21 Aralık 2019 00:50

‘Başını belaya sokma’da bu kadar hevesli başka bir hükümet var mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan (sağda) ile Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Fayiz es Sarrac (solda)

Cumhurbaşkanı Erdoğan (sağda) ile Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı
Fayiz es Sarrac (solda) | Fotoğraf: AA

Paylaş

Bir ülke bir başka ülkeye asker gönderecekse olağan olanı; askeri destek verilmek istenen ülkenin “Askeri olarak ihtiyacım var bana asker gönder” demesi ve asker gönderecek ülkeye başvurmasıdır. Tersi, yani ortada böyle bir başvuru yoksa illa da “Ben senin ülkene asker göndereceğim ama sen zevahiri kurtarmak için benden askeri yardım iste” diye o ülkenin “ikna edilmesi”, olağan uluslararası ilişkiler içinde pek görülmüş bir şey değildir. En azından iki bağımsız, hatta “dost” ülke arasında pek görülmüş bir ilişki değildir.

Ancak Türkiye ve Libya’nın Trablus hükümeti arasındaki askeri yardım anlaşması çerçevesindeki ilişkileri “normal ilişkiler” olarak işlemiyor görünüyor. Nitekim Katar televizyonu el Cezire, Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme haberini, “Libya Ulusal Mutabakat Hükümetinin Ankara’yla kasım ayında yapılan anlaşma çerçevesinde General Hafter’e karşı Türkiye’den destek almayı kabul ettiği...” biçiminde vermiştir.

El Cezire’nin “kaynaklarına dayandırarak” verdiğini belirttiği haber açıkça gösteriyor ki, Ankara-Trablus arasındaki askeri yardım konusu “Trablus hükümetinin yardım istemesi Türkiye’nin de kabul etmesi” biçiminde değil, tersine Ankara’nın askeri yardım teklif etmesi Trablus’un da bu yardımı kabul etmeye “ikna edilmesi” biçiminde işlemiştir!

SURİYE’YE DE BÖYLE GİRİLMİŞTİ!

Bu olağanın tersine dönmüş ilişki biçimi göstermektedir ki; Erdoğan yönetiminin asıl amacı zaman içinde Libya’da askeri üs (üsler) kurarak “Afrika’da kalıcı olmak”, İslam dünyasındaki iç savaşların, mezhep ve rejim çatışmalarının içine dalma politikasının ihtiyacı olarak Libya’ya askeri olarak yerleşmektir. Serrac Hükümetiyle böylesi kısa sürede askeri ilişkiler geliştirme girişimlerinin arkasında da bu amaç vardır.

Yakından bakıldığında Erdoğan-AKP iktidarının Suriye politikası ve Suriye’deki bataklığa dalması da söylenen “ulusal güvenlik”, “sınırımızda terör koridoru” iddialarının ötesinde; yeni Osmanlıcı dış politikanın gereği olarak İslam dünyasında mezhep savaşlarının içine dalmak, “İslam’ın kurtarıcısı” olma rekabetinde liderlik mücadelesine atılmaktır!

Nitekim milyonlarca mültecinin büyük bir hevesle Türkiye’ye sığınmasının teşvik edilmesi de “yeni Osmanlıcı”, “yayılmacı” dış politika amaçlarıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır.

Ancak Suriye’de İslamcı bir rejimin bulunmaması ve Erdoğan yönetiminin ideolojik olarak da bağlandığı Müslüman Kardeşlerin Suriye’de bir Sünni-İslamcı rejim kurma üstüne oynaması nedeniyle, AKP Suriye Hükümetini bir anlaşmaya “ikna etmek” için uğraşmamıştı.

Bu yüzden de “Ulusal güvenliği tehdit eden odaklara karşı mücadele” iddiası öne çıkarılarak Suriye topraklarında kontrol edilen bölgeler oluşturma ve İdlib’de el Kaide ve IŞİD kalıntısı terörist örgütleri kontrol edebilmek üzere “Sorumluluk alma” gibi hamlelerle biri ötekinden daha büyük bela olan sorunların içine balıklama dalınmıştır.

DIŞ POLİTİKANIN ASKERİLEŞTİRİLMESİ ‘BELALARDAN BELA BEĞEN’ DEMEKTİR

Şimdi de Cumhurbaşkanı Erdoğan “İdlib’den 50 bin mülteci daha geliyor” diye şikayet ediyor görünmektedir. Ama gerçekte “50 bin mülteci daha geliyor”un uyandırdığı “infial”le, bunun kendi politikalarının kaçınılmaz sonucu olduğunun üstünü örtmeye çalışmaktadır.

Nitekim Erdoğan-AKP hükümetleri son 10 yıldır;

Suriye’de Kürtler başta olmak üzere Suriye halklarıyla, Suriye hükümetiyle barış içinde ve demokratik bir ülke olması üstünden bir barış politikası kurmak yerine; sınır güvenliğini artıran bir çizgi izlememiştir. Suriye topraklarının bir bölümünü askeri olarak kontrol altına alma, terörist-cihatist örgütlerle ilişkilere girerek Suriye halklarına rejim dayatma da bu çizgiden beslenmiştir. Katar, Somali gibi ülkelerde askeri üsler kurmaya yönelmiştir. Doğu Akdeniz’de bölgedeki hidrokarbon yatakları ile anlaşmazlıkları konuşulurken bile bölgeye araştırma gemilerinin yanında savaş gemileri göndermekten geri durmamıştır. Yanına savaş uçakları takarak diplomasinin yerine askeri güçleri devreye sokmuştur. Libya’da ne kadar ömrü olduğu tartışılan Trablus hükümetiyle anlaşarak ve Hafter’in Tobruk hükümetine karşı savaşmak üzere askeri güçler göndermiştir. Böylece Libya iç savaşına müdahil olmayı tercih etmiştir. Bütün bunların sonucunda kendisinin sınırsız bir askeri gücü olduğu göstermeye çalışmış ve bölgede onun olur demediği hiçbir şeyin olmayacağı algısı oluşturmaya çalışmıştır.

ASKERİ GÜÇ KULLANMAK ‘GÜÇLÜLÜK’ İFADESİ MİDİR?

Bu tür askeri güç gösterileri ve bunun şovenist, cihatist propaganda malzemesi yapılması, hâlâ lafla beslenmeye devam eden yandaşları heyecanlandırabilir. Ama artık her devletin ötekinin ciğerini bildiği, dünyadaki askeri güç gösterilerinin gerçek bir gücü değil, olağan yollardan (diplomatik, siyasi, barışçıl yöntemler) etkisini yitirmiş, artık başka seçeneği kalmamış, geleceğinden endişeye düşmüş hükümetlerin politika yöntemi olduğu da herkesin bildiği bir gerçektir.

Bu yüzden de şuraya askeri müdahalede bulunmak, bu ülkeye asker göndermek, gerçekte bir kıymeti olmayan ama “El görsün” cinsinden askeri üsler kurmak bir ülkeye itibar getirmediği gibi, uluslararası platformlarda o ülkeyi tecrit eden, “yalnızlaştıran” yol ve yöntemlerdir.

AKP’nin sürdüğü dış politika arabasının önüne askeri (istihbaratı, cihatist örgütlerle ilişkiyi) koşan tutumu, her yeni hamlede ülkenin başını daha çok belalara sokmasının yolunu açmaktadır.

Ve tabii durum; “Ülkesinin başını belaya sokmaktan bu kadar haz duyan başka bir hükümet var mı?” sorusunu gündeme getirdiği gibi, “Bu politikayla nereye kadar?” sorusunu da büyütmektedir.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...