21 Eylül 2019 20:20

Duvarı yanlış yere örmek üzerine…

Duvarı yanlış yere örmek üzerine…

Fotoğraf: Pixabay

PAZAR
Paylaş

Madden, manen, fiziken, sağ ve salim kalabilmek, kendimizi koruyabilmek için sürekli duvar örmemiz gerekiyor.

Hayal gailesi denirdi, ekmek hep aslanın ağzındaydı ama yaşamak da hiç bu kadar çok yönlü bir savunma, direniş hali almamıştı.

Hepimiz birden fakirleşiyoruz, kesintiye gideceksek yaşamdan tat almamızı sağlayanlardan başlıyoruz, elde kalıyor zaruriler: Isınma, barınma, temel gıda, ulaşım vesaire.

Nerede o konser biletleri, tiyatrolar, beyaz örtülü restoranlar, eve alınan güzel bir obje, yağlıboya tablo, koleksiyonluk kitaplar, plaklar, tasarım ürünler, hobiler için kurslar, dans, resim, ebru, drama atölyeleri? Çoğuna süresi belli olmayan bir ara illa ki veriliyor.

İçkiye çok zam geldi. Haftanın son iş günü akşamı kurulan uzun rakı sofraları, kırlarda şarap ve peynirle yapılan piknikler, viski tadımları seyreldi, lafını etmek bile şımarıklık, kızdırırsınız birilerini. Hem de muhafazakarları değil, seküler kesimi. Ne demek rafine zevklere sahip olmak? Sırası mı? Sanki en baştan beri derdimiz sınıf ayrımı olmadan herkesin rafine zevkleri olabilmesi değilmiş gibi. Elitlikle karıştırılıyor artık kültürden, sanattan, iyi bir yemekten zevk alma hali.

Fiziken tetikteyiz, öfkeli ve tahammülsüz toplumumuzda her şey olası. Hamile kadının arabasına saldıran baklavacılar salıverildi. Karısını öldürmeye giden adamı ihbar üzerine yakalıyorlar, mühimmatıyla birlikte hem de ama salıyorlar sonra. Kurşunların nereden geleceği belli değil. Sıkılıyor havaya. Göçükten çıkan madenciye tekme atıldı bu ülkede. Fiziksel şiddetin toplumsal bir ayıbı kalmadı neredeyse. Utanma yok, herkes vurduğuyla kalıyor, elini kolunu sallayarak geziyor, kimsenin başı önüne eğilmiyor.

Kim vurduya gitmek kolay, sanığın cezasız kalacağını bilmek zor ama ezberlenmiş bir gerçek.

Manen tetikteyiz. Herkesin başına her şey gelebilir bu artık cepte. Öte yandan diyelim ki mutlu etmeyi başardınız kendinizi, mutluluk öz eleştiriye tabi artık bu ülkede. Siz kimsiniz de bunca dert içinde umursamazca gülebilirsiniz?

“Hiç mi sızlamıyor vicdanınız?” cümlesinin altında 50 fasikül dolduracak başlık var.

Habire duvar örüyoruz selamet için, ördüğümüz bazı duvarlar tam özgürlüğümüzün üzerine geliyor. Oltaya da geliyoruz kendimizi korumak isterken, kendi bacağımıza sıkıyoruz bir şeyleri kovuşturmaya çalışırken.

Bu duvarlardan birine çok bozuluyorum, çünkü muhafazakarlaşmayı dayatan kesimden değil güya reddeden kesimden geliyor, üstelik de kadınlar yapıyor bu hatayı, içi boşaltılmış taciz kavramından bahsediyorum.

Gerçek tacizi değersizleştiriyor. Kadının özgürlüğünden çalıyor, kendi kendimizi bitiriyoruz.

Taciz, kişinin; bedensel, zihinsel ve duygusal sınırlarını tehdit edici davranışlar olarak nitelendiriliyor.

Fiziksel, cinsel, sözel, maddi, duygusal başlıklarına ayrılıyor. Hepsini detaylı yazmaya köşem yetmiyor ancak ortak özellikleri kişiyi istemediği durumla karşı karşıya bırakmak, kişi üzerinde tahakküm elde etmek, değersizleştirmek, aşağılamak, zorlamak, maruz bırakmak.

Dolayısıyla bir “merhaba” mesajı aldığınızda, kullandığınız bir uygulamada mesaj alımını engellemediyseniz, kişi sizden yanıt beklediği konusunda ısrarcı tavır sergilemiyorsa, mesaj almak istemediğinizi belirtmenize rağmen sürekli yazmaya devam etmiyorsa (Ki tüm mecralardan bir kişiyi engellemeniz mümkündür) sizi tehdit etmiyor, aşağılamıyor, hakaret etmiyorsa bu bir taciz değildir.

Ancak, size sadece bir merhaba yazdığı için ya da nazik bir dilde sizinle tanışmayı çok istediğini, buna nasıl baktığınızı sorduğu için yazdıklarının ekran görüntüsünü alıp, milyonlarca kullanıcısı olan bir sitede, kişiye hakaretamiz cümleler sarf ederek paylaşırsanız, yaptığınız şey tacizin duygusal başlığı altında incelenen şu davranış kapsamına girer:

* Reddetmek (Kişinin varlığını ve değerini kabul etmemek, kişinin yararsız ve aşağı olduğunu sözle belirtmek, kişinin duygularını ve düşüncelerini değersiz bulmak), aşağılamak (Hakaret etmek, dalga geçmek, isim takmak, taklit ederek dalga geçmek gibi kişinin kimliğini, itibarını ve değerini küçümseyen davranışlarda bulunmak), dehşet uyandırmak (Kişide dehşet ve/veya büyük korku uyandırmak, gözdağı vererek kişiyi baskı altında tutmak)

Yani aslında “taciz” diye bağırırken tacizci durumuna düşüyor olabilirsiniz.

Öte yandan bu ülkede verilen kadın mücadelesi sadece öldürülmemek üzerine değil, yaşamın her alanında fırsat eşitliği için de.

Hızlı muhafazakarlaştırma stratejisi çok işe yaradı. Kadının cinsel devrimini konuşamaz olduk bile. Medeni bir dünyada kadın ve erkek her alanda serbestçe tanışabilir, kimi zaman uzun süreli duygusal bir ilişki arayışında olabilecekleri gibi kimi zaman sadece cinsel bir yakınlaşma da yaşayabilirler. Bunun için devletin, kurumların ve toplumun onayı değil sadece iki tarafın da rızası gerekir. Bu heteroseksüel olmayan ilişkiler için de geçerlidir.

İletişimin ilk adımı merhabadır, hiçbir merhaba suç unsuru taşıyamaz. Kendini; erişilemez, selam verilemez, diyaloğa geçmek teklif dahi edilemez bir konuma getirmek kadını karşı cinsten korumak anlamına gelmiyor. Bu kendimizi çarşaflara sokmaktan, erkeklerin bulunduğu ortamlara girmeye kaçınmaktan çok da farklı bir yaklaşım değil. Ha erkeklerin elini sıkmayı reddetmişsiniz ha selamını almayı. Aynı kapıya çıkıyor.

Tüm ilgilerden uzaklaştırarak, en ufak bir ilgiyi suç addederek kadını özgürleştirmiş değil hapsetmiş oluyorsunuz.

Flört, TDK’de “Karşı cinsten biriyle duygusal ilişki kurmak, çıkmak” diye açıklanıyor.

Aslında sözcüğün kökeni İngilizce flirting kelimesinden geliyor. “Sözlü veya yazılı iletişimin yanı sıra beden dili ile bir kişiden diğerine, diğer insanla daha derin bir ilişkiye ilgi göstermek veya eğlenmek için şakacı bir şekilde ilgilenmeyi öneren sosyal ve cinsel bir davranıştır” diye tanımlanıyor. Devletin dil kurumu da flörtü ilişki kapsamına hapsediyor, sosyal hayattan uzaklaştırıyor ve tanımı yaparken heteroseksüel olmayan herkesi yine hiçe sayıyor.

İltifat da flörte dahil. İkisi de medeni halden bağımsız, medeniyet kapsamında sosyal ilişkileri güçlendiren, yaşamı iyi ve çekilir kılan, insanın ruh halini olumlu etkileyen kavramlardır.

Bir market sırasında, bir otobüste ya da yolda yürürken, hiç size iltifat edilmedi mi? “Saçınızın rengi çok hoşmuş” ya da “Ayakkabılarınız çok şık” demediler mi? “Çok güzel bir koku geldi, sizin parfümünüz mü?” denilince mutlu olmuyor musunuz?

Bunlar hayatı güzel eden naif şeylerken tacizin merhabaya indirgenmesi kabus gibi geliyor.

Bir romantik filmde, kasada indirim için tek seferde söylenen numarayı ezberleyip “Sizden çok etkilendim, bana bir kahve içimi vakit ayırır mısınız?” mesajı atsa yakışıklı jön güzel başrole, gülümseyerek izleyecekken ve bu çaba takdir edilecekken gerçek hayatta bir selama, bir gülümsemeye, bir iltifata kırıcı kelimelerden silahlar kuşanarak yanıt vermek hiç yakışık almıyor.

Hayat, bu ülkede hepimizi başımıza gelme ihtimali olan şeylere karşı tetikte kıldı, evet. Birine gülümsemeye korkar olduk doğrudur. Ancak ördüğümüz duvarın altında kalıyoruz, göze batmaz depresif kıyafetlerle, başlarımız önde, dişlerimiz sıkılı, çantamıza sımsıkı sarılı, seri adımlarla yürüyüp geçiyoruz akan mevsimlerin içinden. Güzel sürprizlere gözlerimiz kapalı.

Bu ülkede bir kadının, çekinmeden ve rahatça, bir erkeğe gidip “Ne kadar hoşsunuz” diyebileceği zamanlar diliyorum. İltifatı yönetebilecek kudret ve medeniyet diliyorum. Bir kadınla iletişime geçerken kullanılacak dilin eğitimini vermek de bize düşüyor. Geri kalan mücadele alanlarına bakılırsa pek atla deve değil.

Size gelen mesajlardan rahatsızlık duyuyorsanız önerim:

“Nazik ilginiz için teşekkür ederim. Ancak bu mecra üzerinden bu şekil bir iletişimi tercih etmiyorum. Anlayışınızı rica ederim.”

Dayattığımız şey medeniyet ve nezaket olsun, iletişimsizlik değil.

İltifata nail olduğunuz pazarlar dilerim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...