10 Mayıs 2019 19:50

Bizimkisi bir aşk hikayesi

Bizimkisi bir aşk hikayesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Logosunda 1991 yazan Türkiye Satranç Federasyonunun resmi kuruluş tarihi 1954’tür. Sıradan bir amatör olmama rağmen, hiç de sıradan olmayan ve istek üzerine kaleme aldığım satranca başlama hikayem ise 1990 yılına tekabül eder.

Elektronik bölümü lise 2’nci sınıfta, Adapazarı’daki bir fabrikanın elektronik bölümünde stajyerim. Teknikerimiz çok iyi satranç oynadığından, mühendisler sık sık bizim bölüme geliyor. Bense ilk defa satranç takımı görüyorum. Meraklı bir genç olarak başlarına dikilip, anlamaya çalışıyorum. “O niye öyle gitti? Bu niye böyle taş yedi?” diye sorduğum sorulardan oynayamaz hale gelip, öğle paydoslarında odaya girmemi yasakladılar. Dışlanmaktan üzülmüştüm ama yapacak bir şeyim vardı! Tahtadan bir satranç takımı ve iki kitap aldım birikmiş harçlığımla. İnternetin olmadığı o yıllarda satranç kitabı bulmak bile mucizeydi. Eve gelip, kitapları açtığımda satın aldığım satranç tahtasında olmayan harfleri ve rakamları gördüm, üstelik oyunlar bilmediğim bir dille yazılmıştı. Ertesi gün çıkartma harfler ve rakamlar alıp tahtaya yapıştırdım. Artık bu gizemli dili çözmeye başlayabilirdim. Saatler sonra notasyonu çözmüştüm. Çatal, açmaz gibi taktik hamleler kolaydı ama oyunlardaki hamlelerin çoğunu anlayamıyor, yine de bir sonraki hamleye kolay kolay geçmiyordum. Günlerce aynı pozisyona baktığım oldu bazen. Günde sekiz saat satranç çalışıyordum ve bu babamın hoşuma gitmiyordu. “Ders çalışmıyor, odadan çıkmıyor, kafayı yedi bu çocuk” dedi. Yememiştim oysa, yeni bir dünya keşfetmiştim ve babam put olarak gördüğü satranç taşlarını bir akşamüstü balkondan dışarı attı. Hepsini bahçeden toplayıp eve geldiğimde “Eğer bir daha atarsan, evi terk ederim” diye tehdit ettim, hiç sesini çıkarmadı ve altı ay sürdü bu sessizlik.

Okulda, Necati Bey adında bir öğretmen vardı ve kimse yenemiyordu. Düşündüğüm her şeyi görüyor, feci şekilde eziyordu beni ama oynamaktan vazgeçmiyordum. Necati Bey’in okulda eleme sistemiyle düzenlediği turnuvada rakiplerimi yenerek final oynamaya hak kazandım. Finali kaybedip, okul ikincisi olabildim. Satranca başlayalı altı ay olmuştu, babamla konuşmuyorduk hâlâ. Rakiplerimin kitaplarla çalışmadığını biliyordum. Richard Reti’nin “Satrançta Büyük Ustalar ve Modern Görüşler” kitabı benim için büyük bir hazineydi, satrancı gerçek manada bu kitaptan öğrenmeye başladım. Necati Bey’in desteğiyle ilk defa resmi bir turnuvaya kayıt yaptırdım, 1990 Sakarya İl Birinciliği.  3’ncü tur rakibim Necati Bey! Daha önce hiç yenemediğim bu saygıdeğer insana karşı kayıp konumda, üstelik ilk defa vezir fedası yaparak kazandım. Son rakibim daha önce okul finalinde yenildiğim gençti. Oyun başladı. Rakibimin yapmayı planladığı mat atağını gördüğümde önce korktum sonra analize başladığımda rakibimin planını altüst eden bir ara hamle gördüm. Hamlemi yaparak saldırıyı bekledim.  Ara hamleyi yaptığımda rakibim kaybettiğini anladı. Rahatlamanın etkisiyle başımı tahtadan kaldırdığımda ise şok oldum. Rakibimin arkasında ayakta durup maçı seyreden adam, babamdı! Hakemden izin alıp, yanına giderek, “Neden geldin” diye sorduğumda ‘’Sadece merak ettim dedi’’, oysa ben onun saygısını kazanmış olduğumu biliyordum. Maça döndüm, oyunu bitirdim. Birkaç gün sonra Gençlik Spor Müdürlüğüne davet edildim. Müdür Bey bana “ tebrik ederim, Türkiye şampiyonasında ilimizi temsil edeceksin” dedi. Şimdiki federasyon yöneticileri bilmez, o yıllarda her isteyen Türkiye Şampiyonasına katılamazdı. İllerden sadece şampiyonlar, büyükşehirlerden ilk üç-dört oyuncu katılabiliyordu. Benimse başka bir sorunum vardı; babam şehir dışına çıkmama izin vermiyordu ve para da vermeyecekti. Müdür Bey halimden anlamış olacak ki, “Evladım paran var mı dedi”. Yok, dedim. Yoktu çünkü. Cebinden bir miktar çıkarıp verdi. Aldım, çünkü gitmek istiyordum, hak etmiştim. Her şeye rağmen babamdan izin almak istedim, “Olmaz’’ dedi. 1990 yılında, 16 yaşındayken, Bursa’nın Karacaali köyü yanında yapılan Türkiye Satranç Şampiyonasına evden kaçarak gittim!

Her ilden en güçlü oyuncuların yarıştığı bu turnuvada sporculara yol ve harcırah parası ödeniyordu! (Şimdiki federasyon her turnuvada binlerce lirayı sporculardan talep ediyor oysa) Turnuva başladıktan bir kaç gün sonra tek başına satranç çalışan yaşlı bir adam görüp yanına gittim. İzin istedim, ‘’otur’’ dedi kibarca. Kalın camları olan gözlükleri vardı ve göremediği için satranç tahtasının adeta içine giriyordu. Turnuva boyunca her gün satranç öğretti. Bugün bildiğim birçok şeyi onun sayesinde öğrendim ve hiçbir şey bilmediğimi... Hakkını asla ödeyemeyeceğim ilk ustam olan bu yaşlı adamın sadece adını biliyordum o zaman. Kim olduğunu ise birkaç yıl sonra öğrendim. İlk Türkiye Şampiyonu Siracettin Bilyap’ın adını her duyduğumda tüylerimin ürpermesi bu yüzden...

1997 yılında Türkiye’de ilk defa Ankara’da düzenlenen antrenörlük kursuna bir arkadaşımın desteği sayesinde katılabildim. Eski Dünya Şampiyonu Anatoli Karpov’un Antrenörü Büyük Usta Evgeni Vasiukov önderliğindeki eğitimi tamamlayarak ülkedeki ilk antrenörlerden biri oldum. Binlerce öğrenci yetiştirdiğim 29 yıllık satranç maceram hâlâ ilk günkü aşkla devam ediyor. Hayatımı aydınlatan bu güzel insanlara en içten duygularımla teşekkür ediyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...