22 Haziran 2011 10:00

ILO kimin örgütü?

ILO kimin örgütü?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) 100. Uluslararası Çalışma Konferansı geçtiğimiz hafta tamamlandı. TİSK, Türk-İş, Kamu-Sen hükümet delegasyonu ile, DİSK ve KESK ise üyesi oldukları Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) heyeti ile konferansa katıldılar ve görüşlerini konferans delegeleri ile paylaştılar.
Türkiye yıllardır ILO tarafından kendisine “önerilen” düzenlemeleri yerine getirmediği için her yıl olduğu gibi, bir kez daha “özel paragraf”a alındı. Bu durum basına “Türkiye ILO’nun kara listesinde” diye yansısa da, aslında ortada kara liste falan yok. Türkiye yıllardır “özel paragraf”ta olmasına karşın, söz konusu uygulamanın hiçbir somut yaptırımı olmadığından her yıl aynı nakarat tekrarlanıp duruyor.   
ILO, sendikalar ve bu sendikaların üyeleri tarafından genellikle bir emek örgütü, emeğin ve emekçilerin haklarını uluslararası alanda savunan bir kuruluş olarak biliniyor. Kurulduğu 1919 yılından bu yana kabul edilen ILO sözleşmelerine bakıldığında böyle algılanması normal karşılanabilir. Ancak konuyla ilgili kesimlerde oluşan bu algının doğru olduğunu söylemek mümkün değil.
ILO, son yıllarda gerçekleştirilen emperyalist müdahalelerle sık sık gündeme gelen Birleşmiş Milletlerin “özel görevli” uzmanlık kuruluşlarından birisi. Birleşmiş Milletler üyeleri içinde sadece ILO’da işçi, işveren ve hükümetten oluşan “üçlü yapı” var. İşveren ve işçi temsilcileri ekonominin o meşhur “sosyal tarafları” olarak, üçüncü tarafı oluşturan hükümet temsilcileri ile birlikte hareket etmek zorundalar. Bu durum, ‘üçlü yapı’ içinde herhangi bir konu üzerinde ne kadar “müzakere” yapılırsa yapılsın, sonucun genellikle hükümet ve işveren temsilcilerinin istediği şekilde çıkmasına neden oluyor.
ILO’nun işçi sınıfına temel haklar sağlamak ve haklarını korumak amacıyla kurulduğunu iddia edenlerin sayısı az değil. Ancak gerçekte ILO, ilk kurulduğu günden itibaren işçi sınıfının ve onun sendikal örgütlerinin “düzen dışına” çıkmasını engellemek ve kapitalizm içinde çalışma ilişkilerinin asgari kurallarını düzenlemek işlevini 92 yıldır başarıyla yerine getiriyor.
ILO’nun kimin tarafında olduğunu ve kimin çıkarlarını savunduğunu anlamak için çok sayıda örnek verilebilir. Örneğin 1948’de 87 Sayılı Örgütlenme Özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkının Korunması Sözleşmesi’nin kabulü sürecinde yürütülen tartışmalarda öncelikli olarak “Hiç kimsenin sendika üyesi olmaya zorlanamayacağı” (negatif sendika özgürlüğü) karar altına alındıktan sonra, bilinen anlamda örgütlenme özgürlüğü kabul edildi. Yıllardır sendikaların örgütlenme faaliyetlerine dayanak yaptığı 87 Sayılı ILO sözleşmesi o dönem kapitalist ülkelerin delegasyonunun karşı çıkmasına rağmen SSCB delegasyonunun yoğun çabaları ile kabul edilebildi. Bu önemli gerçeği bilmediğinizde, ILO sözleşmelerinin kabulü sırasında ne tür tartışmaların yaşandığını, nasıl mücadeleler verildiğini görmediğinizde, ILO’yu yanlış tanımanız kaçınılmaz oluyor.
 ILO, özellikle soğuk savaş döneminden itibaren, başından beri temel ilkesi olan “sosyal diyalog” mekanizmaları ile işçi sınıfı örgütleri ile patronları, hükümetlerle aynı masa etrafında bir araya getirerek emek ve sermayenin örgütlü güçleri arasında “dengeleyici” bir rol oynamaya çalıştı. Ancak özellikle 1990’lı yıllardan itibaren ILO ile Dünya Bankası projelerinin pek çok noktada ortaklaşması, ILO uzmanlarının çoğunun daha önce Dünya Bankası’nda çalışmış “deneyimli” kişilerden seçilmesi, ILO’nun geçmişte sergilediği emek ile sermaye arasındaki “dengeleyici” rolünden vazgeçmeye başladığını ve açıkça sermayeden yana taraf olduğunu gösteriyor.
Çalışma koşullarının düzeltilmesi, kayıt dışının önlenmesi ve yoksullukla mücadele gibi önemli konularda her fırsatta ‘sosyal diyalog’ çağrısı yapan ILO ve diğer uluslararası sendikal örgütlerin asıl hedefi sendikaları tarihsel rollerinden ve sorumluluklarından uzaklaştırarak kendi içinde ‘sivil toplum örgütü” haline getirmek. Dünyada ve Türkiye’de sendikaların genel durumuna bakıldığında bu işlevini bugüne kadar başarıyla yerine getirdiğini görmek mümkün.
Sendikaları kapitalist sistemin genel standartları içine hapseden, sermayenin nihai çıkarlarını tehdit etmek bir tarafa destekleyen; emek örgütlerine her fırsatta meydan okuyan ve emekçilerin her gün canına okuyan hükümet ve patronlarla “iş birliğini” savunan bir kurumun kimin örgütü olduğunu görmek için gözleri açık tutmak yeterli.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa