23 Nisan 2019 20:45

Gazetecilere yine cezaevi yolu ve Türkiye manzarası

Gazetecilere yine cezaevi yolu ve Türkiye manzarası

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Dünyadaki ilk Basın Özgürlüğü Kanunu’nun 253. yıl dönümündeyiz. 1766’da İsveç’te sansür yasaklanmış ve halkın resmi kayıtlara erişmesi bir yasayla güvenceye alınmıştı. Bugün sadece çatışmalı bölgelerde değil, dünyanın pek çok yerinde gazetecilik saldırı altında. 

Kafka Yayınları’ndan iki ay önce çıkan ‘Gazetecilik Saldırı Altında’ adlı kitap, Dünya Basın Özgürlüğü Günü ile bağlantılı olarak 2016’da Helsinki’de ‘Gazetecilerin Güvenliği/ Bilgi Anahtardır’ başlığıyla düzenlenen konferansta yapılan katkılardan oluşuyor.

Kitaptaki metinlerde, gazetecilere yönelik somut şiddet ve baskı vakalarına dair çalışmalarla sınırlı olmayan pek çok başlık tartışılıyor. Tahmin edileceği gibi, işin içine Türkiye girdiğinde veriler ciddi bir değişime uğruyor.

Katharine Sarikakis’in kaleme aldığı, ‘Gazetecilere Yönelik Saldırılar’ başlıklı makaleden bir bölüm şöyle: “Açıkça, saldırıya uğrayan gazetecilerin sayısının en yüksek olduğu yerler Türkiye ve Rusya’dır. Bu iki ülke 2016’da gazeteci ölümlerinin yarısını oluşturuyor.” (sayfa 155)

Paris merkezli Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün 2019 dünya basın özgürlüğü endeksine göre de, Türkiye 180 ülke arasında 157’nci sırada yer alıyor. RSF, “En büyük medya grubunun hükümet yanlısı bir holding tarafından satın alındığı Türkiye’de kalan birkaç eleştirel yayın organının üzerindeki baskının da sürdüğünü” belirtiyor. Raporda, “Dünyada en fazla profesyonel gazetecinin hapiste olduğu ülke konumundaki Türkiye’nin sistematik olarak önleyici gözaltıya ve bazen müebbede kadar varan uzun hapis cezalarına başvurduğu” ifade ediliyor. 

Hatta Türkiye’de durumumuz öyle ki, basın üzerindeki baskılar bu konuda yeni bir sektörü gündeme getirdi. Basın meslek örgütlerinin ve gönüllülük esası üzerine kurulu basın inisiyatiflerinin, Türkiye’nin birçok adliyesinde aynı gün çok sayıda basın davasının görülüyor olması nedeniyle yetersiz kalması sonucu, bu konuda takip ve raporlama yapan özel yapılar oluştu. Bir bütçeleri olan bu yapılar, çalıştırdıkları maaşlı profesyonel elemanlarla davaları takip edip, sosyal medyadan paylaşıyor ve kayıt altına alarak rapora dönüştürüyor. Bu manzara altında, Cumhuriyet gazetesine yönelik olarak, gazetenin ‘Yayın politikasının değiştiği’ gibi, ‘tarihi’ bir gerekçe ile gerçekleştirilen operasyonla tutuklanıp hapis yatan ve tahliye olduktan sonra cezaları istinaf mahkemesi tarafından onanan 8 meslektaşımızın, eğer infazları durduran yeni bir gelişme olmazsa, yeniden cezaevine girmeleri gündemde. Aynı şey, ‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı barış bildirisini imzaladığı için aldığı hapis cezası istinaf mahkemesi tarafından onanan Prof. Dr. Füsun Üstel için de geçerli.

Bu manzara karşısında, demokratik güçlerin, basın ve ifade özgürlüğüne sahip çıkmak üzere, ortak ve güçlü bir ses vermesinin önemi üzerine yazmayı tasarlarken, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Ankara Çubuk’ta katıldığı asker cenazesinde açık bir linç girişimiyle karşılaştı. 

İktidar ittifakı ve medyasının el birliği ile yarattığı iklimin bir sonucu olan -ayrıca organize bir saldırı olduğuna dair de ciddi göstergeler bulunan- bu saldırının ardından, iktidar ittifakının tavrı, yarattıkları iklimin arkasında durmak şeklinde oldu.

Bugüne kadar farkını MHP’yi sokaktan çekmekle tarif eden Bahçeli’nin Kılıçdaroğlu’ya saldırıdan sonraki açıklaması, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un, bu saldırıyı “protesto hakkı” olarak tarif edip, “CHP Genel Başkanını protesto eden vatandaşlarımıza terörist muamelesi yapılmasını asla kabul edemeyiz” şeklindeki ifadeleri, içinde bulunduğumuz dönemde iktidar ittifakının pozisyonunu da tarif ediyor. 

Ülkeyi seçim öncesinden başlayarak, iktidarını korumak için kaosa sürüklemeye son derece açık olan iktidar ittifakının bugün artık çıtayı, devletin zor aygıtlarını elinde tutmanın avantajıyla provokasyona davet çıtasına kadar indirdiğini de görmeliyiz. 

Kılıçdaroğlu, partisinin örtük olarak da olsa HDP ile girdiği seçim ittifakı nedeniyle uzun bir süre hedef gösterildikten sonra bu saldırıya uğradığına ve iktidar ittifakı da saldırıya mazeret üreten bir yerde ısrarla durduğuna göre, aslında bu saldırı, halkların kardeşliği fikrinin iktidarın altındaki zemini kaydırıyor olmasının yarattığı paniğin de bir ifadesidir. 

Tam da bu nedenle, hem özgürlük ve demokrasi taleplerine, güçlü ve örgütlü bir biçimde sahip çıkmanın acil önem kazandığı, hem de, iktidar ittifakının provokasyonlarını boşa çıkaracak bir hatta yürümenin de elzem olduğu bir yerdeyiz. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa