Bilinen eski taktikler ve linç
Fotoğraf: Envato
AKP’nin iletişim stratejisini biraz takip edenlerin bildiği üzere ayna taktiği en sık başvurulanlar arasındadır. Örneğin konu siyasette ve medyada artan nefret söylemi mi, en yakın konuşmasında Erdoğan’ın ağzından kendilerine ve seçmenine karşı nefret söylemini yerden yere vuran sözler dökülür. Hatta bunu öylesine başarıyla uyguladılar ki Erdoğan’ın İslamofobi ile Holokost’u birleştiren konuşmaları uluslararası alanda kimi çevrelerce kahraman olarak görülmesini sağladı.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un, Çubuk Akkuzu köyünde Kemal Kılıçdaroğlu’ya linç girişimi sonrasındaki açıklaması bu açıdan çok tanıdık: “CHP Genel Başkanını seçim döneminde kullandığı dil ve kurduğu ittifaklar sebebiyle protesto eden vatandaşlarımıza terörist muamelesi yapılmasını asla kabul edemeyiz”. Geçmiş örneklerine kıyasla bir propaganda bakanından beklenebilecek, ancak gazetecilere basın kartı dağıtan kurumun başkanının sarf etmemesi gereken sözler. İfadeyi biraz parçalara ayırırsak; seçim döneminde en çok kendisi hedef alındığı halde söz hakkını adaylara bırakan, İmamoğlu’nun mazbatayı alışını dahi televizyondan izleyen, bu tutumunun eski ve yeni kimi yandaşlar tarafından bile takdir edilen Kılıçdaroğlu’ya, Erdoğan’a yönelik eleştirileri kopyalayıp yansıtmak eskiden bir miktar işe yarıyordu ancak şimdi “Kör gözüm parmağına” bir taklitten öteye gitmiyor. Nihal Bengisu Karaca’nın cuma günkü “Gardiyanlar” yazısında geçen “Kkaliteli çamur atma konusunda bile paslanmış, kolaya alışmış olmak” böyle bir şey olsa gerek.
Altun’un ortada linç girişimi olduğu halde bunu “protesto” olarak adlandırması başlı başına bir skandal olmakla birlikte protestonun bir hak olduğunu kabul etmesi kendisi için önemli bir gelişme. Zira hiçbir şiddet eyleminin yaşanmadığı, barışçıl taleplerle yapılan Adalet Yürüyüşü’nü 3 Temmuz 2017’de Sabah gazetesindeki köşesine “Protesto yürüyüşü değil, kalkışma hazırlığı” başlığı ile taşımıştı. Altun’un “vatandaşlarımız” vurgusu ise analiz gerektirmeyen bir ayrıştırmanın en açık görüldüğü yer, demek İletişim Başkanlığı’nın “vatandaşları” var, kalanı ne sıfatla anılıyor acaba, cevabı cümlenin devamındaki muameleye tabi tutulanlarda mı gizli?
İşin özü bir iletişim profesörünün propaganda taktiklerini bu kadar acemice kullanması oldukça ilginç, bir akademisyen olarak iddia ediyorum ki bazı şeyler sadece “okumakla” olmuyor. Cumhurbaşkanı “Demiri soğutmaktan” söz ederken Altun’a diğer taraftan ısıtma görevi verildiyse de kendisinden beklenen daha profesyonel bir harlama olsa gerek ama hakkını verdiği şüpheli.
Geçen hafta Çubuk’ta yaşananlar iktidarın iletişim stratejisinin başarısızlığının ötesinde vahamet arz ediyor. Linç bu toprakların yabancısı olduğu bir eylem değil. Çorum, Malatya, Maraş ve “yakın o evi” haykırışlarının çağrıştırdığı Madımak katliamları dönemin siyasetçileri tarafından hep ‘Protesto eden vatandaşların galeyana gelmesi’ olarak tanımlanmıştı. Şimdilerde AKP mitinglerinin gediklisi Çiller, Madımak Katliamı’ndan Aziz Nesin’i sorumlu tutmuş, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” açıklaması yapmıştı.
Tanıl Bora’nın “Türkiye’nin Linç Rejimi” adlı kitabının girişinde belirttiği gibi “Türkiye’de, bir kriz idaresi ve olağanüstü hal yöntemi olarak linçin ‘işlevselleştirildiğini’, önünün açıldığını düşündürten” tabloların yabancısı değiliz.
Talihsizlik Sabah Özel İstihbarat Şefi Nazif Karaman’ın deyimiyle Osman Sarıgün’ün kameraya yakalanmış olması mı? Bilakis azmettirenlerin #OsmanAmcaYalnızDeğildir hashtag’iyle yaptıkları paylaşımlar, el öperek bahşedilen “kahramanlık” payeleriyle niyetin bu sefer çok açık “Yakalanmış” olması. Olayın gerçekleştiği gün Turgay Güler’in yönettiği Güneş gazetesinin ölen askerleri kastederek “Mutlu musun Ekrem?” manşetiyle çıkması. İttifakın sıkıştırdığı gaz kontrollü patlatılmak isteniyor belli ki ve fakat bu sefer işe yaraması o kadar kolay değil, iktidarın rıza üretim araçları her taktiği eline yüzüne bulaştırıyor, neyse ki...
Son not: İktidarın empati kurduğu Osman Sarıgün kaçıp yakalandığı halde serbest bırakılırken hemen ertesinde Cumhuriyet gazetesi davasında beş yılın altında hapis cezasına mahkum edilen Güray Öz, Önder Çelik, Musa Kart, Hakan Kara, Mustafa Kemal Güngör ve Emre İper tekrar cezaevine girdi. İstinaf mahkemesinin kararı onamasının üzerinden iki ay geçti, karar ne tesadüftür ki Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasını almasının hemen ardından UYAP’a yüklendi. Peki bu neyin talihsizliği? İktidarın seçim sürecinde aleyhine olabilecek bir infazı geciktirmesinin mi, sonrasında bunu bu kadar göstere göstere yapmasının mı? Demiri soğutmaya niyeti olanın ilk bakması gereken yer adalet sistemi. Demiri ısıtma ve soğutma gücünü yani ateşi tanrılardan çalıp insanlığın hizmetine koşan Prometheus’u da hatırlamanın vaktidir.
- ‘Kazanan’ güveni nasıl sağlayacak? 21 Nisan 2024 04:40
- ‘Konuşun kendi aranızda, evett…’ 07 Nisan 2024 07:59
- AKP için çalışan RTÜK, seçimden sonra ‘tarafsızlığı’ denetleyecek 29 Mart 2024 03:57
- Komşularımız söyleyecek biz çalacağız 24 Mart 2024 05:19
- Medyanın dertlerini Meta çözemezmiş 17 Mart 2024 05:06
- Evrensel ne işe yarar? 10 Mart 2024 05:59
- RTÜK Başkanı’nın çilesi 03 Mart 2024 04:18
- ‘Siz gazeteci misiniz?’ 25 Şubat 2024 04:15
- ‘Gurban’ üzerinden devlet-sermaye ve medya ilişkileri 11 Şubat 2024 04:52
- Düşen yapraklar, değişmeyen sınıf çatışması 28 Ocak 2024 04:36
- Haberin sahibi kim? 14 Ocak 2024 04:59
- Yolumuz uzun, medya bizim 31 Aralık 2023 06:32