10 Kasım 2019 00:07

Ölürüm Türkiyem: Ölüyoruz gerçekten

Fotoğraf: AA

PAZAR
Paylaş

Adolf Eichmann bir Nazi Subayı’dır. Savaş sonrası gizlendiği Arjantin’de MOSSAD tarafından yakalanarak Kudüs’e getirilir ve dünya basınına açık gerçekleştirilen dünyanın en önemli davalarından biri başlar. The New Yorker, kendisi de Nazi teröründen kaçıp Amerika’ya sığınan bir felsefeci olan Hannah Arendt’e kendileri adına davayı takip etmesi için bir teklif götürür. Bu duruşma sonrası çok tartışılan “Kötünün Sıradanlığı” kitabı ortaya çıkar. Arendt, Eichmann’ın mahkemede gösterdiği bir caniden çok vazifesini sorgulamadan yapan sıradan memur tavrı üzerine kötülüğün sıradanlığını sorgular. Vazifesini en iyi şekilde yapmak ve aldığı emri uygulamaktan başka şey düşünmeyen biri nasıl bir kötülüğe imza attığının farkında bile olmayabilir ya da bundan kendisini sorumlu tutmuyor olabilir.

Sonuçları kitlesel ve korkunç olabilen kötülükler bile sadece canilerin, vicdansızların değil sıradan insanın da eseridir.

Geçen hafta Zonguldak Valiliğine kömür almak için gelen 60 yaşında bir vatandaşı yerlerde süründürdüler. Kolunu kırmakla tehdit ettikleri anlar ve 60 yaşında bir adamın “Anne” diye haykıran görüntüleri basına yansıdı.

Bunu yapan memurlar sıradan insanlar, toplumun içinde diğer insanlar gibi sıradan şekilde yaşıyorlar ve canilik ile yaftalanmayı geçtim, hak ihlali ile yargılanmayacak, belki de soruşturmaya bile uğramayacaklar.

Aksaray’daki Mehmetçik İlköğretim Okulu, Otizmli öğrenciler için açılan kaynaştırma sınıfını okulun diğer bölümünden tamamen izole ediyor. Çocukları ayrı bir kapıdan okula giriş çıkışa zorluyor. Bu süreçte baskılarla 50 olan kaynaştırma sınıfı öğrenci sayısı 19’a düşüyor. Zira izole bölümün üzerinde kocaman harflerle “Otistik Öğrenci Sınıfları” yazıyor.

Bir grup veli okul bahçesinde eylem yapıyor, bu bölümün kapatılması için.

Aramızda yaşayan insanlar bunlar, çocuk yetiştiriyorlar, ebeveynler. Çocuklarının gözlerinin içine bakarak otizmli çocuklar aleyhine konuşabiliyor, bu çocukları incitebiliyor, çocukları protesto edebiliyorlar.

Bir başka aileye hiç empati yapmadan, o çocukların çocukluklarını düşünmeden, yasal haklar üzerine hiçbir araştırma yapmadan, hatta belki de Google’a bir kez bile “otizm nedir?” diye yazmadan yapıyorlar bunu.

Fatih’te 4 kardeş intihar ediyor. Üstelik içlerinde, onları buna mecbur bırakan dünyaya bir öfke olması beklenirken komşularına zarar vermemek için kapıya “içeride siyanür var polisi arayın” notu bırakarak. Hâlâ birilerini düşünerek, kötülükten uzak kalmaya çalışarak. Polis olay yerini terk eder etmez BEDAŞ gelip elektriği kesiyor.

Kimse o memuru uyarmıyor, yapma demiyor, o da işyerine dönünce “Ev sahipleri hayatlarını henüz kaybetmiş olduklarından kurum itibarını ve şahsi vicdan yükümü düşünerek işlemi gerçekleştirmedim” diye bir rapor yazmayı düşünmüyor bile. O borçların 4 cana mal olmuş olması vazifeyi sorgulatmıyor. Fatura ödenmedi, elektrik kesilecek. Nokta...

Bu ay içerisinde gencecik bir kadın kendini metro raylarına atarak hayatına son verdi. Metro hattı kapandı.

İnsanlar sinirle "ölecek başka yer mi bulamadı, bunun yüzünden trafikte kaldık" diye yakınıyorlardı.

Anlaşılan herkesin, bir başkasının hayatından çok daha önemli bir işi vardı yetişeceği. Bu sıradan kötüleri başka kötüler bekliyordu evde ya da işte, genç bir kadının intiharını dahi gecikmeye mücbir sebep görmeyecek olan.

İstanbul Adalet Sarayı’nda genç bir adam hayatına son verdi. Gazeteler bu haberi “Bakın o adam kimin kocası çıktı?” diye verdi.

Magazin ölümden baskındı, gazetelerin tıklanma sayısı geride kalanların selametinden mühimdi.

Tanış olan bazıları, geçmiş mutlu gün fotoğrafları paylaşarak üzüntülerini beyan ettiler sosyal medyada. Hangi geride kalan eş, maruz kalmak ister bunca fotoğrafın anısına? Üzüntünün paydaşıyım, beni de teselli edin der gibi paylaşılanlar. Herkes kendi üzüntüsünün tesellisinde, ilgisinde.

Oysa bir eş kalmış geride, samimi olan dostun zaten yeri fiziken onun yanıdır. Bir cenaze kaldırmış olanlar bilir ki o gün sosyal medyaya bir şey yazılamayacak kadar acıdır.

Bazı ölümler bir slogan, bir şiar gibi, Suriyeli Amir Hattab’ın rögar kapağını açıp kanalizasyona atlayarak intiharı gibi.

Titreyip kendine gelmesi beklenen toplum ve bu toplumun kanaat önderleri hala her soruna “Ama Suriyeliler...” şerhi koymaya devam ediyor.

Nazi dönemi Alman toplumunda hayatta kalmanın dinamiklerinden biri de yalandı. Biz de artık yalan yaşıyoruz bu hayatı.

Kötülük çaba istemiyor, etrafındaki dünyanın dertlerine duyarsız kalmak, bir çaba harcamamak, sunulan sahte gerçekliği kabul etmek, kanıksamak, biat etmek zaten kötülüğe katılmak demek.

Çaba isteyen şey iyi olmak. Sorgulamak, sorgulatmak, karşı çıkmak ve kimi anlarda acıya saygı duyup ilgiden feragat edip sessiz kalmak iyiliğe dahil.

Kötülüğü bugünlere büyüterek taşıyan en temel şey şüphesiz ki kapitalizm. Özel mülkiyet, bireycilik, yaşamın her alanının metalaşması, iyinin ve kötünün parayla ölçülmesi en temel etken. Üzerine siyasal İslamın biat kültürü, kötülüğü kendinden olmayana mübah kılarak aklama anlayışı eklendi. İktidarın kutuplaştırma politikası insanları birbirinden kopardı. Cahilliğe övgü, obskürantizm ile yaşamı ve acıyı sorgulama unutturuldu.

Irmağının akışına ölürüm Türkiyem çaldılar binlerce kere tepemizde, pisi pisine ölüyoruz Türkiyem umurunda mı?

Japonya’da bir ada var, insan ömrü ortalama 100 yıl. Bunu İkigai'ye borçlu olduklarını söylüyorlar.

İkigai bir hedefe, gaye ya da arzuya hiçbir zorlama olmadan içten ve kendiliğinden bağlılık hissetme duygusu. Seni sabahları uyandıran, yataktan çıkmana sebep olan, heyecanlandıran, hayata bağlayan şey.

Biz sabahları mecburiyetten uyanıyoruz, çünkü sabahtan akşama çalışacak ve faturaları nasıl ödeyeceğimizi düşüneceğiz, bizim gailemiz bu olmuş, biz hayattan tat alabileceği unutturulmuş bir toplumuz. Herkes kendini dünyanın merkezinde görüyor, başka acılara kör olmuşuz. Başkasının üzüntüsüne ayıracak zamanımız dakikalarla sınırlı, el uzatacak imkan aramayacak kadar kendi dertlerimize, zamansızlığımıza, parasızlığımıza gömülmüşüz.

Peki bu kötülüğün korkunçlaşarak yaygınlaşmasına karşı sadece anlık üzüntü beyanıyla mı yetineceğiz?

İnsan bu kötülük sarmalından nasıl çıkar?

Örgütlenerek...

Örgütlenmek bireycilikten uzaklaştırır, yalnızlaşmanın getirdiği manevi yükü alır, başkasının derdine derman olmak, derman olana da devadır.

Örgütlenmek güçlendirir, ayakta tutar, amaç sağlar. Sabahları uyanmak için bir neden sunar. Bir dernek, bir vakıf, bir parti, bir dayanışma grubu, bir iyilik çatısında örgütlenmeli. Çünkü herkes bilir ki örgütlü bir halkı hiçbir güç yenemez.

Buradan muhalefete akıl verecek ahkam kesecek kadar yeterli değilim belki ama şahsi görüşüm, bu toplumun bir kazanıma ihtiyacı var, öfkenin dinmesi için bir yerde bir adaletin tecelli etmesi gerek. Bahsettiğim adalet, başından beri haksız olan tutuklamaların sonunda tahliyeye çevrilmesi gibi zarardan kâr bir adalet değil.

Bu, birilerinin bir bedeli ödemesinin getireceği adalet. Kötülük sarmalından çıkarmak için toplumu örgütleyebilecek bir hareket, bir hedef.

Kendi aramızda konuştuklarımızı Mecliste bir vekilin ağzından duymak dindirmiyor acıları.

Bir ülkede ekonomi yüzünden, yoksulluktan insanlar hayatlarına son veriyorsa bize bir istifa lazım.

Kimse sorumlusu, bıraksın koltuğunu. Kimsenin kariyeri, titri, kimin nesi olduğu giden canlardan önemli değil.

Bunca sebeple bunca can gitti, bir kişi bile istifa etmedi. Ne tren kazalarında, ne kadın cinayetleri raporu açıklandığında, ne dolar altıları vurduğunda, kimsenin koltuğuna zeval gelmedi.

Vazifesini yapamadığı/yapmadığı için birinin istifa etmesi onurdur, haysiyettir, sorumluluğu üstlenebilmesidir. Birilerinin bu işi layıkıyla yapabilmesine yol açmaktır.

Ahlaklıdır, etiktir.

Bunlar “iyi” kavramlar.

Kendiliğinden gelmiyorsa da dayatılmasında beis yoktur.

Bir ortak amacımız olsun, sağ kalabilmekten öte.

Sağ ve selamet, kalabalık pazarlar dilerim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa