezayir, Afrika Birliği’ni temsilen Kongo ile Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) katıldı.Erdoğan iktidarı, her ne kadar son dönemde Doğu Akdeniz’de yeniden gerilim yaşadığı Yunanistan’ın bu toplantıya çağrılmamasını kendi başarı hanesine yazmaya çalışsa da işin iç yüzü öyle değil. Toplantıya katılan ülkelere bakıldığında öncelikle bölgeyi paylaşım mücadelesinin başını çeken emperyalistler-ki, İtalya için Libya sorunu enerji ihtiyacı kadar Hafter güçlerinin Trablus’a olası askeri operasyonunun yaratacağı göç dalgası nedeniyle de önem taşıyor-yer alıyor. Sonra Libya’nın komşuları ile dahil olduğu Afrika Birliği yer alıyor. Geriye Türkiye ve BAE kalıyor. Bu iki ülkenin konferansa katılımındaki ‘keramet’, Libya’da savaşan tarafları askeri olarak destekleyen (BAE Hafter’i ve Türkiye bilindiği gibi Sarrac’ı) ve hatta silah ve militan göndererek savaşa dahil olan ülkeler durumunda bulunmaları.Yani ortada propaganda edildiği gibi bir başarı yok. Aksine konferanstan sonra imzalanan 55 maddelik metinde BM’nin 2011’de aldığı ama defalarca delinen Libya’ya silah ambargosunun yeniden uygulanabilmesi için “Tüm aktörleri çatışmayı körükleyici eylemlerden kaçınmaya çağırıyoruz… Buna askeri kapasitenin güçlendirilmesi için sağlanan finansman ve paralı asker desteği de dahildir” vurgusunun yapılmasına ve yine “Tüm katılımcılar Libya'daki silahlı çatışmalara müdahale etmeme ve Libya'nın içişlerine karışmama taahhüdünde bulunmuştur” denilmesine bakınca Türkiye’deki iktidar bu konferansta yeni taahhütler vermiş oluyor.

Bunlar bir tarafa Berlin toplantısı öncesinde Hafter güçlerinin ülkede denetimin kendi ellerinde olduğunu göstermek için Libya’nın petrol ihracatının yapıldığı limanlarını ve boru hatlarını kapattığını da not etmek gerekiyor.

Bu toplantının bir diğer dikkat çekici noktası Erdoğan’ın, kendisiyle ideolojik ve siyasi akrabalığı olan İhvancı Muris’yi darbeyle devirdiği için bugüne kadar muhatap almak istemediği Mısır lideri Sisi ile aynı masaya oturmak zorunda kalmasıydı. İktidar yanlısı medya Erdoğan’ın konferanstan sonra verilen yemeğe kalmayarak Sisi’yi protesto ettiğini söylüyorlar. Oysa Sisi’yle pazarlık masasında yan yana geldikten sonra yemekte bir araya gelmemenin tribünlere oynamaktan, halkı aldatmaya yönelik bir propaganda olmanın ötesinde bir anlamı yok!

Özetle bugün oldukça zor olmakla birlikte eğer Berlin konferansı sonrasında Libya’da kalıcı ateşkes sağlanıp bu süreç siyasi çözüme evrilirse Sarrac’la anlaşma imzalayan Erdoğan iktidarının yarın karşısında Hafter’i bulması sürpriz olmayacak.Aslında Erdoğan iktidarı zaten altına imza attığı taahhütlerle “darbeci”, “terörist” dediği Hafter güçlerini meşru bir taraf olarak kabul etmiş oldu. Bugün söylemin başka olması bu gerçeği değiştirmiyor.

Sonuç olarak, Erdoğan iktidarı müdahale politikasını; ülkenin kaynaklarını savaş ve silahlanma için harcamayı bölgede söz sahibi olmanın ve ülkenin çıkarlarını korumanın yegane yolu olarak gösteriyor. Oysa Suriye’de ve Libya’da bu politikadan geriye ne kalıyor?

Kurulan masa ve paylaşılan pastanın başını emperyalistler tutuyor. Bütün ülkenin çıkarına olarak gösterilen bu politika gerçekte sadece yayılmacılığı bir ‘beka’ meselesi olarak gören iktidarın ayakta kalmasına ve temsilciliğini yaptığı burjuva güçlerin paylaşım pastasından bazı kırıntılar almasına hizmet ediyor. Bu politikadan insanca yaşam için harcanması gereken kaynakları silahlanmaya ayrılan ve “milli çıkarlar” adına savaşta öne sürülen halkların payına ise; dışarıda yeni tehdit ve düşmanlar, içeride baskı politikaları ile daha fazla işsizlik ve yoksulluk dışında bir şey düşmüyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...