09 Nisan 2019 19:30

Çöküş

Çöküş

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar.” İngiliz Politikacı Lord Acton tarafından 19. yüzyılda söylenmiş olan bu özlü söze, iktidarın mutlaklaşmasıyla birlikte bu yetkileri kullanan kişilerin içine düştükleri, keyfi ve kural tanımaz pratiklere vurgu yapmak bakımından sıkça atıf yapılır. İktidarı kaybetme korkusu, bu pratikleri koşullayan faktörlerin başında geliyor. Türkiye’de bir süredir yaşananlar bununla bile açıklanamaz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, önceki gün, “İstanbul’da 13-14 bin farkla seçimi kazandım havasına kimsenin girmesine gerek yok” demesinin hemen ardından, sosyal medyada, 2017 yılındaki 16 Nisan cumhurbaşkanlığı referandumuna 26 gün kala söylediği ve “artı 1 oyun” önemine vurgu yapan sözleri gündem oldu. Erdoğan, İstanbul’daki daha büyük fark için bunları söylerken AKP’nin daha az farklarla kazandığı iller de, yine sosyal medyada hatırlatıldı: Giresun 280, Muş 538, Uşak 1762, Zonguldak 1973, Bitlis 2 bin 503, Bingöl 4 bin 6, Afyon 4 bin 150, Niğde 6 bin 806, Ağrı 8 bin 559, Çorum 9 bin 670. İlçeler bazında ise bu fark 1’e kadar iniyor.

Ama bu gerçekler, onun açısından, mutlak iktidar süreciyle başlayan bir bozulma halinin işaretleri değil. Çünkü Erdoğan, mutlak iktidarı temel bir strateji olarak belirlemiş ve bu hedefini hayata geçirmek için sürekli yol bulmaya çalışmış bir siyasetçi. Partisinin tek başına iktidar olduğu dönemlerde, yüksek yargının, iktidarını sınırsız kullanmasına engel oluşturan kararlarından kurtulmak için önce bunu sağlamayı önüne hedef koyduğu, bunu başardıktan sonra da, ülkeyi ‘tek adam’ rejiminin inşasına giden referanduma götürdüğü biliniyor. Yani sonradan bozulduğunu düşünmek fantastiktir.

Tam da bu nedenle, HDP’nin Muş Belediye Başkan Adayı Sırrı Sakık’ın sınırlı medya imkanı ve sosyal medya aracılığıyla, Muş’taki seçim usulsüzlüklerine dair itirazlarına YSK’nin kulak tıkamasına karşı isyanını duymazdan gelip, 25 yıl sonra parti olarak kaybettikleri İstanbul seçimlerindeki sonucu değiştirmek için basınç yapmak anlamına gelen açıklamalarla görüyoruz onu.

Türkiye’nin çok partili sisteme geçişinden itibaren, sık sık askeri darbelerle kesintiye uğratılan kırılgan bir ‘demokrasisi’ oldu. AKP’nin tek başına iktidarını kaybettiği ve Erdoğan tarafından hükümsüz sayılan 7 Haziran 2015 seçimlerinden itibaren ise, artık sandığa dayalı temsil sisteminin, askeri darbe süreçleri dışında da güç kullanarak işlevsiz hale getirilebildiği bir döneme girdik. Aslında HDP’nin öncelini oluşturan partiler açısından bu sorun hep vardı. 7 Haziran seçimlerinden sonra ise, Türkiye’de sandığa giderek iktidara karşı oy kullanmış olan herkesi kapsayan, aslında iktidara oy vermiş olanları da bağlayan -çünkü onlar da, AKP’yi desteklemediklerinde oylarının güvence altında olmadığı duygusunu 31 Mart yerel seçimleriyle birlikte tattılar- bir yeni durum var karşımızda.

Türkiye’de çok partili rejime dayalı temsil sisteminin AKP pratikleriyle getirildiği çöküşü yaşıyoruz özetle.31 Mart seçimlerine giderken gündeme gelen ‘hayali seçmen’ vakaları seçimden sonra yaşadığımız sürecin habercisiydi. Dört katlı bir binanın olmayan beşinci katına kayıtlı seçmenler, Bingöl’de kapıcı dairesine kayıtlı 224, Şırnak’ta bir dairede 713 seçmen, Uludere’de ahıra kayıtlı yüze yakın seçmen, ölmüş olanların seçmen olarak gözükmesi, Cihangir’de taksi durağının bulunduğu alanda hayali seçmenler ve bunun gibi onlarca örnek.

Ve böyle geldiğimiz seçimlerde AKP’nin buna rağmen yaşadığı kayıplar, Erdoğan liderliğindeki yeni rejimin ‘bekası’ bakımından ciddi bir tehlikenin işareti oldu. Özellikle İstanbul’un kaybedilmesinin, Türkiye’nin rant cennetinde AKP ile birlikte büyüyen sermaye kesimlerinde yarattığı tedirginlik ve bu sürecin hem AKP hem de onlar açısından doğuracağı sonuçların maliyeti, bugün AKP’ye oy vermeyenlere bir ‘temsil mağduriyeti’, bir irade gasbı girişimi olarak yaşatılıyor.

Şu ana kadar yaşadığımız sorunlu temsil sistemi bile, niyetler manzumesinin değil, bir güçler dengesinin üzerinde duruyordu. Şimdi ise, tek adam rejimini desteklemeyenlerin seçtiklerinin geçersiz sayılabileceği bir yeni denge dayatılıyor.

Bu bir çöküştür. Daha doğrusu, verili temsil sisteminde, 7 Haziran 2015 seçimlerinin sonuçlarının iktidar tarafından kabul edilmemesiyle başlayan çöküşün tamamına ermesidir. İstanbul seçimlerini iptal ettirmek için yapılan ve seçmen iradesine karşı bir darbe girişimi anlamına gelen hamle başarısız olsa bile, artık tüm bunlar yaşanmamış gibi yapılamaz. Siyaseti korku ile eşitleyen, seçim sonuçlarını işine geldiği gibi eğip bükmeye çalışan iktidar blokuna karşı, değiştirebilme heyecanına dayalı bir çabanın daim kılınması önümüzdeki zorlu süreç açısından ciddi önem taşıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...