15 Ağustos 2019 23:45

IŞİD yeniden güçleniyor mu?

IŞİD yeniden güçleniyor mu?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) ağustos ayı başında radikal İslamcı terör konusunda çarpıcı bir rapor yayımladı. Raporda IŞİD başta radikal İslamcı örgütler geriletilmiş olsa da bu örgütlerin hâlâ önemli bir tehdit olmayı sürdürdükleri belirtiliyor. Aynı raporda IŞİD’in yüzlerce milyon dolarlık gelire sahip olduğuna ve dünyada IŞİD ya da başka radikal İslamcı örgütler adına saldırı düzenleyebilecek militan sayısının yaklaşık 30 bini bulduğuna dikkat çekiliyor. Aynı dönemde ABD tarafından hazırlanan raporlarda da IŞİD tehdidinin devam ettiği, IŞİD’in Suriye ve Irak’ta çoğu kendini gizlemiş 14 ile 18 bin arasında tahmin edilen militanı olduğu vurgulanıyor. Devamında IŞİD’in yeniden yapılanmak ve tekrar ortaya çıkmak için uygun pozisyonda olduğu tespiti yapılıyor.

Pentagon patentli bu raporların amacı biliniyor. Bölgede (Ortadoğu) radikal İslamcı terör tehdidinin devam ettiği, dolayısıyla ABD’nin işinin bitmediği mesajı verilmek isteniyor. Bu raporlar ABD’nin bölgeye müdahalesinin gerekçesi ve dayanağı olarak kullanılıyor.

BM ve ABD tarafından hazırlanan raporların yanıt vermediği soru şu: Bu radikal İslamcı örgütler hangi politikalardan besleniyor ve neden yok edilemiyor?

Bu sorunun yanıtı bakımından öncelikle şunu hatırlatmak gerekiyor: Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği’nin (SB) kazandığı prestij ve ezilen-sömürge dünya halkları üzerinde artan etkisi karşısında ABD ve batılı emperyalistler, “Sovyet tehdidini ortadan kaldırmak” adına radikal İslamcı örgütlenmeleri destekleyip finanse ettiler. Bu dönem boyunca ABD ve batılı emperyalistlere karşı mücadelede öne çıkan hareketler sosyalizmden etkilenmiş, bağımsızlıkçı-seküler hareketlerdi. Mısır’da iktidarı 1956’da ele geçiren ve Süveyş Kanalı’nı kamulaştırarak ABD, İngiltere ve Fransa’ya karşı tutum alan Cemal Abdülnasır bu dönemin öne çıkan sembol isimlerinden biriydi.

Ancak SB rejiminin çökmesinden sonra bu tablo değişmeye başladı. Batılı emperyalistlerin ABD’nin öncülüğünde ilan ettikleri ‘yeni dünya düzeni’, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın ılımlı (neoliberalizmle uyumlu) İslamcı güçler üzerinden dizayn edilmesini amaçlıyordu. Emperyalistlerin bu girişimleri karşısında halklarda biriken tepki ve öfkeyi bu kez dün bu emperyalistler tarafından desteklenen radikal İslamcı örgütler kendi etraflarında toplamaya ve güç kazanmaya başladılar. Nijerya’da 2002’de kurulan ve “Batı haramdır” anlamına gelen Boko Haram böylesi radikal İslamcı örgütler için çarpıcı bir örnektir.

Bölgede radikal İslamcı terörün bu düzeyde güç kazanmasının ve önemli bir tehdit haline gelmesinin önünü açan süreçse, batılı emperyalistlerin 2011’de Libya’dan başlattıkları müdahaleydi. Kaddafi’yi devirmek üzere Libya’ya müdahale eden NATO güçlerinin yerli müttefikleri radikal İslamcı örgütlerdi-ki, bugün Trablus’taki ‘Ulusal Mutabakat Hükümeti’ bu güçlerden oluşuyor.

Suriye’de ise, Türkiye, S. Arabistan ve Katar’ın öncülüğüne soyunduğu müdahalenin en büyük destekçileri ABD ve Fransa’ydı. Türkiye, S. Arabistan ve Katar’ın karşısında Suriye rejimine İran ve Lübnan Hizbullah’ının destek vermesiyle kısa sürede mezhepsel bir görümün kazanan Suriye savaşında rejimi devirmek için dünyanın dört bir tarafından savaşmaya gelen militanları toplayan radikal İslamcı örgütler etkinlik kazandı.

BM ve ABD raporlarına konu olan IŞİD’in tarihçesi de ABD’nin 2003 Irak müdahalesinin sonrasına dayanıyor. ABD müdahalesi sonrasında Irak’ta mezhepsel ve etnik gerilim tırmanmış ve el Kaide’nin Irak’taki uzantıları 2004’te liderliğini Bağdadi’nin yaptığı Irak İslam Devleti’ni (IİD) kurarak Irak’ta birçok kanlı terör saldırısı gerçekleştirmişti. Suriye savaşının başlamasından sonra IİD’in Suriye’ye geçen militanları Muhammed Colani öncülüğünde Nusra cephesini kurmuş ve kısa sürede güçlü bir örgüt haline gelmişti. Bağdadi 2013’te IİD ve Nusra’nın Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) adı altında birleştiğini ilan etti. Ancak Colani bu birleşmeyi kabul etmeyince Nusra ikiye bölündü ama bu bölünme sonrasında Irak ve Suriye’de etki alanını arttıran örgüt IŞİD oldu.

Sonrası biliniyor. Önce Musul’u ele geçirdiği Irak’ta ve sonra Suriye’de yapılan kapsamlı operasyonlar sonucu IŞİD ele geçirdiği topraklardan temizlendi. Fakat bugün elinde toprak bulunmasa da IŞİD, mali kaynakları ve militan sayısı bakımından uygun koşullarda yeniden önemli bir tehdit haline gelme potansiyelini taşıyor. Daha sonra Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) adını alan Nusra ise, bugün Türkiye’nin gözlemci konumunda bulunduğu cihatçı grupların Suriye’deki son kalesi olan İdlib’in büyük bir bölümünü elinde bulundurmaya devam ediyor.

Bütün bu söylenenlerden iki sonuç çıkarmak mümkün.

Birincisi, emperyalistlerin dönem ve koşullara göre bazen kullandıkları ve bazen de tehdit ilan ettikleri IŞİD gibi örgütlenmeler, emperyalist müdahalelerin tetiklediği etnik, dinsel-mezhepsel gerilim ortamında kendilerine yaşam alanı bulmaktadır.

Ve bağlı olarak ikincisi; IŞİD gibi örgütlenmeleri ortadan kaldırmanın yolu, ancak ve ancak emperyalistlerin bölgeden elini çekmesini ve bölge halklarının barış içinde birlikte yaşamasını sağlayacak antiemperyalist, demokratik bir mücadeleden geçiyor.

Bu sonuçlar BM ve ABD raporlarının “radikal İslamcı örgütlerin hangi politikalardan beslendiği ve neden yok edilemediği” sorularını niye yanıtsız bıraktıklarını da açıklıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...