17 Ocak 2020 00:40

İhvancılığın önlenemez düşüşü!

Libya'nın uluslararası tanınırlığa sahip meşru temsilcisi Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başbakanı Fayiz es-Serrac (sol 2) ile UMH'ye bağlı tüm siyasi, askeri ve sivil unsurlar, ateşkes süreci ve Berlin Konferansı'nı görüşmek üzere başkent Trablus'ta bir araya geldi.

Fotoğraf: AA

Paylaş

Tunus Meclis Başkanı ve Nahda (Yeniden Doğuş) Hareketi lideri Gannuşi, 11 Ocak’ta İstanbul’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile basına kapalı bir görüşme yaptı. Gannuşi’nin Erdoğan’la bu ‘özel’ görüşmesi, Tunus’ta birçok siyasi çevre tarafından eleştirildi. Çünkü bu görüşme, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 25 Aralık’ta Tunus’a yaptığı sürpriz ziyaret ve bu ziyarette Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’den Libya’ya müdahale edebilmek için askeri üs kurma talebinde bulunduğu iddialarından sonra gerçekleştirilmiş oldu. Dolayısıyla yapılan eleştiriler bu görüşmenin resmi bir görüşmeden çok El Nahda ve Erdoğan AKP’sinin ‘İhvan’cı (Müslüman Kardeşler) çizgideki ortaklığına/işbirliğine dayanan bir görüşme olmasına odaklandı.

Nereden nereye!

Zamanında İhvancılık bölgenin (Ortadoğu) yükselen değeriydi!

Mesela adını 23 yıllık Bin Ali diktatörlüğünün yıkılmasından sonra duyduğumuz Gannuşi ve lideri olduğu Tunus İhvanının (El Nahda) AKP’yle benzerlikleri üzerine ne methiyeler dizilmişti!

Tunus’tan sonra Mısır ve ayaklanmaların yayıldığı diğer ülkelerde İhvancıların iktidar olacağı ve Erdoğan iktidarının bunların liderliğini yapacağı hayallerinin kurulduğu günlerdi. Ama Erdoğan iktidarının hakkını da yemeyelim; 2010 sonunda başlayıp 2011’de bölgenin birçok ülkesine yayılan halk ayaklanmaları kullanılarak rejimlerin “ılımlı İslamcılar” üzerinden dizayn edilmesi ilk dönemler ABD’nin de projesiydi. Hatta AKP’nin iktidara gelme/getirilme sürecinde de ABD’nin, Türkiye’yi “ılımlı İslam”ın model ülkesi yapma politikasının payı hiç de az değildi.

Gannuşi demişken İhvancıların önce Tunus’taki serüveninden başlayalım.

Gannuşi, Tunus’ta Bin Ali’nin devrilmesinden sonra ülkesine dönmüş ancak geçici cumhurbaşkanı olma (devrimin üzerine çöreklenme) girişimi halk tarafından engellenmişti. Yine de Nahda, 2011’de yapılan ilk seçimlerde hükümet ortağı olmayı başarmıştı. Ancak ondan sonra Nahda sürekli düşüşe geçti. Nahda, 217 sandalyeli mecliste 2013 seçimlerinde 89 ve 2014 seçimlerinde 69 milletvekili çıkarabilmişti. 2019’da yapılan son seçimlerde ise, aldığı oy yüzde 17,5’e ve sandalye sayısı da 52’ye düştü. Öte yandan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oyların yüzde 72’sini alan bağımsız aday Kays Said’in karşısında Nahda’nın adayı Abdülfettah Moro, deyim yerindeyse hezimete uğrayıp oyların sadece yüzde 12,9’unu alabildi. Seçimlerden sonra Nahda’nın desteklediği Cemli’nin oluşturduğu hükümetin meclisten güvenoyu alamaması,Nahda’nın düşüşünün son göstergesi oldu.

İhvanın Mısır’daki düşüşü ise, çok daha trajik olmuştu!

Bilindiği gibi Mısır, Müslüman Kardeşler’in kurulduğu ve en güçlü olduğu ülkeydi.

Önce halkın Mübarek diktatörlüğüne karşı Tahrir Meydanı’nda düzenlediği gösterilerden uzak durmuşlardı İhvancılar. Ancak Mübarek’in devrilmesinden sonra İhvancıların kurduğu “Özgürlük ve Adalet Partisi” yapılan seçimleri kazanmayı başarmıştı. Ardından 2012’de yapılan ve katılımın oldukça düşük olduğu cumhurbaşkanlığı seçimlerini de İhvanın adayı Mursi kazanmıştı. Fakat daha cumhurbaşkanlığının birinci yılında (Haziran 2013) halk Mursi’nin firavunlaştığını söyleyerek sokaklara dökülmüş, gösterileri fırsat bilen Genelkurmay Başkanı Sisi darbe yaparak iktidarı ele geçirmişti.

Bir yandan halkın beklentilerine yanıt vermemesi sonucu patlak veren gösteriler ve öte yandan başta Filistin sorunu olmak üzere bölgesel sorunlarda ABD ve İsrail’in güvenini kazanamaması Mısır’da da İhvan’ın sonunu getirmişti. Çünkü ABD, Filistin sorununda İsrail ile daha kolay uzlaştırılabilecek ve İran’ı kuşatma stratejisine bağlanabilecek rejimler istiyordu.

Sünni İslam’ın liderliği bakımından İhvan çizgisini rakip ve hatta düşman olarak gören S. Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn 2014’te Müslüman Kardeşler’i terör örgütü ilan ettiler. Mısır’daki darbeden kaçan İhvancılara kucak açan Katar’ı da ablukaya aldılar ki, Katar’ın üzerindeki baskıların artması üzerine bu İhvancılara Erdoğan yönetimi kucak açmıştı. Dahası körfez ülkelerinin baskıları karşısında Katar, Türkiye’deki Erdoğan iktidarı ile ilişki ve işbirliğini geliştirme yolunu tutmuş ve bu işbirliği Türkiye’nin 2015’te Katar’da Tarık Bin Ziyad Askeri Üssü’nü kurmasına kadar vardırılmıştı.

Libya’ya gelince…

Libya’da savaşın taraflarından biri olan ve Erdoğan iktidarının ekonomik ve askeri işbirliği anlaşması imzaladığı Sarrac’ın Ulusal Mutabakat Hükümeti’nde (UHM) yine İhvancılar ile radikal İslamcılar işbirliği halinde bulunuyor. Erdoğan iktidarının Libya’ya asker gönderme tezkeresini meclisten geçirmiş olmasına ve İdlib’deki cihatçı militanların bir bölümünün Libya’ya gönderilmiş olmasına rağmen Sarrac’ın UMH’sinin durumu hiç de parlak değil. Rusya’nın desteklediği ve ülkenin büyük bölümünü denetleyen Halife Hafter, Sarrac ile masaya oturduğu Moskova’dan ateşkes anlaşmasını imzalamadan kalktı. Geçtiğimiz günlerde Sirte kentini Hafter güçlerine teslim eden Sarrac hükümetini askeri olarak kurtarmanın mümkün olmadığını gördüğü için Erdoğan, Suriye’de olduğu gibi Libya’da da bütün umudunu Putin’e bağlamış durumda. Elbette Putinde Erdoğan iktidarının bu durumunu kendi politikalarını güçlendirmek için kullanıyor.

Erdoğan iktidarının ilk göz ağrılarından biri de Irak’ta eski İhvancı Tarık el Haşimi’ydi-ki, Haşimi desteklenerek Irak’taki paylaşım mücadelesinde söz sahibi olunmak isteniyordu. Ancak bu macera da Haşimi’nin ülkesinden kaçıp Türkiye’ye sığınmasıyla sonuçlanmıştı.

Kuşkusuz Erdoğan iktidarının İhvancıların iktidara getirilmesi ve İhvancı yönetimlerin desteklenmesi politikasını en dolaysız şekilde uyguladığı yer, Suriye idi. Suriye İhvancılarının kurduğu Suriye Ulusal Konseyi (SUK), el üstünde tutuluyor, en lüks otellerde toplantılar yapıyor ve temsilcileri Erdoğan iktidarının yöneticileri ile kol kola geziyordu. SUK, bu destek sayesinde savaşın ilk dönemlerinin en popüler örgütü olmayı başarmıştı. Hatta ABD’nin de rejime karşı olan güçleri birleştirmek için kuruluşuna öncülük ettiği ‘Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu’ (SMDK) içinde de en büyük örgüttü. Ancak mezhepsel bir görünüm kazanan savaşta kısa sürede silahlı radikal unsurlar etkinliği sağladı. Erdoğan iktidarı önce Suriye rejimini devirmek ve sonra da Suriye Kürtlerinin kazanımlarını ortadan kaldırmak için zorunlu olarak el Kaide türevi radikal unsurlarla işbirliğine yöneldi.

Dünün yükselen değeri İhvancıların bölgedeki düşüşünün hikâyesi özetle böyle.

Ancak ülkede bir yandan partisindeki bölünme ve yeni partilerin kurulması ve öte yandan da özellikle ekonomik kriz nedeniyle halk desteğini kaybetmeye başlayan Erdoğan iktidarı için bölgeye müdahale ve yayılmacılık bir ‘beka’ meselesi haline gelmiş durumda. Fakat bu müdahale politikası için dayanak yapılmak istenen İhvancı ve İslamcı güçlerin durumu bu politikanın başarısını imkânsız hale getirmekle kalmıyor, her defasında ülkeyi yeni tehdit ve krizlerle de karşı karşıya bırakıyor.

Sözün özü şu: Bölge halklarıyla kardeşlik, İhvancılıktan değil; antiemperyalist, demokratik-seküler bir çizgide halkların iradesine saygıya dayalı barışçıl bir politikadan geçer. Ülkede ve bölgedeki İhvancıların düşüşü, halkların böylesi bir politikanın başarısı için güç ve mücadelelerini birleştirme olanaklarını da dünden daha fazla arttırıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...