19 Ocak 2020 00:07

Şov devam ediyor: Kurgu ve gerçek

Hüseyin Köse'nin

Hüseyin Köse'nin "Şovenist İnşa" kitabının kapağı

PAZAR
Paylaş

1980’ler yalnızca bizde değil tüm dünyada -geri dönüşümsüz- köklü toplumsal değişimlerin yaşandığı, hayatın kirletildiği yıllardı. Darbeli yıllarda silah zoruyla geçildi ‘yükselen değerler’ sunumlu ‘cilalı imaj devri’ne. Geçmişin tüm değerleri, erdemleri küçümsendi, itibarsızlaştırıldı. Bireycilik, bencillik, yükselme hırsı ve tabii ki lüks tüketim kışkırtıldı, özendirildi, kutsandı. Cilalı imaj devri’nden ‘psikopati çağı’na geçişin yollarına altın varaklı taşlar döşendi.

Psikolojik savaş masalarında yazılan bireysel yükseliş hikayeleri, ‘kitlesel imha aracı’na dönüştürülen medya üzerinden pazarlandı. Omurgasızlaştırılan birey için artık her yol mübahtı. Tüketim toplumunun araçları da bu dönüşüme hizmet etmekteydi. Kredilerle, banka kartlarıyla, medyanın, özellikle de televizyonun ‘beyin yıkama’ programlarıyla kuşatılan, sıkıştırılan birey için kaybedecek bir şey kalmamıştı. Bunlara bir de sistemin bilinçli olarak dayattığı “derin cehalet” eklendiğinde, istenilen toplum mühendisliği başarıyla tamamlanmış olmaktaydı. Dostluk, dayanışma, sevgi duyguları yok edilmişti. Sonrasında düş ve gerçek, kurgu ve gerçek, hayat ve şov birbirine karıştı.

Çok uzak değil yakın bir zaman önceydi; hepimizin gözü önünde yaşandı her şey. Birlikte izledik, izlendik, gördük. BBG evinden, Gelinim Olur musun?’a, Popstar’dan Dokun Bana’ya, Kim Milyoner Olmak İster’e kadar onlarca yarışma, onlarca yarışmacı girdi hayatımıza; darbeli eylülist yıllarda; Özal’dan Erdoğan’a neoliberal iktidarların yarattığı yıkım günlerinde.

O insanların, o hayatların kağıt mendil gibi kullanılıp atıldığını gördük. Bugün kimsenin umurunda olmayan, adları hatırlanmayan, bugün ne yaptıkları, ne yaşadıkları (yaşayıp yaşamadıkları) merak da edilmeyen -gelininden kaynanasına, pop starına- insanları tanıdık o programlarda; dramlarına, trajedilerine tanıklık ettik.

Yoksul halk yığınları sorunlarına, kendi hayatlarına, aydınlar da kendilerine ve toplumlarına yabancılaştırılmıştır artık. Tüketim ve show toplumunun ‘iyi tüketicileri’ olanlar makbul insana dönüştürülüp cilalanırken bir duruşu, kimliği ve kişiliği olan, direnen birey ise sistem tarafından kuşatıldı, dışlandı.

ŞOV DEVAM EDİYOR

Şov başlamıştır bir kez. “Ne olursa olsun gösteri devam etmeli.” Hayata dair her şey seyirlik bir şova dönüştükçe, duyarlılıklar, tepkisellikler (tepkiler) de gücünü yitirdi ve geldik bugünlere. Şov devam ediyor. “Medya Gösterisinin Ahlaki Kapsama Alanı Üzerine Eleştirel Metinler” alt başlığıyla yayımlanan Şovenist İnşa’nın Yazarı Hüseyin Köse, yeni medyanın, göz önünde olup bitenlerin en gerçek dışı şeylerden bile daha merak uyandırıcı olduğu bir algılama karanlığı yarattığını söylüyordu. Kitap medya gösterisi üzerinden şekillendirilen genel bir yaşama etiğini sorguluyor.

Hüseyin Köse, “Gösterinin şiddeti nerede başlayıp sonlanıyor? Göstermeden de filmi çekilebilir mi hayatın?” sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Sahnelemeden de filmi çekilebilir hayatın kuşkusuz, çekenler var, hep oldu, hem geçmişte hem de bugün. Nihayetinde sahneleme başka, gösterme başka şey. Aradaki farkı iyi koymak gerek. Buradaki sorun, gösterinin, daha ziyade duyarlığı, tepkisel ve eleştirel tavır ve davranışları ve dahası, vicdan tembelliğini kışkırtması asıl. Vicdanların ve zihinlerin ‘seyirlik cümbüşler’e odaklı konumlanışının, yaşanan kimi haksızlık, yanlılık ve yanlışlıklara karşı ölümcül bir kayıtsızlığı getirmesi beraberinde.

Peki, ama bu sıkça sözünü edip durduğumuz ‘gösteri’ ne? Ona bakalım şimdi. Gösteri, bütün bir yaşamın görüntüsel örgütlenişi. Hayatın, kişinin arzuları ve yaratıcı yeteneğinin onayı haline gelişi… Bir başka açıdan da, metalaşmış hayatın hazırcı dünyası demek; kendi hakikatine yabancılaşmış toplumun tarihsel anına tanıklık eden tüm yapıp etme biçimleri...”

TRUMAN SHOW

Truman Burbank, kartpostalları aratmayacak güzellikte bir adada yaşamaktadır. Bir işi, evi ve çok sevdiği karısı vardır. Ancak Truman dışında herkes bunun bir oyun olduğunu bilir. Truman’ın yaşamı gerçek sandığı bu stüdyolarda tam otuz yıldır, aralıksız olarak ve reklam vermeden 24 saat boyunca canlı olarak televizyonda yayımlanmaktadır.

Truman’ın annesi, babası ve eşi kısacası tüm ailesi de sahtedir. Bir gün sudan korkutulmaya çalıştırılmak için, kayıkta babasının denizin dibinde boğulma sahnesi yaratılmıştır. Truman, bunların farkında değildir: anlamaz, şüphelenmez. Ta ki öldüğünü sandığı babasını görene dek. Truman 30 yaşına girdiği bölümde dizinin yönetmenine direnir ve sonunda gerçek dünyaya ulaşır.

1980’li yıllara geldiğimizde kurgu ve yazın dünyasının değil gerçeğin de ‘1984’üne gelmiştik: o katı, geri dönüşsüz, acımasız gerçekliğin. Yalnız küresel ‘Büyük Abi’nin değil, yerli-yabancı, ulusal-uluslararası bütün Büyük Abi’lerin, çıkar gruplarının koca kulağa dönüştüğü herkesin dinlendiği, herkesin dinlediği zamanlara gelmiştik. Üstelik ‘İzlemek’ yalnızca dinlemekle sınırlı kalmıyor, ‘Dolu dolu yaşanıyor’, gözleniyor, gözetleniyorduk da. Hayat Truman Show gibi yaşanıyordu; artık ‘show’ başlamıştı.

Yaşananlar bir yanılsama mıdır? Kurgu ya da gerçek nerede başlıyor, nerede bitiyor; kurgu nedir, gerçek nedir? Ayırt etmek güçtür. Hayat “Reality (gerçeklik) Show’a dönüşmüş ya da reality şovlar hayatın kendisi olmuş gibidir. Kolay benimsenmiştir reality (gerçeklik) show, ‘sanal gerçeklik’ gibi kavramlar. ‘One man show’lar da sürecin olmazsa olmazı, tamamlayıcısıdır. Her dönem kendi yıldızlarını yaratır sonuçta. Yenidünya düzeninin yükselen değerlerinin de gazetecisinden akademisyenine, şov dünyasından siyasilere, toplum mühendislerine şovmenleri, starları yaratıldı.

Değerler, erdemler değişmiş ‘hırsızlık’, arsızlık, soytarılık baş tacı edilir olmuştur bir kez. ’60’lı, 70’li yılların naifliği gitmiş, yerini yeni “yükselen değerler”in yaldızlı çirkinliği almıştır. Anılarımızı ve geçmişteki değerlerimizi de rant ‘malzemesi’ olarak değerlendirebilirdik.

Hayatların anlatıldığı, reyting avcısı programlarda bile ne yazık ki böyle yaşandı bu. Kimi kimle kavga ettirirsem, kimin ağzından diğeri için laf alabilirsem reytingim artar düşüncesiyle tuzak sorular sormayı, sömürmeyi, ağlatmayı ‘pazardaki saygınlığını’ artırmak ve banka hesabını şişirmek için ‘başarı’ sayanları gördük.

‘Emir-komuta zinciri’ acımasızlığında yenilgilerin, ihanetin ve yozlaşmanın ışık hızıyla yaşandığı yıllarda ruhunu, düşlerini, ütopyalarını satışa çıkarıp paraya, ranta dönüştürenler köşeleri tutmuş, her şey hızla kirlenmişti.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...