12 Mayıs 2019 20:03

1640 santigratlık cehennem

1640 santigratlık cehennem

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Mutfaktasınız. İçinde kızgın yağın olduğu bir tava düşünün. Sonra üzerine birkaç damla su düştüğünü. Küçük patlamalar halinde tavadan fışkıracak sıvı ve gaz parçacıkları yaralanmanıza neden olabilir.

İşte buna benzer bir patlama geçtiğimiz hafta HABAŞ’ta yaşandı. İzmir’de kurulu çelik fabrikasında. İkisi ağır 4 işçi yaralandı. Peki, olay nasıl olmuş?

Ark ocaklarında elektrotlarla eritilen hurda, sıvı lav halinde önce dev potaya doldurulmuş. Sonra 1640 santigratlık ateş topu, vinç yardımıyla raylara sürülmüş. Fakat travers kolları ve potanın iri gövdesi, kancanın takılacağı pota kulağını görmeye engel olmuş. Üstelik yeni bir durum da değilmiş bu! Çünkü pota kulağını böyle, hep tahminen bulmaya çalışırmış işçiler! Akla ziyan bir durum. Sonrasında, dökülen lav ve lavın aşağıda suya temas etmesi. Ve ardından gelen korkunç patlama... 

HABAŞ, akıl almaz “kazalar”, patlamalar ve iş cinayetleri ile adından söz ettiren bir fabrika. İzmir büromuzun ve Turan Kara’nın haberlerinden biliyoruz. Peki, ama, çatının bile çökmesine neden olan ve toplu bir işçi kıyımının eşiğinden dönülen son patlamada, işçiler neden bu kadar sessiz kaldı? Acaba onlar için de bu ölümlü kazalar “işin fıtratından” mıydı? Bu merak beni, 11 yılını HABAŞ’ta geçirmiş bir işçinin huzuruna getirdi. Ben sordum o yanıtladı. İşte o yanıtlar:

  1. Fabrikada “devamlı üretim” baskısı var. Yani aksaklıkları görmek, gidermek için gerekli zaman aralığı kısaldı. Bakım için işe ara verme süresi 16 saatten 8 saate düşürüldü. Arızayı görsen de müdahale edecek zaman yok.
  2. İşçilerin çalışma saati 8 saatten 12-13 saate çıkarıldı. Tempo arttı. İşçi bir vakitten sonra sersemliyor, işe odaklanamıyor. Bu da kazaya davetiye çıkarıyor.
  3. Son kazada, potanın altında su vardı. Çeliği soğutmak için su şart. Ama bulunduğu yer yanlış! Başka yere akışın verilmesi gerek. Bir de şu var: kamera sistemi olsa kancanın pota kulağına geçirilmesi mümkün olabilirdi. Ama patronlar maliyetten kaçıyor. En ucuz yedek parça işçidir, onlar için.
  4. Fabrikada gerekli denetimler yapılmıyor. İSO standart belgeleri var ama ihmaller, kazalar, ölümler bu belgeleri doğrulamıyor. 
  5. İşçi sağlığı ve iş güvenliği uzmanları şirkete bağlı. Tarafsız olamıyor, patrona göz yumuyorlar. Oysa doğrudan meslek örgütlerine bağlı olmalılar.
  6. Fabrikada Türk Metal Sendikası var. İşçiler sendikayı kendilerine uzak, patrona yakın görüyor. İş güvenliği sendikanın gündeminde yok. Temsilcilerin uyarıları kulak arkası ediliyor. Son olay karşısında ne bir iş bırakma oldu ne de protesto.
  7. 2002 ile 2007 yılları arasında, işe girdi-çıktılar yapıldı. Haliyle maaşlar düştü. Tecrübeli işçi kalmadı. Bunlar 1998 “metal fırtına” direnişini yaşayan işçilerdi. Her yeni işçi, daha düşük ücret daha az itiraz demek patronlar için. 

Kıdemli HABAŞ işçisinin anlattıkları, demir çelik işçisinin “kader” ya da “fıtrat” söylemine mesafeli olduğunu gösteriyor. Tersine, öfke kor bir alev gibi kabarıyor. Ama işten atmalar, işçi sirkülasyonu hareketin önünde engel. Ekonomik kriz, işsizlik korkusu da eklenince kor, küllerin altında kalıyor. En önemlisi, işçiler henüz sendika bürokrasisini aşacak örgütlülüğe sahip değiller. Şimdilik...

***

HABAŞ’ta yaralanan işçilerin çocukları için seferber olmuş okuldaki arkadaşları, öğretmenleri. Çocukların çizdiği resimler ve duygu dolu sözler gazetemizde yayımlandı.

Resim altı yazılarından biri şöyle diyor: “Çok kişi öldü HABAŞ’ta, o yüzden patron yenilerini alıyor...” Çocuklarda öyle bir bilinç mayalanması ki bu, zira HABAŞ’ın bulunduğu Bakırçay havzasında her yıl onlarca işçi ölüyor. Her ay okuldaki bir çocuğun babası ölümlü kazaların kurbanı oluyor. 

Demir çelik işçilerinin çocuklarını okutan Eğitim Sen’li bir öğretmene ulaştım. Çocukların yaşadığı travmayı anlayabilmek için sorular sordum. Özetle, şunları söyledi:

“Geçen yıl TÜPRAŞ’ta bir işçi öldü. Biz de Eğitim Sen olarak kokart yaptırdık. Üzerinde ‘Taşerona Hayır, İş Cinayetlerine Son’ yazılıydı. Baktım, çocuklar da kendi elleriyle kokartlar yapıp yakalarına takmışlar... Bir başka oluyor demir çelik işçilerinin çocukları. Sokak köpekleri toplanınca ‘Onlar doğanın hayvanları’ diyebilen, İlçe Milli Eğitim’den gelenlere ‘Kolejlerin havuzu var, bizim neden yok’ diye sorabilen, meslekler dersinde ‘Babam tehlikeli işte çalışıyor’ diye yanıt verebilen çocuklar bunlar... Bir ödev kağıdına şöyle bir şey yazılmıştı örneğin: “Poşetleri atmayalım. Annem yıkayıp yeniden kullanıyor. Markette poşet paralı.” Evdeki annenin, sofradaki sohbetlerin gündemi bu çünkü...”

Bütün bunları dinleyince...

1640 santigratlık cehennemde babaları kavrulan çocukların; resim kağıtları üzerine o keskin sınıf ayrımını nasıl yazabildiklerini anlamaya başlıyorsunuz:

“Sizin cebiniz, bizim babalarımızın canından daha önemli değil...”

***

Bundan tam 5 yıl önce, başka bir işçi cehenneminde, Soma’da 301 madenci işçimiz can verdi. Soma davasında adalet gelmediği için yaşanıyor zaten hep HABAŞ’lar ve çığ gibi büyüyen iş cinayetleri.

Soma madencilerini saygıyla anıyoruz. "Adalet" demeye devam edeceğiz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa