21 Temmuz 2019 01:40

İşe dair yeni trend: Biz biliyoruz da mı yapıyoruz?

İşe dair yeni trend: Biz biliyoruz da mı yapıyoruz?

Görsel: Pixabay

PAZAR
Paylaş

Liseyi yeni bitirdiğim sene, babam bir arkadaşından duyduklarından etkilenip, Londra’ya dil okuluna gönderdi beni.

Memur ailesiyiz. Yanlış hesaplamışız toplam masrafı. O zamanlar kurlar böyle çıldırmamıştı daha ama yine de havsalamız almamış demek ki ne yer ne içer Londralı.

Benim cebimdeki para 10 günde bitti. Kurs yolunda bir dükkan var. Hint kumaşlarından kıyafetler, şallar satıyor. Renkleri, dokuları, üzerine işli boncukları, minik aynaları, aklım gidiyor. Her gün bakıyorum vitrinine ki gözüm doysun bari.

İçeri girmeye nihayet cesaret ettiğim bir gün, hem vakit geçirmek için hem dilim pekişsin diye bir şeyler öneriyordum diğer müşterilere.

Sahibi film karakteri gibi neşeli bir Hintliydi.

Bana saati 3,5 pound’tan iş önerdi.

İlaç gibi teklif. Hemen kabul ettim, çantamı kasanın arkasına bırakıp başladım. Çok şey öğrendim. Mağazaya müşteri girdiğinde önce yanına yaklaşmıyordum ki rahatça bakınsın. Eğer birkaç ürünü askısından çıkarırsa, alıcı olabileceğini düşünüp yanına gidiyordum. “Mor ve lacivertli tonlar daha çok yakıştı ama siz yeşilliyi beğendiyseniz, o da açıkçası gözlerinizi ön plana çıkardı. İmkanınız varsa ikisini de alın, bir de bu morlu yeşilli fulardan veririz size, hepsini birbiriyle kombinleyip birbirinden farklı 5 model yapabilirsiniz” diyordum örneğin. Şunu da beğenebilirsiniz, tam sizin tarzınız gibi duruyor deyip alternatif çıkarıyordum. Kısa boylu kadınlara diz altı boy denetilmez mesela, olduğundan kısa gösterir. Kolları kalınsa ip askı hoş durmaz. Pırıl pırıl saten gömlek ve şık bir kumaş pantolonla mağazaya giren kadına da desenli şalvar önerilmez. Ona Hint ipeğinden sade ve şık elbiseler, gömlekler çıkarmak icap eder.

Ödeme aşamasına geldiğinde, giysileri çok dikkatlice katlar, kök boya tekniğinden, nasıl yıkanması gerektiğinden bahsederdim. Sonra da eklerdim: Bu şekilde koruyabilirseniz, ömür boyu kullanır, çocuklarınıza bırakırsınız. Çok giyip sıkılırsanız, atmanızı tavsiye etmem. Kumaş bir çantaya koyup kaldırın, emin olun 2 sezon sonra özleyecek, çıkarıp yeniden giyeceksiniz. Ürünü bunca özelleştirmem, övmem de pazarlığın önünü kapatırdı. Sonuçta bu kadar klas bir ürün için 2-3 poundun lafını edecek değillerdi. Dil kursundan ümidim yoktu ama tezgahtarlık işi 3 günde dilimi açtı. İngiliz ve Hint karışımı bir aksanla şakıyordum adeta.

Bir gün, Norveçli bir kadın geldi. Uçağına yetişmesi gerekiyordu, bütün “pashmina”larımız çok güzeldi, seçemiyordu. Üstelik bir-iki değil tam yirmi desen arasında kararsız kalmıştı. Bir yandan pashminaları kaç farklı şekilde bağlayabileceğini gösteriyordum, bir yandan da elimi çabuk tutmazsam, karar veremeyip öylece hiçbir şey almadan çıkıp gidecek diyordum. Kararsızlık bazen yorar ve pes ettirir, öğrenmiştim.

20 pashmina içinden hızlıca 6 taneyi ayırdım: “Kahverengi enerji alır, bunu çıkaralım. Yeterince yeşilli seçenek var, bu yeşil yaşınıza fazla ağır, bu kadar parlak pembeye uygun makyajda zorlanırsınız” vesaire.

“Şimdi 6 tane de siz ayırın, kalanların da hepsini alın gitsin. En kötü ihtimal arkadaşlarınıza Londra hatırası diye dağıtırsınız, kırmızı telefon kulübeli anahtarlıktan ve Big Ben’li kupadan çok daha işlevli sonuçta” dedim.

12 tane aldı.

Kapı önüne kadar geçirdim. Beni öpüp gitti. Londra’da pek öpüşülmüyor aslında demek mutlu olmuştu. Mağazaya geri girdiğimde Hintli patronum dizlerini döve döve kahkaha atıyordu. Uzun süre gülmesi geçmedi. “Sen biraz önce yıllık ortalama hava sıcaklığı 8-10 dereceyi bulmayan Norveç’e 12 pashmina sattın ve kadın seni öperek gitti. İşini iyi yapıyorsun kızım, al şu 30 poundu, çık gez eğlen. Ben de bugünlük dükkanı kapatırım zaten erkenden” dedi.

İlk işimdi. İyi yapmaya çalışıyordum çünkü mahcup olmaktan korkardım, hâlâ da korkarım. Ayrıca insanları mutlu etmeyi denemektense sadece dikelmeyi tercih etmezdim. Konuştukça dile hakimiyetim artıyordu, insanlar hakkında fikir yürütüp ne kadar tutturabildiğimi görmek bana iyi hissettiriyordu. Bir şeyi yapmamak, iyi yapabiliyor olmaya zaten tercih edilmezdi.

O 30 pound ile büyük indirim gününde gişe önünde, yağmur altında 2 saat sıra bekleyerek “Jesus Christ Superstar” müzikaline bilet aldım. Kalanıyla Londra’daki en yakın arkadaşım Meksikalı Claudie’ye bira ısmarladım. Hâlâ param kalmıştı, onunla da tütsü ve tütsülük almıştım, döndüğümde bana dükkanı hatırlatsın diye.

Sonrasında çok farklı işlerde çalıştım. Hâlâ çalışıyorum. Ömrüm yettiğince de çalışacağım belli ki.

Hizmet sektöründeki her tecrübe bana insanları tanıma şansı verdi. Tahammülü öğretti, kendi kendimi neşelendirebilmeyi öğrendim. Bu, güler yüzlü taklidi yapmaktan daha kolaydı. İşimi iyi yaptığım her sefer bana farklı kazançlar olarak döndü. Terfi, maaş, iş ilişkisi, dostluk, kendi işimi kurma cesareti, hep ayakta kalacağıma dair inanç vesaire.

Empatiyi öğrendim. Ben kabinde kıyafet denedikten sonra giysileri askılarına geri asarım. Hatta aldığım yere bırakırım çoğunlukla. Yemek sipariş ederken kapris yapmam. Şefin tecrübesine ve tarifine, garsonun yoğunluğuna ve yorgunluğuna saygı duyarım. Markalara ne kadar kızarsam kızayım, çağrı merkezi görevlilerine bağırmam. AVM girişindeki güvenlikçilerin tavırlarını şahsi algılamam. 

Ama bu sıralar, kendime şiar edindiğim bu kurallarda zorlanıyorum. Empati yapamıyorum.

Toplam 120 çeşit ürün olan mağazadaki bir görevlinin çalıştığı yerde ne satıldığını bilmemesini aklım almıyor. Taksicinin navigasyon kullanmamasını, gideceği yeri tamamen yolcunun tarif etmesini beklemesini aklım almıyor. Terzi elbise dikemiyor, sadece paça kısaltmaktan anlıyor. Bankacı kendi bankasının kredi faiz oranını bilmiyor, gişe görevlisinin Fed raporuyla ilgili fikri yok. Klasikleri okumadan yayın evi kuran var, biranın ham maddesini bilmeden tekel bayii açan, Seyfi Arkan’ın Vedat Tek’in adını bilmeden mimarlık yapan var, 10. kilometre yapılırken 2. kilometrenin çöktüğü asfaltlar var. En korkuncu: Ali İsmail Korkmaz’a ağrı kesici verip gönderen doktor var.

Bir insanın işini iyi yapması için ne işini sevmesi şart ne de sonsuza kadar o işi yapacak olması.

İşi iyi yapmak, insanın kendine saygısıdır, onurudur, hak edişidir.

Sanki herkes sadece bugünü, bu ayı kurtaracak maaşı alabilecek kadar idare ediyor durumunu. Gelecek, o an yapılan işte olmayabilir ama elde bir tecrübe edinme şansı varken kullanmamak neden anlayamıyorum.

Herkes birinin kendisini keşfetmesini, kendi işini kurup Steve Jobs olmayı bekliyormuş, 2 aya kadar global firmada CEO seviyesine yükselecekmiş de şimdilik kamu hizmeti yeter saatini tamamlıyormuş gibi garip bir sahiplenmeme halinde.

Herkes işinden utanıyor gibi. Oysa çöpleri toplamak değil çöpü bile toplayamamaktır utanılacak olan. Birilerine iş tanımı gereği hizmet etmek köle kılmaz insanı. Hizmeti alanla sunan arasında sınıf farkı da yaratmaz. Herkes internet bağlatır evine, herkes hesap açar bankada, herkesin deneme kabinine girmesi gerekir, herkesin lokantada yemek yiyesi tutar.

Karşılıklı saygı işin kendisine değil nasıl yapıldığına bağlı ortaya çıkar.

Emeğini sömürtmemek ile işini yapmamak arasında hiçbir korelasyon yok.

Emeğin değerini de niteliği belirlemeli niceliği değil. Tüm kavgamız da zaten emekte niteliği yükseltip niceliği azaltmak değil mi?

Geçtiğimiz hafta sayısız duruşma vardı. Hakimlerin ve savcıların işini iyi yaptığı bir durumda, bambaşka olacaktı bugün her şey.

O doktor işini iyi yapsaydı, Ali İsmail hayatta olacaktı.

Bazı mesleklerin iyi ya da kötü icra edilmesi arasına hayatlar sıkışıyor.

Ama yaygın kanının işe saygı duymak olması birkaç meslekle sınırlanmıyor.

İşini iyi yapmayandan ağız dolusu hesap sorabilmek adına, sonuna kadar işimi iyi yapmaya çalışacağım.

Emeğimizi sömürtmeden, emeğimizin değerinin farkında olarak, emeğimizin karşılığını alabileceğimiz günler dilerim.

Son söz bir hatırlatma olsun:

Yale Üniversitesi’nden Profesör Timothy Synder’in yazdığı Faşizmle Mücadele Yöntemleri makalesi 3. öğüt:

“Faşizm koşullarında en büyük devrimcilik, işini iyi yapmaktır.” (W. Benjamin)

Faşist rejimlerde devlet liderleri kötü örnek oluştururlar: Onların muktedir kıldığı bazı kişilerin artık yasaya uymama özgürlüğü vardır. Bazı kişilere, gruplara rant, talan, yalan özgürlüğü verilmiştir; zayıflara da sadece yalanlara inanma, katledilme, tecavüz edilme özgürlüğü kalmıştır.

Böyle zamanlarda, normal halde işler düzgün yürüdüğü için kullanılması pek gerekmeyen meslek ahlakı dilinizi hatırlayın. Meslek ahlakı, adil pratiği savunmaya yarar. Avukatlar işini iyi yaparsa, yargıçlar işini iyi yaparsa bir hukuk devletini yıkmak zorlaşır. Bu diğer kurumlar için de geçerli. Kurumlar insanlar sayesinde vardır. Meslek ahlakı, muktedirin sizden yapmanızı talep ettiği yanlış işleri niye yapamayacağınızı gerekçelendirmeye yarar. *

Şimdiden emeğinize sağlık...

* Çeviri: Prof. Zeynep Direk

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...