25 Temmuz 2019 00:00

Sansür ve ‘basın ve halkın haber alma özgürlüğü’nün savunulması

Sansür ve ‘basın ve halkın haber alma özgürlüğü’nün savunulması

Fotoğraf: Envato

Paylaş

24 Temmuz, sansürün kaldırılmasının 111. yılı.

Resmiyete bakılırsa “Sansürün kaldırıldığı gün” olması nedeniyle “24 Temmuz Basın Bayramı”dır. Ama gazeteciler en azından 1971’den beri 24 Temmuz’u “Basın Bayramı” olarak kutlamıyor. Çünkü sansürün kaldırılmasının üstünden 111 yıl geçmiş görünüyor ama gerçekte sansürün an ağır biçimi olan “otosansür” her zaman devam ettiği gibi, kimi dönemlerde açıkça sansür kullanılmıştır. Cumhuriyet tarihinin onlarca yılını kapsayan sıkıyönetim dönemlerinde ve 1990’larda görüldüğü gibi!..

Dahası geçen 111 yıl içinde, gazetecilerin yaptıkları haberler, yazdıkları köşe yazılarından... dolayı işlerinden atılması, basın kartlarının iptal edilmesi, mahkemelere sürüklenmesi, cezaevlerine atılması, kontra güçler ya da devletin resmi güçleri tarafından şiddete uğraması, hatta katledilmesi hiç de rastlantısal vakalar olmamıştır.

MEDYA, ‘TEK ADAM YÖNETİMİ’NİN SİLAHI YAPILMAK İÇİN FETHEDİLDİ

Bu yüzden de gazeteci örgütleri ve olup bitenlerin farkında olan gazeteciler, 1971’den beri 24 Temmuz’u “Basın ve Gazeteciler Bayramı” değil, “Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü” olarak görüyor. Ve elbette bayramlarını, gazetecilerin özgürce haberlerini yaptıkları, gazetelerin, TV’lerin, medyanın, iktidarın baskısının olmadığı günlere saklıyorlar.

Türkiye Gazeteciler Sendikası, sansürün kaldırılışının 111. yıl dönümünde, medyanın içinde bulunduğu tabloyu ortaya koydu.

Tablo, sadece gazetecilerin cezalandırılmasının boyutlarını değil aynı zamanda çalışan gazetecilerin üstündeki ağır tehdidi de ifade ediyor. Ki, bu ağır tehdit gazetecilerin üstünde onları “otosansüre” zorlayan baskı olarak şekilleniyor.

Evet, Türkiye’de gazetecilerin sistematik biçimde katledildiği dönemler de oldu. Ama hiçbir dönemde baskılar bu kadar yaygın, etkin ve kendi yandaşları da dahil bütün medyayı kapsamamıştı.

Bu dönemde ise medya, “tek parti tek adam yönetimi”nin inşasının en önemli aracı olarak, iktidar tarafından, mali, cezai, kadroların yeniden oluşturulması... biçiminde her yol ve yöntemle kuşatılarak medyanın yüzde 95’i adeta fethedildi!

SANSÜRÜN EN KÖTÜ BİÇİMİ: OTOSANSÜR

Sansür medyayı baskı altına almanın berbat bir yöntemidir. Çünkü böylece iktidar, medyanın hangi haberleri nasıl vereceğini ya da vermeyeceğini belirler. Ama otosansür, sansürün en berbat biçimidir. Ki, iktidarın toplam medyanın yüzde 95’ini yandaş ve havuz medyası haline getirmesiyle otosansür de olağanüstü ağırlaştı.

Evet yandaş medya dışındaki medyada yazdığı haberi, köşe yazısını bir kez de, “Acaba savcıların dikkatini çekecek cümleler kurmuş muyum?” diye okumayan gazeteci yoktur. Ya da “havuz medyası”ndaki muhabir ya da gazeteciler içinde, hâlâ gazetecilik kaygısı taşıyanlar, “Acaba yazdıklarım içinde iktidarın hoşuna gitmeyebilecek bir şeyler yazmış mıyım?” diye yazısını ikinci, üçüncü kez okumayan gazeteci de yoktur!

Böyle bir ortamda, birazcık gazetecilik ve basın özgürlüğü kaygısı olanların “Basın Bayramı”nı kutlayamayacağı da besbellidir!

Türkiye, dünyanın “gazeteci hapishanesi” diye ünlenmiş bir ülkesi. Ve gazeteciler çok ağır baskılar altında.

Bu da “basın özgürlüğü ve gazetecilerin özgürlüğü” mücadelesini öne çıkarıyor. Genel olarak Türkiye’de 200 yıla yaklaşan basın özgürlüğü mücadelesinin genel çizgisi de bu olmuştur.

Ama Abdülhamit’in sansüründen Erdoğan’ın çok yönlü hizaya getirme politikalarına hiçbirinin asıl amacı gazetecilerle uğraşmak değildir.

‘HALKIN HABER ALMA ÖZGÜRLÜĞÜ’NÜN SAVUNULMASI

Burada iktidarın amacı halkın gerçeklerden haberinin olmamasıdır.

Bu yüzden de gazetecilerin ve gazetelerin “medya özgürlüğü” mücadelesi gazete patronlarının “demokratlığının” izin verdiği ölçüde bir özgürlüğün savunulmasıyla sınırlı kalmıştır.

Ama sermaye iktidarı böyle sınırlı bir özgürlükle de her zaman, hatta çoğu zaman uzlaşmamıştır.

Nitekim son yıllarda Erdoğan’ın medyayı ele geçirme girişimleri, “tek adam yönetimi”ni inşa etmede medyayı bir silaha dönüştürme amacının ifadesi olmuştur.

1990’ların son yarısında, Metin Göktepe’nin katillerinin cezalandırılması mücadelesi içinde farkına varıldı ki, sorun sadece bir medya özgürlüğü değil, “halkın haber alma özgürlüğü” sorunudur. Halk, kendisini doğru bilgilendirmek için haber yapan medya ve gazetecileri savunmak için harekete geçtiğinde bütün barikatlar aşılabilmiştir.

Bugün, medyanın yüzde 95’inin iktidarın eline geçtiği koşullarda iktidarın, medya özgürlüğünün baskı altına alınmasında asıl amacının halkın gerçekleri öğrenmesinin engellenmesi olduğunun öne çıkarılması her zamankinden fazla önem kazanmıştır.

Bu yüzden de basın (medya) özgürlüğü mücadelesi, halkın haber alma özgürlüğü mücadelesi olarak genişleyerek; gazeteci örgütleri, sendikalar başta olmak üzere her türden emekçi örgütlerinin ve demokratik örgütlenmenin (kadın, gençlik, çevre...) mücadelelerinin olmazsa olmazı haline gelmiştir. İçinden geçtiğimiz koşullar, “Basın özgürlüğü” mücadelesini “halkın haber alma özgürlüğü” mücadelesine genişletmiştir.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...