28 Aralık 2019 23:20

Nice revnaklı şehirler görünür dünyada…

Fotoğraf: Pixabay

PAZAR
Paylaş

Planlı yapısıyla ilham veren şehirler var. Üstelik bu ilham veren titri, sadece şehirden etkilenen ziyaretçi görüşleri değil, şehir planlamacıların, akademisyenlerin de takdiri.

Bir örnek olarak Singapur gösteriliyor.

1819 yılında Sir Stamford Raffles’in gözetiminde kurulan komite, hızlı ekonomik büyüme öngörerek, gecekondulaşmaya yer ve gerek bırakmayacak şekilde nüfus yoğunluğunu dikeyde çözecek şekilde planlamış.

Mahalle kültürüne benzer bir yapıyı koruyabilmek için etnik grupları sınıf farkı ile ayrıştırmadan belirli bölgelerde toplamış.

Şehri pusuladaki gibi dörde ayırmış: kuzey-güney-doğu ve batı. Singapur geliştikçe ara yönlerde büyümeye de imkân veriyor. Bu sıralar şehir, kuzeydoğu’da yine dikey büyüyormuş mesela.

Singapur’da hiç doğal kaynak yok. Ancak yüksek yoğunluklu bir atık politikası var. Dönüştürülemeyen atıklar kontrollü şekilde yakılıp işlemden geçirilip toprak kütlesine katılıyor. Kanalizasyon suyu bile son teknoloji ile içme suyuna dönüşebiliyor.

Kentin ticaret noktası merkezileştirilmediği için de ulaşımda rahatlık sağlanıyor.

Bambaşka bir örnek ele alalım:

Kopenhag şehri “Beş Parmak Planı” ile 1947’de Steen Eiler Rasmussen ve Christian Erhard Bredsdorff ‘ın yönetiminde Kent Planlama Laboratuvarı ile birlikte geliştirilmiş.

Burada amaç, şehrin merkezi Palm’tan beş parmak şeklinde yayılan tren, otobüs, su otobüsü ve bir metro sistemi ile her yere en kolay ve hızlı ulaşımı sağlamak. Plan ayrıca şehrin bisiklet kullanımını teşvik için de hazırlanmış.

Bu sayede nüfusun yüzde 40’ı günlük yaşamda ulaşımını bisiklet ile sağlıyor.

Şehir yönetmeliğine göre bir konut ile yeşil alan arasındaki mesafe en fazla 300 metre olmalı.

Bir başka kültürden bir diğer örnek ise Seul.

Şehir, 600 yıl önceki Hanyang’ın tarihini koruyarak, ana stratejiyi doğal dağ ve akarsu savunma sistemi üzerine kurarak ve feng-shui ilkelerine göre tasarlanmış.

2020 planına ise iş dostu bir şehir, güzel kentsel sahne, çevre dostu altyapı ve refah gibi hedefler konmuş.

Şehir planlamacılardan sonra bir de dünyaya damga vuran mimarlar var.

Mesela Barcelona’dan Gaudi’yi alsanız geriye neyi kalır ki?

Jørn Utzon Opera Binası’nı tasarlamasaydı Sydney hafızalara ne ile kazınacaktı?

İstanbul'a da damgasını vuran mimarlar vardır, müfredatta yer alanların adını biliriz. Mesela Mimar Sinan medar-ı iftiharımız, dünyaca bilinen mimarımız. Ama kitaplara Balyan Ailesi'ni yazmazlar. Belki Ermenidirler diye belki de mimariyi genel kültürden saymadıklarından. Ancak şahsi merakınız varsa araştırıp duyarsınız adlarını: Garabet, Agop, Sarkis, Nikoğos, Krikor...

Eserlerini de herkes bilir aslında: Dolmabahçe Sarayı, Dolmabahçe Saat Kulesi, Beylerbeyi ve Çırağan Sarayları, Beyazıt Kulesi, Kuleli Askeri Lisesi, Selimiye Kışlası, barok Ortaköy Camii, Bezm-i Alem Valide Sultan Camii ve daha neler neler.

Sonrasında 1. Milli Mimarlık Akımı öncülerinden Vedat Tek mesela:

Eserleri, Postane-i Amire, Haydarpaşa-Moda iskeleleri ve diğerleri.

Mesela şimdinin Osmanlıcıları, arabası tuğralardan görünmeyenler, Abdülhamit’i yere göğe koyamayanlar, araya sürekli “müslüman bir ülkede...” şerhi düşenler, yeni yılın kutlanmaması konusunda vaaz verip duranlar da büyük ihtimalle İstiklal Caddesi’ndeki Saint Antuan Kilisesi’nin yapımına 1910’da başlanıp 1912’de tamamlandığını bilmezler.

Bu mimarlar ve eserler kentsel hafızamızdır.

İstanbul'da daha surlar, hisarlar, Ayasofya, Sultanahmet, Süleymaniye ve niceleri var. 

Bu haliyle, altın değerinde bir şehrin üzerinde yaşıyoruz aslında. Ama bu altının para etmediği bir algıyla.

Karaköy’deki Alexandre Vallaury eseri binalar, çanak anten, güvenlik sistemi vb amaçlarla delik deşik edilmiş, dışındaki kablo yığınlarından mimarın imzası bile görünmüyor.

Dünyaca ünlü sanatçımız Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun eserleriyle süslediği duvarda, neon ışıklarla “erotik shop” tabelası yanıyor.

Kentsel hafızayı korumak için hukuk mücadelesi veren şehir planlamacılar Gezi iddianamesi ile yargılanıyor.

Ne sıcak para tutkusuymuş arkadaş! Ne estetik ne bir mimari zevk ne hayatı kolaylaştırmak adına bir çaba, maksat avuç içi kadar yere en fazla sayıda daire sıkıştırmak. Sene olmuş 2020. Milli otomobil geliyor diyorlar da yeni oluşan semtlerde öyle dip dibe ki binalar, iki araç yan yana yoldan geçemiyor. Otopark yok. Trafik çok. 

Altımızda bir depremle yaşıyoruz. 22 sene vergisini ödedik, gülerek “Biz onlarla yol yaptık” diyorlar. E biz zaten ödemişiz o zaman duble yolun parasını, hala neden otobanlarda gişe var?

Depremde İstanbul’un kaç sokağına itfaiye aracı sığabilir? Biz nerede alacağız soluğu? Yanıt yok.

Şimdi Kanal İstanbul tartışıyoruz. 

Bunu tüm dünyaya “Yatırımlık ülke olmak adına ve tabii bazı hırslar ve egolar sebebiyle de 12.000 yıllık coğrafi haritayı değiştirdik” diye mi açıklayacaklar?

“Bazı sözler verildi, peşinatlar alındı, tüm dünyadaki haritaların Avrupa sayfasının yeniden basılma sebebi budur” mu diyecekler?

Yarış, Mustafa Kemal ile olmaktan çıktı, biz Fatih Sultan Mehmet’e rakip gidiyoruz mu diyecekler?

Truman Show filmini hatırlarsınız, bir adamın tüm hayatı bir set ve tv şovundan ibaretti. Bununla sınanıyoruz.

Tesadüfün iğne deliği gemi kazaları, o bölgede yer aldığı söylenen Tapınak Şövalyeleri hazineleri, Karadeniz’in patlama ihtimali derken Truman eylediler bizi. 

Neyse ki filmin sonunda, otuzlu yaşlarına kadar etrafında olup biteni, çevresindekilerin samimi bir dost, akraba, sevgili değil de iyi bir oyuncu olduğunu anlamayan, küçük dünyasını sorgulamayan, reklam kokan hareketlerden işkillenmeyen Truman, gün gelip duruma uyanıp, o setin göğünü delmişti.

17 senedir bu ülkede bir kesim, devlete karşı hayatı savunuyor.

Sınır ötesi harekatlar artık eskisi kadar milli duyguları tetiklemiyor diye bir araba prototipi yaptırılmış olabilir, AKP kendi içinden kendi rakiplerini doğuruyor olabilir, artık dış siyaset hata kaldırmaz hale, ‘mülteci krizi’ yönetilemez hale gelmiş olabilir, ekonomi ocakta eh, şubatta meh, martta eytere beh olabilir, her şey bir yana en azından istatistiki olarak bu sefer savunmanın kazanması gerekir.

Maddi külfetini, gereksizliğini, onlarca yıl koca şehri bir şantiyeye çevirecek olmasını, rant hacminin baş döndürmesini, su kaynaklarının kaybını, geri dönülemez çevre zararını ve kentsel hafızada patlayacak mayın etkisini, her şeyi geçtim de 3 imparatorluğa başkent olmuş, 8500 yıllık bir güzelin simasını korumak insanlık borcudur.

Bir İtalyan mimarın şantiye halindeki İstanbul’u görünce şöyle dediği rivayet edilirdi: “1453’te geldiler, hala yerleşemediler.”

Bu iktidara kiracı geldiler, ev bizimdi, tüm demirbaşlarını mahvettiler, kira kontratını defalarca ihlal ettiler. Borçlarını da ödemedikleri gibi, metrekare metrakare satmaya kalktılar.

Artık çıksınlar evimizden, içini bildiğimiz gibi yaptırıp biraz da biz oturalım.

İtiraz dilekçesi sıralarında, ayakta ve yağmur altında, 3 öğünü geçiştirip de bekleyen herkese tüm minnetimle, sıradaki parça sizin için gelsin:

Beste: Münir Nurettin Selçuk

Güfte: Yahya Kemal Beyatlı

Makam: Hicaz

Usül: Semâi 

Seslendiren: Münir Nûrettin Selçuk

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer

Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer


Nice revnaklı şehirler görünür dünyada

Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan

Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada

Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...