07 Aralık 2019 01:00

İçeride ‘tek adam’lığın, dışarıda ‘tek başına’lığın sürdürülemez ağırlığı

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan

Fotoğraf: AA

Paylaş

AKP’nin 17 yıllık iktidarının son 10-12 yılı, içeride “tek adam tek parti yönetimi” inşasının; yargı, yasama, yürütmenin bütün yetkilerini “tek adam”da toplanmasının; dışarıda ise yeni Osmanlıcı, yayılmacı bir dış politika uğruna, dünyanın karşısında “tek başına kalma”nın yıllarıdır.

AKP’nin son yıllarda MHP’yi de koluna takarak, (Bahçeli’nin, Erdoğan’ın koluna girmesi demek daha doğru) yürüdüğü yol; her ne kadar “Türkiye’nin dünyanın mazlum halkları için yedi düvele karşı savaşmak”, “Bin yıllık düşmanlara karşı ebediyete kadar sürecek bir beka savaşı içindeyiz”... gibi şoven milliyetçi, İslami cihatist bir edebiyatla süslense de; “ortaya çıkma zamanı gelmiş gerçekler” artık saklanamamaktadır.

Çünkü bu politikaların içeride ve dışarıdaki sonuçları artık herkesin göreceği kadar ağır sonuçlara yol açmaya başlamıştır.

GİDEREK DAHA DA YALNIZLAŞAN BİR DIŞ POLİTİKA

Ülkeler dış politikalarında zaman zaman tek başlarına kalabilirler. Ama bu hal ya gelip geçicidir ya da dış politikanın ayrıntısına dair bir konudur.

Böyle durumlarda da o ülkenin hükümeti bu “tek başınalığı” herkesin gözüne sokacak biçimde öne çıkarmaz. Tersine o hükümet, o politikasına destek olacak ülkelerin sayısını artırmak için çeşitli girişimler yapar.

Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin dış politikası ise; 2007’de, artık herkesin bildiği “aktif dışı politika”, “yeni Osmanlıcı, yayılmacı dış politika” diye tarif edilen dış politika hattına girmesinden beri, pek görülmedik biçimde “tek başına” kalan bir ülkenin dış politikası haline gelmiştir.

Bunu; Erdoğan’ın yeni Osmanlıcı hayallerle süslenen ve yayılmacı amaçlar taşıyan Suriye politikasında gördük, görüyoruz. Bırakalım öncesini, “Barış Pınarı” harekatına Pakistan, Azerbaycan ve Katar’ın yarım ağız desteği dışında hiç bir dünya ülkesi destek çıkmadı. 

Bunu; Doğu Akdeniz’deki Kıbrıs’ın güneyindeki doğal gaz petrol aramalarıyla ilgi girişimlerinde gördük, görüyoruz. Burada da hiçbir bölge ülkesi, “Türkiye haklıdır” demedi.

Bunu; Libya’nın İhvancı Trablus Hükümeti ile yapılan “Kıta Sahanlığını Birleştirme Mutabakatı”yla başlayan ve henüz çok taze olduğu için tepkilerin yeterince açığa çıkmadığı anlaşmayla da gördük, ama daha fazlasını da göreceğiz.

Bunu; en son, NATO’nun “Londra zirvesi”nde gördük, öyle anlaşılıyor ki önümüzdeki günler ve aylarda da devamını göreceğiz!

“Tek başına” kalma siyasetinin NATO zirvesindeki yansıması; Türkiye’nin “NATO’nun YPG’yi terör örgütü olarak tanıması” talebinin reddedilmesi ve “dörtlü mini zirve”de Erdoğan’a, “Suriye’den ne zaman çıkacaksınız?” sorusunun sorulmasıdır. Burada daha da dikkat çeken şey ise, Erdoğan’ın hem mini zirveyi hem de NATO zirvesini “Gayet iyi geçti” biçiminde değerlendirmesidir!

‘TEK ADAM YÖNETİMİ’NİN AÇMAZLARI BÜYÜYOR

İçeride dış politikanın amaçları üstünde sürdürülen ve “beka” söylemi etrafında meşruiyet kazandırılmak istenen “tek parti tek adam yönetimi”; özgürlüksüzlük, şoven milliyetçilik, dincilik, fetihçilik, cihatizm, yolsuzluk, rüşvet, şiddet... her tür çürüme ve yozlaşmanın toplumda yol açtığı tepkiler tarafından kuşatılmaktadır.

Bunu; “Bölücülüğe, teröre karşı mücadele” adı altında bütün demokratik kazanımların ortadan kaldırılması, Kürt sorununun “demokratik çözümü” yerine “ezerek çözme” yoluna girerek yapılmak istenmesiyle gördük, görüyoruz.

Bunu; HDP’nin Meclisten legal siyasetten dışlanması, muhalefetin çalışamaz hale getirip etkisizleştirilmesi için yapılan girişimlerde gördük, göreceğiz.

Bunu; yerel yönetim seçimi sonuçlarının kabul edilmemesi, bölgede HDP’li belediyelere “kayyum” atanması, batı da muhalif büyükşehir belediyelerinin çalıştırılmaması için kuşatılmasında gördük, görüyoruz, göreceğiz.

Bunu; TBMM’nin itibarsızlaştırılmasında sınır tanınmamasının en son örneği olarak, “Termik santrallerin bacalarına filtre takılması”yla ilgili yasanın önce AKP-MHP oylarıyla Meclisten geçirilmesi, Cumhurbaşkanı’nın “veto etmesi” sonrasında da aynı vekillerin yasayı tam tersi bir içerikte aynı hevesle yeniden çıkarmasıyla gördük!

Bunu; kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin arkasındaki zihniyetin açığa çıkmasıyla gördük, görüyoruz, görmeye devam edeceğiz.

Bunu; eğitimin dinselleştirilmesi ve özelleştirilmesinin yol açtığı yıkımda gelinen yerde gördük, göreceğiz.

Bunu; sağlığın özelleştirilmesi ve “şehir hastaneleri” masalının çökmesiyle gördük.

Bunu; yap-işlet-devret adı altında devlet hazinesinin üç-beş yandaş büyük inşaat firmasına yağmalatılmasının belgelerinin ortaya çıkmasıyla gördük, göreceğiz.

Bunu; 17 yıllık AKP iktidarının ekonomik politikalarının krizle birlikte ipliğinin herkesin göreceği kadar açık biçimde pazara çıkmasıyla, krizin faturasının işçi sınıfına ve halka yıkma amaçlı plan ve programların ortaya çıkmasıyla gördük, görmeye devam edeceğiz.

‘BU TERAZİ BU KADAR SIKLETİ ÇEKMEZ’

Kısacası AKP Hükümetinin iç ve dış politikasının sonuçları her konuda gözle görülür sonuçlar doğurmaya başlamasıyla, birbiriyle bağlantıları da görülür hale gelmektedir. Bu da siyasette, bir yandan halkın gerçekleri görmesini kolaylaştıran bir iklim oluştururken aynı zamanda da bu politikaların halk indindeki itibarını hızla aşağı çekmektedir.

Ortaya çıkan gerçekler, AKP iktidarının böylesi bir mecraya doğru sürüklendiğini göstermektedir.

AKP bu yolda ısrar ettiği ölçüde “ağırlığının” daha da artması kaçınılmaz görünmektedir.

Gidişat, Ziya Paşa’nın dediği gibi, “Bu terazi bu kadar sıkleti çekmez”e doğrudur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa