21 Aralık 2019 22:30

Tahammül ve incelikler

Tahammül ve incelikler

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sahafları çok severim. 

Beyoğlu’da Galatasaray’daki sahaflar çarşısında her hafta sonu kitap müzayedesi yapılır. Her gittiğimde bu mesleğe hayran kalırım. Her bir kitabın, yayınevinin, yazarın hikayesini bilirler. Neyin kıymetli olduğunu anlatırlar. Bazen de uyarırlar “Aramızda öğrenci arkadaşlar var lütfen fiyat artırırken onları da düşünelim” Bazen öğrencilere 1 liraya, 3 liraya gider kitaplar bazen de imkanı olan, artırmadan ederiyle alır kitabı, rencide etmeden bir öğrenciye hediye ediverir. Sürekli bir çay servisi olur, kim ısmarlar bilmiyorum ama sıklıkla da bisküvi ikramı vardır.

İşte buradan bir kitap almıştım, dokunurken dikkatli olmak gerekiyor. Zira içinde “üçüncü basılış 1945” yazıyor.

Dr. Gottfried Andreas yazmış, Aziz Beler çevirmiş. Çoğu tabir tabii ki eski dilde kalmış.

İçerisinde bir hanımefendinin eldivenini nasıl çıkarması gerektiğinden misafir paltosunu nasıl tutmak gerektiğine, bir yemekte çatal bıçak yerleştirme şeklinden doğru iltifatın nasıl yapılması gerektiğine çok güzel incelikler yer alıyor.

Hayatın insanı sınadığı bazı zor günlerin akşamında, dikkatlice açıp bazı bölümlerine göz atıyorum. İnanır mısınız inceliklerden gözlerim doluyor zaman zaman.

Bir bölümü “Müzelerde ve resim sergilerinde riayet edilecek kaideler”e ayrılmış.

Açıklamalarda “Kalabalık olunca aynı eserin önünde uzun müddet tevakkuf etmek diğerlerine karşı saygısızlıktır. Bir kimse bir tabloyu biraz uzaktan temaşa ettiğinde araya girip nezaretini kapamak caiz değildir. Beğenmediğimiz sanat cereyanlarını şiddetle tenkit etmeyelim hiç olmazsa yüksek sesle tenkitten sakınalım. Hakiki münevver müsamahakardır.” diyor.

Geçenlerde çok yakın bir dostumla insanların İstanbul’u terk edip daha sakin kasabalara yerleşmesi üzerine konuşuyorduk.

Dedi ki “Herkesin kendine has bir tahammül havuzu var. Sabah o tahammülle evden çıkıyorsun, gün içinde ne kadar çok insanla muhatap olursan, o tahammül, o kadar büyük bir sayıya bölünüyor ve günün bir yerinde tükeniyor.” 

Kalabalık şehirlerin yorucu olması bundan. Ama biraz da adabımuaşeret kurallarını unutuyor olmaktan.

Gün içinde görgü kurallarından haberi olmayan ne kadar çok umursamaz insanla karşılaşırsak akşamı etmek o denli zor oluyor.

TDK görgüyü şöyle açıklıyor:

1. Bir toplumda öteden beri var olan ve uyulması gereken saygı, incelik gerektiren davranış kuralları, insan davranışlarının dış biçimlerini denetleyen kuralların tümü, toplum içinde davranış bilgisi.

2. Bir kimsenin, seziş ve bilgisini artıracak nitelikte olarak karşılaştığı olgu, kişiliği üzerinde olumlu etki yapan, deneyerek elde ettiği bilgi, deneyim.

Bu iki maddenin ikisinde de artık tehlike çanları çalıyor. 

Hem sokakta hem sosyal medyada nezakete ve görgüye dair büyük eksiklik hissediliyor.

Metrodan inenleri beklemeden binmeye çalışarak kaos yaratanlar, yolda yürürken savurduğu çantası ile aynı kaldırımdaki başkalarına vurup durduğunu fark bile etmeyenler, metrobüse binebilmek için birbirini itenler, bir işlem için tek sıra kuyruk yapmayı bilmeyenler, var olan kuyruğa kenarından eklenmeyi akıllılık sananlar, araçla ters yöne girenler, ters yöne girdiği yetmezmiş gibi karşıdan gelen aracı yol vermeye mecbur bırakanlar, takip mesafesini gözetmeyip seyir halindeyken önündeki arabanın dibine kadar girip uzunları yakanlar, sinemada yüksek sesle konuşanlar, topluluk içinde özel meselelerini telefonda bağırarak görüşenler, çöpünü yere atanlar, aracını başkalarını engelleyecek şekilde park edip gidenler, kaldırımdan giden motorlar, motor ya da bisikletli geliyor mu diye bakmadan kapıyı açanlar, verilen selamı almayanlar, her gün karşılaşsanız da selam vermeyenler, elleriniz poşetlerle doluyken yolunuzu kesip uzun uzun laf anlatanlar, yardım etmeyi teklif etmeyenler, tanımadığı insana sen diye hitap edenler, izlemediği filmi, okumadığı kitabı, tanışmadığı insanı yüksek sesle yerenler, sürekli kendini övenler, her şeye haddi var gibi davrananlar, bir teşekkürü esirgeyenler, rica ederim demeyi bilmeyenler, bir metni “sevgi ve saygılarımla” diye bitiremeyenler...

Çok azını yazabildim, bir düşünün gün içinde nelerle karşılaştığımızı?

Geçtiğimiz hafta Çiğdem Toker -ki kendisinin gazeteciliğine olduğu kadar nezaketine de hayranlık duyarım- sosyal medya hesabında paylaşmıştı: “Başka birinin telefon numarasını başka biriyle paylaşmadan önce küçük bir izin almak, iyi bir davranıştır.”

Belki de böyle nazik hatırlatmalara ihtiyacımız vardır.

Mesela, sabahları yolda karşılaştığımız komşularımıza ya da mahalle esnafına selam vermek iyi bir şeydir. İnsanlarla göz göze gelindiğinde sertçe baş çevirmek yerine gülümsemek tercih edilmelidir. Bir dükkana, vasıtaya, toplantıya girdiğimizde ve ayrılırken iyi günler dilemek, hal hatır sormak nezakettendir. Gün içerisinde “Teşekkür ederim, rica ederim” kalıplarını kullanmak muhatap olduğumuz insanlara iyi gelecektir.

İnsanın görgüsü yaşamdaki deneyimlerinden gelir. Kurtlar sofrasında sağ kalmaya çalışırken çakallaşıyoruz.

Ekonomi kötü olduğunda, insanlar barınma, ısınma, beslenme gibi temel ihtiyaçlar için bile mücadele etmek zorundayken incelikleri dert etmek elitizm sayılıyor oysa kültür, “tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü.” diye geçer ve gündelik yaşam davranışları buna dahildir.

Hayatta kalmaya çalışmak yaşamakla aynı şey değil. Birincil mücadele herkesin yaşamasını sağlayacak maddi refaha ulaşması ancak bu, insanlıktan uzaklaşarak verilecek bir kavga değil.

Maddi ve fiziksel koşullar bizi zorladıkça öfke, umutsuzluk, tahammülsüzlük bizi nezaketten de uzaklaştırıyor. 

Halkların kültürlerinde bazı özellikler vardır, dünyada öyle bilinirler.  İngilizler soğuk ve snop, Akdeniz insanı sıcakkanlı anılır, Japonlar onurları için yaşar gibi. 

Bizi misafirperver bir halk olarak bilirler derdik, oysa biz birbirimizle bile gırtlak gırtlağa geldik.

İnsanları kazanmak değil de öte itmek, sırada geri bırakmak, pişman etmek, insan içine çıkamaz hale getirmekmiş sanki marifet. 

Herkes kendini üstün akıl görüyor, bilirkişi tanımlıyor, herkes her şeyi en iyi biliyor. O zaman sormak istiyorum madem herkes kendince mükemmel de neden böyle oldu sonumuz, bir araya gelince mi hışırlaşıyoruz? Herkes başkasından mükemmelik bekliyor sanki “İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır” atasözü bizim topraklara ait değil.

Kavgada bile incelikler vardır, savaşın bile kuralı olur. Biraz incelik arıyorum bugünlerde.

William Shakespeare , Size Nasıl Geliyorsa’da soruyordu: 

“Bakıyorum görgü, terbiye gibi şeylerden haberin yok: 

Çektiğin sıkıntılar mı seni böyle küstah yaptı,

Yoksa her zaman mı yol yordam bilmez birisin? “

Çektiğimiz sıkıntılara bir de bu açıdan direnmek gerekecek.

İncelikler bizi yıpratmaz tam tersi ömrümüzü uzatır ve yaşanır kılar.

Gülten Akın’la geçsin pazarınız, inceliklere nail olacağınız bir gün dilerim. Belki bir sahaf mezatı size de iyi gelir, edebiyat da kültüre ve inceliğe dahil, tavsiye ederim.

“…

Ah, kimselerin vakti yok

Durup ince şeyleri anlamaya

Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar

Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya

Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı

Bakıp kapatıyorlar

Geceye giriyor türküler ve ince şeyler

....

Kulaklarımızı tıkıyoruz: Para para para

Kulaklarımızı açıyoruz: Kavga kavga kavga

Sorar belki biri: Kavga ama neden kavga?

Komşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde

-Bilmiyoruz neden kavga.

....”

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...