09 Eylül 2019 20:04

Yozlaşma ve çürümenin motive ettiği siyaset tarzıyla nereye kadar?

Yozlaşma ve çürümenin motive ettiği siyaset tarzıyla nereye kadar?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir yanda ABD ile Akçakale’de kurulan “ortak komuta merkezi”nde “güvenli bölge” görüşmeleri sürüyor. Sürmekle de kalmıyor, her gün yeni adımlar atılıyor, TSK askerlerinin karadan Suriye’ye girerek ABD askerleriyle “Ortak devriye yapılması”na kadar gelindiği görülüyor.

Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan, günde birkaç kez yaptığı konuşmalarda; “Güvenli bölgenin adı var kendi yok”, “ABD teröristler için güvenli bölge kurmak istiyor”, “Eylül sonuna kadar bizim denetimimizde ve bizim dediğimiz boyutlarda bir güvenli bölge kurulması kabul edilmezse, biz kendimiz bu güvenli bölgeyi kuracağız” ...diyor.

Sanki Akçakale’de “güvenli bölge” çalışması yapanların Türkiye ile, Cumhurbaşkanı ile bir ilgisi yokmuş gibi!

Cumhurbaşkanı “güvenli bölge” tartışmasını “içeriye” taşımak için, kayyumları savunuyor, Diyarbakır’da çocuklarının HDP tarafından dağa çıkarıldığını iddia eden bazı ailelerin protesto eylemine destek vermeyen aydınları “aydın müsveddesi” olarak ilan ediyor. Dahası Cumartesi Anneleri’ni ötekileştiriyor.

SOYLU TEHDİTLERİYLE GÜNDEMİ DEĞİŞTİRMEYİ DE AMAÇLIYOR

Öte yandan İçişleri Bakanı Soylu, Cumhurbaşkanının ima ettiği İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerine “Kayyum atanabileceği” tehdidini ete kemiğe büründürecek şekilde konuşuyor. Vücut diliyle bu konuda hazırlık yapıldığını söylerken (Cuma günü gazetecilerin konuyla ilgili sorularına, “Böyle bir şey yok” diyerek tartışmayı bitirmek yerine) “Bu konuda pazar günü konuşacağım” diyor. Kamuoyunu tereddüde sürüklemeyi, böylece tartışmayı bir yandan gündem değiştirme aracı, öte yanda bir “Nabız yoklama” aracına dönüştürüyor.  

Pazar günü bir haber kanalına çıkan Soylu; “Ankara ve İstanbul’a kayyum atamak diye bir şey söz konusu değil. Çünkü kayyum için terörle irtibatlı olunması gerekir” diye konuştu: bu iki büyük kente kayyum atamadıkları için kendilerine teşekkür edilmesini bekliyormuşçasına!

Ama bu arada, bölgedeki bazı ilçelerde de kayyum atanması için hazırlık yapıldığına dair haberler çıktı.

Diyarbakır Başsavcılığının, HDP’nin Diyarbakır ve ilçe yöneticileri hakkında soruşturma açıldığı da açıklandı.

Soylu’nun, kayyum tehdidini, İBB’de “hizmet aracı” adı altında binden fazla araçla ilgili belgenin açıklanmasını gündemden düşürmek üzere kayyum etrafındaki tartışmayı pazara kadar sürdürmesi de “manidar” oldu.

ÇÜRÜME VE YOZLAŞMA AKP VE BÜROKRASİDE BUNALIMI DERİNLEŞTİRİYOR

Uzun süre iktidarda kalan sermaye partileri, yalanlarını saklayamaz, yüzlerindeki maskeyle kendileri koruyamaz hale geliyorlar. Bu da iktidarı elinde bulunduranların, elindeki sınırsız olanakları kaybetme, dahası yapılan yolsuzlukların, yağmanın, yalan dolanın hesabının sorulması korkusunu artırıyor.

Arkasından gelsin panik; gelsin (Belki kurtulurum kaygısıyla) her yalana, her yılana sarılma; gelsin daha büyük yalanlar ve daha büyük haksızlıklar hukuksuzluklar, hırsızlıklar!

İktidar partisinde bürokratlaşma, kendisine oy veren kitlelere sırt dönme, partinin ve yöneticilerin çıkarlarının amaç haline gelmesi, bürokraside yozlaşma ve çürüme, bu çürüme ve yozlaşmanın ekonomide, siyasette, tüm düzen kurumlarına “metastaz” yapması kaçınılmaz hale geliyor.

18 yıla dayanan iktidarıyla AKP tam da böyle bir çürüme ve yozlaşmanın hem merkezi hem da yansıtıcısı olarak, bir devlet partisi haline geldiği ölçüde devletteki çürümeyi daha da derinleştiriyor, bunu yaparken aynı zamanda devletteki çürümeden de beslenerek yozlaşmanın, çürümenin yayılıp derinleşmesine vesile oluyor. Bu da “tek parti tek adam yönetimi”nin ete kemiğe bürünmüş hali olarak karşımıza çıkıyor.  

Özellikle 7 Haziran seçiminin devamı olarak cereyan eden son yerel seçimde de açıkça görüldü ki; elindeki devlet ve yerel yönetimlerdeki büyük rantı kaybetme korkusuna kapılan, dahası şimdiye kadar, “Bize hesap sorulamaz” düşüncesiyle hareket ettiği anlaşılan AKP iktidarı, böyle gitmeyeceğini fark etmiştir.

Bu korku; partinin içinde ve yakın çevresinde başlayan iç tartışmaların, yeni parti girişimlerinin yanına devlet bürokrasisini saran çürüme işaretlerini de koyarak (Beş generalin istifası da bir yanıyla böyle okunabilir) Erdoğan-AKP iktidarının içine sürüklendiği bunalımı büyütmektedir.

HER ŞEY TEK ADAM YÖNETİMİ İÇİN

Bu gelişmelere yakından bakıldığında bugün Erdoğan-AKP iktidarının;

Ekonomide, siyasette (iç ve dış politikada) çözümsüzlüğe sürüklenmesi sorunları ertelemeyi, günü kurtarma kaygısını öne çıkarmıştır.

Erdoğan-AKP iktidarı; kendisi ile birlikte arkasındaki MHP politikalarının da etkisiyle ülkenin içine sürüklendiği büyük sorunların, iktidarın politikalarının değil dış düşmanların ve onlarla bağlantılı olan iç düşmanların (Ki, “iç düşman” tarifi, muhalefet eden her odağı içine alan bir siyasi iklim oluşturuyor) işi olarak göstermektedir.

Her sorunu abartıp, “Türkiye’nin bir beka sorunuyla karşı karşıya olduğunu” iddia edecek biçimde sorunları istismar etmektedir.

Bu istismarı, askeri operasyonlara, komşularla savaşmaya ve hatta “Bin yıllık düşmanlarla savaşan bir kahraman iktidar” imajı vermeye kadar götürmektedir.

Gündemi her tür spekülasyona açık hale getiren politika tarzı, silahlı kuvvetlerin sıcak politikanın bir unsuru olarak kullanılmasına, politikanın her sorununun silahla, kayyumla, tehditlerle çözülmeye vardırılmasına, siyasi iklimin milliyetçilik, dincilik, militarizmin rengiyle zehirlenmesine götürülmektedir.

Böyle nereye kadar gidilebilir, bunu da göreceğiz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa