15 Haziran 2019 23:54

Değişen babalar, kapıyı çarpıp çıkmaya hazır evlatlar üzerine...

Değişen babalar, kapıyı çarpıp çıkmaya hazır evlatlar üzerine...

Fotoğraf: Pixabay

PAZAR
Paylaş

Bugün babalar günü.

Bu topraklarda doğmanın bize bir lütfu daha, babaya yüklediğimiz anlam, baba arayışımız, babayla kavgamız, barışımız, babadan beklentilerimiz, bizim babalarımızla çözülememiş dertlerimiz.

Ortadoğu kültürü babaya otoriter bir kimlik tanımlıyor. Ataerkil yapıda baba, eve parayı getiren, geçimi sağlayan, kuralları koyan, sınırları belirleyen, cezalandırma yetkisine sahip, bunların tamamında da kendisiyle çelişme hakkına sahip, karnımızı doyuran, sağ kalmamızı sağlayan figür.

Anne ise duygusal gelişimin yükünü sırtlanıyor.

(Hosseini, Z.M. (1999) Islam and Gender, Princeton University Pres)

Bundan tam 8 sene önce, The Guardian’da dış haberler editörü Peter Beaumont bir makale kaleme almıştı. Başlığı: “Tayyip Baba, Türkler için hâlâ bir baba figürü mü?” 

Davos’taki çıkışla başlayan süreci ve otoriterleşen rejimin, liberallerin desteğini kaybetme sürecine girdiğini anlatan bu yazı bizdeki “baba” algısından da bahsediyordu.

Bunun üzerine birkaç anket çalışmasını da inceleme şansım olmuştu.

Toplum, Erdoğan’ı bir baba figürü olarak görüyordu çünkü baba bizde dışarıya karşı aileyi bir arada tutan ve savunan, bunun için kavgadan çekinmeyen ancak içeride otoriteyi, öfkeyi, cezayı temsil eden bir figürdü. Babaya küsülmez, babaya karşı çıkılmaz, dövse de sevse de o babadır anlayışı hakimdi.

“Disiplin daha çok baba tarafından sürdürülmektedir ve temelinde azarlama ve dayak vardır. Babanın takdir ve azarları oldukça etkili olmaktadır. Cezalandırmada temel bir kalıp yoktur, o anki ruh haline göre ceza verilmektedir. Aynı davranış için çocuğa gülünürken, başka bir zaman görmezlikten gelinebilir veya kötü bir davranış için çocuk dayak yerken, başka zaman aynı davranış için azarlanabilmektedir.” (Fernea, 1995) 

“Çocuğun evdeki eğitimi, ebeveynler tarafından sürekli tekrar edilen birçok emirle gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Çocuklara itaatli olmaları, sessiz olmaları ve yetişkinler gibi davranmaları söylenmektedir.” ( Jallali, 2002) 

2016 yılında bir röportajda Psikiyatrist Dr. Alper Hasanoğlu, “Genelleyeceksek, Ortadoğu’da babalar otoriter bir figür olarak varlar. Çünkü otorite dışında ilişki kurma biçimleri yok. Yalnızca otoriter ve sert olduklarında bir duygu gösteriyorlar. Sevme, sarılma, şefkat gösterme söz konusu değilse kurabileceğiniz ilişki ancak otoriterlik üzerinden oluyor. Bir baba hiyerarşideki yerini belirlemek için illa ki sert ve otoriter olmak zorunda değil. Zaten çoğunlukla eve para getiren ve çocuğunun ihtiyaçlarını karşılayan insan olarak hiyerarşide aslında biraz daha yukarıda duran insan konumunda. Parayı verme dışında hiçbir şey yapmıyorsanız eğer, otorite dışında elinizde bir şey kalmıyor. Sevgiyle ve şefkatle kazanılan saygı aslında çok olumlu bir saygıdır. Korkuya dayanandan ziyade sevgiye dayanan saygı çok daha uzun soluklu oluyor” diyor ve “baba” kelimesine yüklediğimiz anlam mı bizi devlet baba, Orhan Baba, Müslüm Baba gibi kavramlara yöneltiyor sorusuna şöyle yanıt veriyordu:

“Tam tersi, bir baba ihtiyacımız olduğu için devlet babamız var, Orhan Babamız var... Bir şekilde baba ihtiyacı devam ettiği için başka insan ve durumları böyle tanımlıyoruz. Çocukken baba ihtiyacımız doyurulmazsa erişkinlikte baba yerine dosta, arkadaşa ya da herhangi bir kuruma ihtiyaç duyarız.”

Son zamanlardaki anketler bambaşka sonuçlar vermeye başladı. 

Çünkü Y kuşağı geldi. Babalardan beklentiler değişti. Babayı kabulün şartları ve babalar da.

Baba şefkat vermeyecekse, evladının mutluluğunu, sağlığını her şeyden önde tutmayacaksa, sevgisini hissettirmeyecekse, karın tokluğu için, bir koruma sağlaması için, sadece aileyi bir arada tutması için o azarı çekeceğine, kapıyı çekip gitmeye ve bir daha babayı görmemeye razı çocuklar geldi.

“Sosyal davranışların birçoğunun öğrenilmesi, akran grupları ve geniş ailede bulunan bireylerle olan etkileşimler ve deneyimler yoluyla olmaktadır.” (Fernea, 1995)

Kutuplaşmayı artırmak öğretileri de belirli bir akran, tanıdık grubuyla kısıtlamak anlamına geliyordu. O kutuplaşmanın yıkılması, toplum için güvenli alanın genişlemesi demekti; vicdan merkezinde, şefkat içeren daha geniş bir kucak bulabilme ihtimali.

Baba, azarını ve tehditlerini kesmezse yanımızda olacak, iyiliği öğrenebileceğimiz dost çevresi buluruz demeye başladı toplum. O boşluğa illa bir baba oturmak zorunda değil artık. 

Anneler bin yıldır bu topraklarda evlat hakkı peşindeydi. Sadece bizde değil, tüm Ortadoğu’da. Mahkeme kapılarında, şehrin en kalabalık meydanlarında, cezaevi önlerinde ellerinde birer resim, dillerinde haykırış, üzerlerindeki tüm baskıya rağmen evlatlarının arkasındaydılar, evlatlarının ya da evlat kanının. 

Ne tehditler durdurabildi ne seneler.

742. haftası geride kaldı Cumartesi Annelerinin, daha bu hafta tren kazasında evladını kaybeden Mısra Öz Sel haykırıyordu: “Benim bu ülkenin ihmallerine, sorumsuzluklarına, kraldan çok kralcılarına verilecek bir canım daha yok artık. Hesabını sorarım, soracağım. “

Senelerdir “anaların öfkesi”ni konuştuk.

Mart ayından bir fotoğraf var aklımdan çıkmıyor. Rabia Naz’ın ve Şule Çet’in babası, ellerinde kızlarının fotoğraflarıyla yan yanalar.

Anaların öfkesi babaların inadıyla birleşti.

Bu babalar gününde, özellikle bu iki baba; İsmail Çet ve Şaban Vatan nezdinde, hayattaki en büyük önceliği evladı olan, sonuna kadar çocuğunun hakkının peşinde koşan, sadece bir haneyi değil, dünyanın kalanını çocuğu için güzel etmeye çalışan, çocukların sağlık ve selametini, mutluluk ve geleceğini hiçbir dünyevi derde ve zevke değişmeyen tüm babaların babalar gününü kutlarım.

Hepimiz için baba boşluğu hissetmeyeceğimiz, şefkatle ve sevgiyle sarmalanmış bir dünya dilerim.

Eğer onu düşündüğünüzde, babanızın kokusu, gözlerinin rengi, hareleri, gülerken dudaklarının aldığı şekil, alnının çizgileri, yüzündeki bir yara izi ya da sakallarında eksik kalan bir yer gözlerinizin önüne geliyorsa, bilin ki çocukluğunuzda güzel sevilmişsiniz. Bu izler, bir insan ancak kucak yakınlığındaysa hafızaya kazınabilir.

Bu pazar, bir kişisel paragrafı da mazur görmenizi rica ederim, bu satırlarım babama:

Beni bebekliğimde hırkasının içinde nefes alışlarıyla uyutan, gençliğimde çok çatıştığım, bir aferini uğruna kendimi paraladığım, sonunda sadece kendim olmaya karar verdiğimde sevgisinin ve aferinlerinin yanı sıra saygısını da kazandığım, aynaya her baktığımda kendimde ondan bir parça daha yakaladığım babamın da günü kutlu olsun.

Kucağında büyüttüğün için sağ ol baba, seni seviyorum, otoriten için değil, her şeye rağmen değil, sadece bir kan bağı yüzünden değil, çocukluk anılarım için, götürdüğün maçlar, elimden tutup gezdirdiğin parklar, benim için aldığın riskler, bana yansıtmadığın dertler için, kazanmama, yardım etmeme izin verip yetişkinliğimi teslim ettiğin için.

“Bunu babam da okuyacak” demeden yazma özgürlüğü sunduğun için teşekkür ederim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...