27 Ekim 2019 00:10

Diğer çocukları merak eden çocuklar

Diğer çocukları merak eden çocuklar

Fotoğraf: Metin Tokgöz/AA

PAZAR
Paylaş

Kadıköy’deki bir binaya 16 yaşındaki Greta Thunberg’in resmi çizilmişti.

Bu duvar resmi ile ilgili pek çok güzel şey vardı aslında. Türkiye’de bir Mural Festivali yapılması, tüm dünyadan mural sanatçılarının gelip burada sanatlarını icra etmesi, öte yandan iklim değişikliği konusunda tüm dünyayı omuzlarından tutup sarsan 16 yaşında bir çocuğun Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmesi gibi.

Greta’nın resminin üzerine, üstelik vinç kiralamak gibi bir maliyete ve çabaya girerek, gidip afiş yapıştırmışlar. Eren Bülbül’ün resmini.

Barış Ödülü’ne aday bir çocuğu, vurularak can veren bir başka çocukla yarışa sokmuşlar.

Barış Ödülü’ne karşı bir çocuğun ölümünün övgüsü.

Greta Thunberg’in BM iklim zirvesindeki konuşmasından sonra, aleyhine konuşan, yazan çok insan oldu. 16 yaşında Aspergerli bir çocuğun başarısına değil üslubuna, kelimesine, kaşının kalkışına, sesinin titremesine takıldılar. Kimse dönüp kendine bakmadı, çocukluğunda “Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın” şiiri ezberletilmiş koca koca insanlar kendi 16 yaşlarının bomboş hatıralarını düşünüp de dünyanın derdini kendine dert eden bu kıza saygı duyamadı.

Ne kadar kolaydı yaptığı işi küçümsemek. Greta, İsveç Parlementosu önünde yere oturup yanına dayadığı bir kartona derdini yazıp tek başına greve çıktığında ağustos 2018’di. Bir yıl sonunda tüm dünyada milyonlarca insan meydanları dolduruyordu aynı sloganla. 

Bizim kendi dertlerimiz vardı evet, ekonomik vaziyetimiz, dibimizde bir savaş, bitmeyen davalar, krize dönüşen mülteci konusu ama öte yandan dünya tek ve ömrü bittiğinde hep birlikte biteceğiz. Önceliklendirmeler farklı olabilir ama ortada iklim değişikliğine dair bilimsel bir gerçeklik var. Böyle bir derde lüks gözüyle bakmak, Greta’nın trende yediği yemekle dünyadaki açlığı kıyaslamak vicdana sığıyor mu?

16 yaşında bir iklim aktivistinden, Türkiye’deki bilmek zorunda olmadığı sorunlara duyarlılık göstermesini beklemek mantıklı mıydı?

Kaç T.C. vatandaşı İsveç Parlementosundaki gündeme hakimdi ki?

Ya da geçtim İsveç’i kaçı önüne konacak Ortadoğu haritasında Irak ve İran’ı doğru işaretleyebilecekti, Suriye’yi eliyle koymuş gibi bulabilecekti?

Hor görmek ne kolay başkasının emeğini, zaferini, mücadelesini.

Hele acı yarıştırmak ve bunu çocukların ölümü üzerinden yapmak, öldürülen diğer çocuklara gözlerini kapamak vicdana sığar mı?

Eren Bülbül 18 yaşından küçüktü, tıpkı Uğur Kaymaz gibi, Ceylan Önkol gibi, Berkin Elvan gibi, Roboskî’deki 22 isim gibi. Yakışık alır mı Nobel Barış Ödülü adayı bir çocuğun önüne hayatını koruyamadığımız çocukları sıralamak? Biz öldürüyoruz evlat, zaten çocuklar dünyanın ne hale geldiğini görecek kadar yaşayamayacak demek mi bu?

El insaf diyorum vicdan yok mu vicdan?

2003 yılından beri artık bir “Dünya Vicdan Günü” var. Rachel Corrie anısına adanmıştır. Öldüğü gün olan 16 Mart’ta tüm dünyada vicdan kelimesiyle birlikte Rachel’in ismi anılır. Barışa adanmış bir diğer gençliğin dünyaya bıraktığı izdir.

Barış Aktivisti Rachel Corrie, daha ilk gençlik yıllarında Gazze’de mülteci kamplarındaki yaşıtları ile yazışıyordu. Üniversitede öğrenciyken Gazze’ye gitti. O sırada Filistin’de El Aksa İntifadası sürüyordu. Vatandaşı olduğu ülkeyse Irak’a asker gönderiyordu. Filistin’den annesine yazdığı ilk mektupta: 

“Bugün, bir zamanlar evlerin bulunduğu yerlerde, yıkıntıların tepesinde yürürken, sınırın öte tarafındaki Mısırlı askerler, yaklaşan bir tankı haber vermek için bana “Kaç! Kaç!” diye bağırdılar. Ondan sonra ise el salladılar ve “İsminiz nedir?” diye sordular. Bu dostça merakta rahatsız edici bir şey var. Bu bana hatırlattı ki hepimiz diğer çocukları merak eden çocuklarız” diyordu.

Ancak diğer çocukları merak eden çocuklar inanır barışa.

Konforlu evinden on binlerce kilometre uzakta bir mülteci kampında ateş altında yaşarken Corrie, Twitter yoktu. Olsaydı onun için de belki “İlgi çekmek için İsrail’e karşı gibi görünen Amerikalı sarışın kız” diyeceklerdi. Sosyal medya yoktu, mektuplar kendi kaleminden ailesine yazılmıştı. Samimiyeti sorgulanamaz neyse ki.

“Bana göre hepimizin her şeyi bırakıp, yaşamımızı bunun sona ermesi için çabalamaya adamamız, iyi bir fikirdir. Bana göre bu, artık ‘aşırı’ bir düşünce değildir. Ben hâlâ, Pat Benatar dinleyerek dans etmeyi ve erkek arkadaşlar bulmayı ve iş arkadaşlarımın karikatürlerini çizmeyi çok istiyorum. Fakat bunun sona ermesini de istiyorum.

Hissettiğim şey güvensizlik ve korku. Hayal kırıklığı. Bunun dünyamızın ‘esas gerçeği’ olması ve bizim, aslında, buna ortak olmamızdan dolayı hüsrana uğradım. Benim dünyaya gelirken istediğim şey ‘bu’ olamazdı. Buradaki insanların dünyaya gelirken istedikleri bu olamazdı. Sen ve babam bebek yapmaya karar verdiğinizde, beni getirmek istediğiniz dünya bu olamazdı. Capital Gölü’ne bakıp “İşte koca dünya, ben geliyorum!” derken, sözünü ettiğim şey bu değildi. Rahat bir yaşam süreceğim ve belki, hiç gayret etmeden, soykırıma ortak oluşumun farkına bile varmadan yaşayacağım bir dünyaya geldiğimi söylemek istememiştim. Dışarıda bir yerlerde şiddetli patlamalar oluyor…” diyordu annesine yazdığı mektupların birinde.

Filistinli arkadaşlarının evlerinin İsrail ordusu tarafından yıkımına karşı çıkmak için karşısında durduğu dozer tarafından ezilerek öldürüldü. Dozeri kullanan bir İsrail askeriydi. Ailesinin İsrail’e açtığı davadan, “Savaş koşullarında bunun bir suç sayılamayacağı” kanaatiyle ceza çıkmadı. Zaten İsrail bunu bir kaza olarak görüyordu.

Corrie, henüz 10 yaşındayken yaptığı konuşmada,

“Diğer çocuklar için buradayım. Buradayım çünkü umursuyorum. Buradayım çünkü dünyanın her yerinde acı çeken çocuklar var ve her gün 40 bin kişi açlıktan ölüyor. Şunu anlamamız gerekiyor ki çevremizde yoksul insanlar var ama biz onları görmezden geliyoruz. Bilmeliyiz ki bu ölümler engellenebilir. Anlamalıyız ki üçüncü dünya ülkelerindeki çocuklar da tıpkı bizim gibi düşünür, endişelenir, gülümser ve ağlar. Bizim düşlerimizi görürler, biz de onlarınkini... Anlamalıyız ki onlar biziz, biz de onlar... Benim hayalim 2000 yılına kadar açlığı sona erdirmek. Benim hayalim yoksullara bir şans vermek. Benim hayalim her gün ölen 40 bin insanı kurtarmak. Eğer hep birlikte çalışırsak bunu başarabiliriz” demişti. Umursuyordu, aklı erdiği ilk günlerden beri.

Bencillik habis bir huy. Sanılıyor ki kendini fazla değerli görenler bencildir. Oysa “Bencillik ve Kendini Sevme” kitabında Erich Fromm, bencilliğin ve kendine aşırı düşkün olmanın derinlerdeki kendinden nefret etme duygusundan kaynaklandığı anlatıyor. Bencillik ve kendini sevme aslında tamamen zıt şeylerdir diyor. “İç dünyasında değersiz olduğunu hisseden insan, kendini yüceltmek ihtiyacında olan insandır. Kendini seven insan ise dostuna karşı nazik ve cömert olmak için gereken temele sahiptir.”

Bazı insanlar dünyanın seyrini değiştirmek için geliyor dünyaya, bencillik hiç kodlanmamış gibi genlerinde, aşkla dünyaya getirilmişlerdir, sevmeyi kendilerinden başlayarak öğrenmişlerdir belki de. Kaldıraç vaziyeti görüyorlar. Güçleri, dirayetleri, empatileri başka oluyor. Kadere değil değişime inanıyorlar. Bu kötücül dünyanın kurbanı olsalar bile geride tüm dünyanın hatırladığında saygı duyduğu bir mücadele kalıyor. Dünya Vicdan Günü bize “Diğer çocukları merak eden çocuklar” olmamızı hatırlatmak için takvimde duruyor.

Ölüm çocuğun kaderine yazılmaz, dünyanın kiridir o ancak.

Ölü çocuklardan bayrak yapıp barışa karşı savaş savunulmaz.

Ölümden gayrısını sevmek gerekiyor, insan ilk kendinden başlamalı.

Kendini dünyanın kurtuluşuna adamış çocuklara sahip çıkabilmek, tüm dünya çocuklarını yaşatabilmeyi amaç edinebilmek dileğiyle.

Sevgiyle kalın, empatik pazarlar dilerim...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...