07 Aralık 2019 23:35

Erbane çalan adam

Yağmur damlaları vurmuş bir camdan sokak görünüyor

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

PAZAR
Paylaş

Akşamın ilerleyen saatlerinde indiğimiz havaalanından Sur’daki otele giderken Dağ Kapı Meydanı civarında, kaldırıma oturmuş erbane çalan bir adama gözüm çarptı. Bir anlık, taksinin yanından geçtiği belki de 3-5 saniye içerisinde gördüm onu. İncecik vücudu, uzamış sakalı, esmer, kıvırcık saçıyla, 45-50 yaşlarında bir adamdı. Sırtını bir dükkanın kapalı kepengine dayamış, çıkan ritme başını, gövdesini, yukarıya dua eder gibi kaldırdığı ellerini uydurarak, adeta kendinden geçercesine vuruyordu erbaneye. Bu haliyle çivili tahtaların üzerinde dans eden bir Hint fakirini andırıyordu.

Taksi, yaklaşık beş yüz metre sonra otelin kapısında durduğunda erbane çalan adamı düşünüyordum hâlâ. Otele eşyaları bıraktığım gibi dışarı çıktım. Adamı gördüğüm yere doğru yürüdüm. Soğuk, puslu bir Diyarbakır gecesiydi. İncecik bir çiğ yağıyordu kaldırımlara. Gece yarısı olmasına rağmen kentte, sokaklarda, çay ocaklarında, ciğercilerde, apartmanların arasına sıkışmış büfelerde hâlâ insanlar görülüyordu. Diyarbakır, Anadolu’da birçok kentte gördüğüm, insanların saat sekiz-dokuzda evlerine çekilip sokakları boşalttıkları kentlere benzemiyordu.

Surlara paralel giden, yaprak dökmüş çınar ağaçlarının gölgelediği geniş bir kaldırımda on beş dakika kadar yürüdüm. Erbane çalan adam gördüğüm yerde yoktu. Sokak lambalarının sarı ışığında oturup sırtını kepengine yasladığı dükkanın önünde kalın bir mukavva parçası kalmıştı geriye. Etrafa bakındım, ürkek kedilerden, cılız sokak köpeklerinden başka kimseyi göremedim. Çaresiz, bu sefer karşı kaldırımdan geldiğim yöne, otele doğru yürüdüm. Tek tük yağmur damlaları düşmeye başlamıştı.

Otele yakın bir lokantanın önüne gelince yarım saat kadar önce taksiciyle konuşmamızı anımsadım. Benim etrafta görünen ciğercilere, tatlıcılara iştahla baktığımı görmüş olacak ki “Abe, açsanız şu lokantanın çorbaları iyidir. 24 saat açıktır. İlerde de ciğerci Remzi var, orası da açıktır” demişti. Öğleden bu yana bir şey yemediğim aklıma geldi. Şu saatte bir çorba da iyi giderdi doğrusu.

Lokantaya girdim. Benim dışımda 4-5 kişi daha vardı. Arka taraflarda bir masaya doğru yürüdüm. Masaya oturduğumda tam karşımdaki masada oturan erbane çalan adamla göz göze geldik. Oturduğu masa meşrubat, ayran ve suların konduğu soğutucu dolabının arkasında kaldığı için görememiştim ilk girdiğimde. Bakışlarımız karşılaşınca birbirimize başımızla selam verdik. O yavaş hareketlerle çorbasına pide doğramaya devam etti, ben de başıma dikilen garsona çorba söyledim. Erbanesini yanındaki sandalyeye sanki o da bir şeyler yiyip içecekmiş gibi yanlamasına koymuştu. Erbanenin derisi yeni doğmuş güneşe benziyordu. Kasnağının etrafında birçok metal halka diziliydi.  

Başımla erbaneyi gösterip “Sizi biraz önce çalarken gördüm. Dinlemek için döndüğümde kalkmıştınız” dedim. Şaşkınca baktı yüzüme, sonra mahcup bir gülümseme ile bakışlarını kaçırdı. “Çorba param çıkmıştı” dedi. Kaşık tutan eli durmuştu, mahzunlaştığını, konuşmak istemediğini anladım. “Afiyet olsun” dedim. Garsonun getirdiği çorbaya bolca limon sıkıp içmeye koyuldum. Çorba gerçekten nefisti. 

“Misafir misiniz hocam?” diye sordu. Çorbadan başımı kaldırdım yüzü bu sefer daha aydınlık ve güleçti. Biraz önceki utangaçlık, mahzunluk gitmişti. Bir iki dakikadır beni incelediğini hissediyor, rahatsız etmemek için bakışlarımı kaldırmıyordum.

“Evet” dedim, gülümseyerek.

“Hoş gelmişsiniz. Nereden geldiniz?”

“İzmir. Bir toplantı için geldim, şu ilerideki otelde kalıyorum”. 

“Hoş gelmişsiniz, başım gözüm üstüne” dedi

“Siz buralı mısınız?” diye sordum ben de.

“Yok, ben Cizreliyim” dedi usulca. Sorumu yanıtlarken sesinin ve bakışlarının değiştiğini hissettim. Gözlerinden bir buğu gelip geçti sanki. Konuyu değiştirmek istedim hemen, “Kaç yıldır erbane çalıyorsunuz?” “Dört yıl kadar oldu” dedi ve çorbasını kaşıkladı. Vücut dili artık konuşmak istemediğini söylüyordu. Üstelemedim, anlayamamıştım ama belli ki bir şeyler onu rahatsız etmişti.

Ben de çorbama döndüm yeniden. O çok yavaş içiyordu. Çorbamı bitirip garsona lavaboyu sordum. Yukarı katta imiş. Kalkarken göz ucuyla erbane çalan adama baktım. Başını önüne eğmiş hâlâ çorbasını kaşıklıyordu. Lavaboya gidip gelmem iki üç dakika sürmemişti belki ama döndüğümde erbane çalan adam yoktu. Garson geride bıraktığı kaseyi alıyordu. Garsondan hesabı istedim ben de.

“Hesabınız ödendi abe” diye seslendi kasadaki adam. Şaşkın şaşkın baktım yüzüne. “Bedir abe ödedi hocam, selam da söyledi size. Afiyet olsun” dedi. “Ama olmadı şimdi” dedim. “Keşke almasaydınız”.

“Bizde böyledir abe. Hele bir çay getir hocama” diye seslendi garsona kasadaki adam. Müsaade isteyip karşıma oturdu. Bir çay içimi sohbet ettik. Erbane çalan adamın öyküsünü öğrendim ondan. Öyküyü yazmak bile bana acı verirken onun çektiği korkunç acıları düşünüyorum hâlâ...

Erbane çalan adam, “Bedir abe,” Cizre’de dört yıl önceki hendek çatışmalarında bütün ailesini kaybetmiş. Kızının cesedi bodrumlardan çıkarıldığında tanınacak gibi değilmiş. Karısı ve iki küçük çocuğu da ölmüş çatışmalarda. Kendisi İstanbul’da inşaatlarda çalıştığı için kurtarmış canını. Olayların yatışmasından günler sonra dönebilmiş evine. Evinden geriye kalan enkaza daha doğrusu! Her tarafı delik deşik duvarlarda adeta taş üstünde taş kalmamış ve evlerin bodrumları yanık ceset kokuyormuş! Evinin enkazından geride 17 yaşındaki kızının çaldığı erbaneyi ilginç bir şekilde sapasağlam bulmuş. Cenazeler kaldırıldıktan sonra erbaneyi de yanına alıp Cizre’yi bir daha dönmemek üzere terk etmiş.

***

Sabahleyin, sempozyumun yapıldığı salonun kayıt masalarında TMMOB Diyarbakır İl Koordinasyon Kurulu tarafından hazırlanan “Yıkılan Kentler Raporu” da dağıtıldı. Türkçe-Kürtçe Rapor’da 2015 sonu -2016 yılı başında bölgenin çeşitli kentlerinde yaşanan şehir savaşlarındaki tahribat anlatılıyordu. Rapora göre Cizre’de 14 Aralık 2015 tarihinde ilan edilen ve 79 gün süren sokağa çıkma yasağı sırasında yaşanan abluka sonrası kentten 251 cenaze çıkmış! Kimliği tespit edilmeden gömülen cenazelerle bu sayının 280’in üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Sadece üç bodrumdan çıkarılan cenaze sayısı 167 imiş! Bu cenazelerden 41’i çocuk 22’si ise kadınmış!

İdil, Şırnak, Sur, Yüksekova gibi kentlerdeki yıkım ve can kayıpları ile ilgili bilgiler, haritalar olan raporun ilk cümlesinde Kafka’nın bir sözü var; “Ben kabuslar gördüm, ancak siz onları gerçek kıldınız”.

Erbane çalan adam gibi binlerce kabusu gerçek kılınan insanla dolu bölge kentleri. Her birinin kabuslarda bile göremeyeceğimiz kadar korkunç ve bizi insanlığımızdan bin kez utandıran öyküleri var…  

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...