27 Kasım 2019 00:01

Sofrayı yitirmek: Sağlıklı yaşam

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Pascal Bruckner’in dikkate değer bir gözlemi var: “Yemek masası leziz tatlar için bir sunak, sofranın ve sohbetin paylaşıldığı bir yer olma özelliğini artık kaybetti.” Bunun yerine “yağ ve kalori miktarımıza dikkat ettiğimiz, bir nevi ilaca indirgenmiş olan besinleri özenli bir şekilde tükettiğimiz bir eczane tezgahına” dönüştü sofralarımız. Bir zamanlar keyfini sürdüğümüz hazlar, şimdi tek bir amaca yönelmiş durumda: Daha sağlıklı yaşamak.

Günümüzde ‘sağlıklı yaşam’, sadece seçtiğimiz bir şey olmayıp, her birimizin farkında olmadan katkıda bulunduğumuz bir zemin üzerinden giderek ahlaki bir talebe evrilmekte. Nerede ise bir “ideolojiye” dönüşmesi ise an meselesi.

Farkında olmadan diyorum, misal: ‘Kendini düşünmüyorsan çocuklarını düşün, nefsine hakim ol, biraz az ye’. Sanırım tanıdık geldi... Dilenenlere ‘Sen şişmansın yemesen de olur” dendiği zamanlardayız.

Yakınlarımız, sevdiklerimiz için kaygı duymamız, onlara destek olmamız, zaman zaman sağlıklarını hatırlatmamız elbette gerekli ve bir o kadar anlaşılır bir durum. Sorun bu hatırlatmaların bizlerle sınırlı kalmaması; eşimizin, dostumuzun, komşularımızın hatta hiç tanımayanların müdahil oldukları, biteviye hatırlattıkları bir başlığa evrilmesi.

Hasılı, gündelik hayatta her birimiz kimi zaman fark etmeden, bedenlerini ihmal ettiğini düşündüklerimiz hakkında geçmişin ‘ahlak bekçiliğinin’ bir versiyonu misali ahkam kesiyoruz. Örtülü veya açık, onları tembel, güçsüz veya iradesiz olmakla itham ediyoruz.

Kişisel sağlıklarını ihmal edenler, David Harley’in ifadesiyle hastalığın “iş göremezlik olarak tanımlandığı” şimdiki zamanda, adeta “doğrudan bir tehdit” sayılıyor.

Ahlakçılığın, neoliberal birey üretmede başat versiyonu, işte bu biyo-ahlakçılık yani bireye dayatılan ‘mutlu / sağlıklı olma yönündeki’ ahlaki talep. Boşuna değil birçok ülkede ‘Mutluluk Bakanlıkları’ kurulması.

“Sağlıklı yaşam” sağlıklı kılmak şöyle dursun bizatihi sağlığı metalaştırma riski taşıyor. Böyle bir ahvalde, biyo-ahlak ile mutluluk bireye dayatılan ahlaki bir talep olmanın ötesinde, ‘dışa dönük, kendini gösteren, esnek biri olmanızla yetinmeyen, bu özellikleri kişiliğinizin bir parçası haline getirmenizi dayatan bir manivelaya dönüşüyor.

Sanırım her birimizin çevresinde fazlasıyla “sağlıklı yaşam” tutkunları mevcut. Onlar nerede ise fark etmeden tüm yaşamlarını, kendi mutluluklarını maksimum seviyeye çıkarmaya odaklanabilmekte. Bu takıntıya dönüşüp diğer “Her şeyi yavaş yavaş gölgede bırakmaya başladığında, geriye sadece bedenin o yeknesak ritmi kalıyor”. Bu takıntıyı akıllı telefonların yazılım programları daha da belirginleştirmekte: Günlük adım sayısından adet periyotlarına, alınan kalori miktarından cinsel aktiviteye her şey ama her şey artık kayıt altında. Bu bağlamda günümüzün güncel, yeni kelimeleri de dünya dillerine girmiş oldu:

  •  Öztakip (Self-tracking) kültürü: Bedenin sürekli sorgulanması,
  •  Göster ve anlat (Show-and-Tell): kendi kişisel verilerini başkaları ile karşılaştırma kaydı
  •  Yaşam kaydı tutma (Life-logging).

Bu trend, medyada yapılan röportajlarda bazen deneyimini “bir star-işletmeye” benzetenler ile müsemma. Evet, kendini ‘sağlıklı yaşam’ bağlamında işletme olarak görmek!..

Bu tercih Philip Mirowski’nin tabiriyle “ideal neoliberal aktör”ün yaşam tarzı ile tam bir uyum içindedir. “Böyle bir kişi, büyük ihtimalle kendisinin neoliberal olduğunun farkında bile değildir. Çünkü onun gözünde siyaset, bedenini yeniden düzenlemek ve kendini geliştirmek kadar önem taşımaz.”

 Neoliberalizm, bedeni kişisel bir şey olmaktan çıkarır. “Maksimum kazanç için dikkatle izlenip optimize edilmesi gereken bir işletmedir beden artık.” Ve ‘sağlıklı yaşam saplantısı’ bu sürece su taşır.

Neoliberal aktörler giderek siyasetle ilgilenmez olurlar. Bunun başat nedeni, “kendini yönetmenin tek çıkar yol olduğunu acı bir şekilde fark etmiş olmalarıdır”. Jonathan Crary’in anlatımı ile: “Gerçekte, bizim kendini yönetme çabamızda, dayatılmış ve kaçınılmaz bir tek biçimcilik vardır. Seçme ve özerklik yanılsaması, bu genel öz düzenleme sisteminin temelinde birini oluşturur.”

Neoliberal aktörün belki de en dikkat çekici özelliği, kendini gerçekleştirmeyi konformizmle bağdaştırma becerisidir ve söz konusu sağlık olunca bu kesifleşir. “Bireysel ölçümcü için, özenle veri toplamak sadece kişisel tatminle değil, kendi üretkenliğini ve rekabet gücünü geliştirmekle de ilgilidir” artık.

“Yaşamın her alanının kontrol altına alındığı neo-Orwelvari bir evreye girmiş olduğumuzu söyleyebiliriz” demekte Gilles Deleuze. Ona göre “Kontrolün uygulandığı yerler artık okullar ya da hapishaneler ile sınırlı değil”. Kontrol toplumunda bu sınırlar bulanıktır. İnsanlar kendi evlerinde adeta “tutsak” alınmıştır. Bu kontrol, “Dört yanımızı kuşatan bir gaz kütlesi gibidir”.

Steven Poole, “Günümüzün ideolojisi besin. Siyasetçilere ve din adamlarına inancını kaybetmiş olan bizler, büyük sorulara yanıt bulmak için şimdi de ünlü şeflere ve beslenme uzmanlarına yöneldik” demekte. Dikkate değer bir tespit.

Oysa günümüzde, kişiler arası ilişkileri bir kenarda bırakırsak, “Diyetler suçluluk duygusunun en yaygın nedenleri arasında yer alıyor”. Eskiden okullarda en yoksul çocuklara ‘bücür’ denirdi, çünkü yetersiz beslenirlerdi. Ve, biz Avrupa’nın en sıska ülkesiydik. Derken, geçen yıl en şişman ülke oluverdik.

Evet, sağlık en önemli gündemimiz olmalı sırf bu yüzden. Ama, ‘sağlıklı yaşamı’ takıntıya dönüştürmeden.

Aman ha dikkat!..

Sağlıcakla kalın.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...