‘Aklın rotası, kalbin sesi’ meselesi (1)
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Seni bilemem ama ben özüm onun bunun yalancısıyım, duyup işittiklerime, daha da doğrusu nereden, nasıl peydahlandığını bilemediğim kimi rivayetlere göre; Tanrı’nın özenip bezenip sonra da bu aleme “insan” sıfatıyla postaladığı yaratıklar olarak şu “iki kapılı han”da bir müddet yaşayıp, ardından da meçhule doğru yelken açarken, bu arada dünya ahvalinde hoş, nahoş olaylarla baş başa kalıyoruz...
Nitekim bu yalan dolan, eğri büğrü veya tam aksine gerçek olduğunu tam da bilmediğimiz, bilemediğimiz laflara bakılırsa; Tanrı vergisi “fıtrat”ımız mucibince hoşumuza giden şeyler karşısında memnuniyetimizi genellikle sırıtıp belirtirken, nahoş durumlarda surat asıp hüzünleniyoruz...
Öyle ya da böyle, yine ortalıkta dolanıp duran tevatüre göre; eninde sonunda elimizde olmadan geldiğimiz bu diyarlardan yine elimizde olmadan geçip giderken, bazen yarım porsiyon kuru köfte, haşlanmış patates, bir baş kuru soğan, üç yeşil zeytin, biraz lor peyniri, tahin helvasıyla birlikte olmazsa olmaz kuralınca büyük bir somunun yanı sıra, bir fiskelik tuzdan oluşan çıkınımızla, bazen de buna fırsat bulmadan boş heybelerimizle alelacele, palas pandıras yola revan oluyoruz...
Aslında yine ortalıkta kelebek misali uçuşan, rüzgargülü gibi dur durak demeden fırdolayı dönen laflara göre; ucu bucağı nerede başlayıp hangi menzillere doğru gideceği meçhul bu yolculuk esnasında hepimizin kendimizce çeşitli hesapları varken, zaman zaman ortalıkta, genellikle de kapalı kapılar ardında inceden inceye yaptığımız “dört işlem”li kimi hesaplarımızın şaştığını, “yanlış” hesapların da günün birinde kesinlikle Bağdat’tan döndüğünü, üstelik sağlamasını doğru dürüst yapmadığımız bu işlemlerin ceremesini anında veya zamanla ödediğimiz halde, yine de ne hikmetse aynı kulvarlarda gezinip, aynı bulanık sularda kulaç atmaktan da nedense kurtulamıyoruz...
Oysa, her biri şeklen sanki birer topatan, Kırkağaç veya beji kavununu andıran, keza çoğunluğu da ördek, kaz, tavuk, tosbağa yumurtalarından farksız kafataslarımızın içine yine yüce Tanrı’nın üşenmeden yerleştirdiği beyinlerimize danışıp, onların çizdiği istikametlerde yol, yordam bulmamız gerekirken, bunun yerine kaynağını, hangi gözeden çıktığını bilmediğimiz, hatta rivayete göre bir zamanlar böbreklerimizde, akabinde de buradan taşınıp nihayetinde kalplerimizde taht kuran “duygu“larımızın “köle”si olunca şu garip dünyada feleğimizi hepten şaşırdık...
Vee yine denen o ki, Tanrı’nın kimi kulları öncelikle beyinlerinin çizdiği rota doğrultusunda yol alırken, buna mukabil yine Tanrı’nın kimi kulları da, pusulalarını kalplerinin sesine ayarladıkları için insanlık aleminde maraza bir türlü bitmiyor...
Öyleyse...
Devam edeceğiz Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30