11 Mayıs 2019 20:45

Tüm annelerin Anneler Günü kutlu olsun | Çocuk yaşta evlendirilen annem...

Tüm annelerin Anneler Günü kutlu olsun | Çocuk yaşta evlendirilen annem...

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

PAZAR
Paylaş

Kısık sesli radyodan gelen türkünün ezgisi onu yine aldı götürdü bir yerlere. Ellerinin işlemesi kendiliğinden durdu. Bulaşık leğenindeki sıcak suyun içinde öylece kaldı. Köpükler her iki elini ak bileklerine kadar örtmüştü.

“Aman da kızlar ne zorumuş burçak yolması” diyordu türküde bir kadın. Bu türküyü her duyduğunda çocukluğuna, gençliğine, o ilk gelin olduğu zamanlara giderdi. Sanki kendisi için yakılmıştı bu türkü ki o da “Kim bilir kaç kadın aynı şeyleri düşünüyordur bu türküyü dinlerken” diye geçirirdi içinden.

Sırtını Binboğa Dağları'na yaslamış bir köyden Anadolu’nun tam ortasındaki bozkıra gelin geldiğinde daha 15’ine yeni girmişti. Çocuktu yani! Yaşıtı olan çocuklar dışarıda oyunlar oynarken o gizli gizli onları izler, oyunlarına katılmak için can atardı. Bazen, kayınvalidesinin görmeyeceğini aklı kestiğinde de coşku ile girerdi oyuna. Seksek, ip atlamaca, saklambaç…

Tüm dertlerini unuturdu bu zamanlarda. Evinden, yurdundan, anne babasından ayrıldığını, sarı sıcağın altında göz alabildiğince uzayan bozkırın kardeşleri ile arasında aşılmaz bir duvar gibi durduğunu, adını bile burada öğrendiği bir gurbete geldiğini, o başı dumanlı Binboğaları artık göremeyeceğini, o yaylada koyun keçi güdemeyeceğini, o pınarın soğuk sularından bir daha içemeyeceğini unutur, yine eski neşeli Hatçe çocuk olurdu...

Kayınvalidesi gelinini çocuklarla oyun oynarken gördüğünde çoğu zaman kızardı. Bebeği uyutup hemen oyuna koşuyor diye söylenirdi. Evdeki o kadar iş güç dururken! Hele komşuların “Senin gelin gene oyuna dalmış” diye dudak büküp gülmelerine sinir olurdu. En çok da bu söylenmelerin ardından haşlardı gelinini.

Ama bazen de ses çıkarmaz, bir köşeye siner yüreği kabararak izlerdi onu. Ne suçu vardı ki şuncağızın! Çocuktu o daha, çocuk doğursa da çocuktu! Üzülür, içlenir, bir zaman sonra gözyaşlarını kurulayıp seslenirdi bulunduğu yerden: “Hadi kızım, oğlan uyanmış sesi geliyor. Git biraz da onunla oyna...”

Kötü bir kadın değildi kaynanası aslında. Sadece kıtlık görmüş, açlıkla terbiye edilmişti. Çok cimriydi bu yüzden. Sağa sola mutlaka yiyecek istiflerdi. Her zaman kilitli olan ahşap sandığının içinden küf kokusu gelirdi. Nemlenmiş bisküviler, pudra şekerleri yapışmış lokumlar, gofret, iyice bayatlamış fındık, fıstık, sarı üzüm...

Annem, ilk çocuğunu 16’sında kucağına aldı. Biraz da bebeğiyle büyüdü. Daha bez bebeklerine doyamadan gelin olmuştu. Yine de çifte belikli, maviş gözlü Fadik’ini hiç unutmadı. Fadik’in mavi boncuk gözleri sırt üstü yatırdığında kendiliğinden kapanır, uyurdu.

Oysa oğlu hiç öyle değildi, uyuyana kadar ayaklarında sallamaktan iflahı kesiliyordu. Tam onun artık küçük adımlarıyla koşup oynadığını görüp biraz nefes almaya başladığında ikinci oğlu oldu. Artık çocuk değil iki çocuklu genç bir anneydi.

Oğullar büyüdü. Ne burçak tarlası kaldı sarı sıcağın altında iki büklüm çalışılan, ne tozlu bozkırın kıracı. Bir avuç toprak karın doyurmayınca, yüz binlerce köylü gibi kente gitti onlar da. Tek maaş yetmeyince eşi gibi işçi oldu.

Zaman bir zımpara acımasızlığıyla ömrünü törpüleyerek aktı gitti. Yine de, çocukluğunu geçirdiği yerleri hiç mi hiç unutmadı.

Bir yaz günü, annemin, çoluk çocuğa karışmış oğlu olarak kendi çocuklarımızla onun yaylasına, Binboğaların eteklerindeki Deve Deresi’ne gittik. Sarı dikenlerle kaplı, taşlı topraklı meyilli bir tepeciğin üzerindeki kıl çadırın altında güneşin yakıcı sıcağından korunmaya çalıştık. Küçük bir çeşmenin oluğundan akan buz gibi sudan, üstü köpüklü ayranlardan içererek serinledik.

Orada bulunduğumuz saatler boyunca onun izlerini aradım hep. O çıplak kayaları, o dağları onun gözleriyle görmeye çalıştım. Şimdi benim küçük kızlarımın gezip oynadığı bu yaylada annemin de tepeleri keçi hızında inip çıktığını düşledim.

Yeşil gözlerindeki nemden, çocukluğunun içini yakan o özleminin hiç mi hiç eksilmediği görülüyordu. Omzuna aldığı torunu ile o yayla yollarında, geçmişin yakıcı özlemleri eşliğinde sessiz sakin yürüyen anneme sarılıp yanında yürüdüm...

Annemin, eşimin ve tüm annelerin Anneler Günü'nü kutluyorum.

Çocuk yaşta evlilikler olmasın, doyasıya yaşasınlar çocukluklarını...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa