30 Mart 2019 19:40

Yalan Satıcısı ve sinemasal hayatlar

Yalan Satıcısı ve sinemasal hayatlar

Fotoğraf: Neslihan Karayakaylar Tamyaman

PAZAR
Paylaş

‘Yalan satıcısı’ olarak çıktığım yolun yıllar sonra ulaştığım bu durağında ‘yalnız bir deli’ diye anılmak incitmez beni. Fikrim sorulsa; deli yerine çılgını tercih ederim elbette. Neyse, önemli değil. Sıfatların üzerinde durmaya değmez. Deliliği de çılgınlığı da severim. Gereğinden fazla ciddiyet insan bünyesine zararlıdır. Başa ağrı, mideye gaz, kalbe spazm yapar. Bu yüzden, ölümlü dünyada, aklın ipini biraz salmakta yarar var bence.

Yarattığı karakterlerle hayatı paylaşan bir yazar.

Namıdiğer Yalan Satıcısı… Ankara’nın müşfik mekanı Kıtır’ın masalarında yazılmaya başlanıp biber gazına bulanmış meydanlarına taşan bir hikaye. Yukarıdaki satırlar yazar Attilâ Şenkon’un, Yalan Satıcısı adlı kitabının arka kapak yazısından.

Hepimizin kitaplarla, yazarlarla buluşma, tanışma, onları sevme hikayesi farklıdır. Kimimiz kitapçı raflarında görüp alırız, kimimiz, medya tanıtımlarından, kimimiz de arkadaş önerileriyle öğrenir ediniriz kitapları. Böylece tanırız yazarı da o yazarın bize sunduğu koca dünyaları da. Farklı karakterler, kahramanlar, olaylar üzerinden uçsuz bucaksız bir dünyada yolculuklara çıkarız. İtiraf etmeliyim ki daha önce yayımlanan kitaplarını okumadığım Attilâ Şenkon’la, kitaplarıyla, bize sunduğu hikayesi ve dünyasıyla yazar arkadaşım Ersin Tezcan’ın önerisi ve Yalan Satıcısı üzerine yazdığı o sıkı yazı sayesinde tanıştım. Okuduğum yazı sonrası kitabı hemen edinmek ve okumak istedim. İletişim Yayınları’ndan çıkan üç kitabını edindiğim (Gökkuşağına İki Bilet, Telef ve Yalan Satıcısı) Yazar Attilâ Şenkon’la ve dünyasıyla da böylece tanıştım.

Aynı kuşaktan olduğumuz Attilâ Şenkon 21 Ağustos 1962’de Ankara’da doğmuş. İlk, orta ve lise öğrenimini bu kentte tamamlayan Şenkon, 1987’de Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümünden yüksek lisans derecesiyle mezun olmuş. 1990’da yayımlanan ilk kitabı ‘Her Gün Perşembe Olsa’ ile 1991 Akademi Kitabevi Öykü Özendirme Ödülü’ne değer görülmüş.

Bazen yazarları ve kitaplarını geç tanır, geç buluşmalar yaşarız. Ben de geç tanıdığımı düşündüğüm Attilâ Şenkon’un dünyasına öncelikle ‘bizim hikayemizin’ anlatıldığını gördüğüm son kitabı Yalan Satıcısı’nı okuyarak girmeye çalıştım.

Yalan Satıcısı’na girmeden diğer kitabı Telef’ten söz etmek isterim. Kitabın arka kapağında şunlar yazılı: “Kısa bir konuşma yapmamı bekliyorlar benden. Çaldığımız onca kapıya rağmen, ağabeyimin yirmi yıl önce gözaltında göz göre göre kaybedilişiyle ilgili kesin bir bilgiye ulaşmış değiliz. Bu yüzden, söze nereden başlayacağımı, nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Ağabeyimden “var” diye söz etsem yalan olacak, “yok” desem belki de var. Kayıp yakınlarına di’li geçmiş zaman yasak, geniş zaman dar. Kurumuş ekmek, ölmüş bir gökyüzü, çiçeksiz saksı. Marşların, sızıların, yaraların hikâyesi… Kesik kesik… Bitmeyen gecenin, başsağlığına gelenlerin, dar sokağa bakan pencerenin, gidip de dönmeyenin uğultusu.

Telef, zifiri karanlığın ağıt romanı. Hep hatırlanan, her cumartesi hatırlatılan genç ölümler.” 

Dönelim Yalan Satıcısı’na.

“İnsan yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer” diyordu Edip Cansever. Hepimizin hayatında yaşadığı yerler, o yerlerdeki mekanlar önemlidir. Yalan Satıcısı, roman kahramanının müdavimi olduğu mekan Kıtır adlı birahanedeki bir masada başlıyor.

“Dışarıdan bakıldığında yanım ve karşım boş görünse de, benim masam her zaman doludur aslında. Mesela tam şu anda, yazdıklarıma ara verdim, Pepuk ve Zinar ile birlikte oturuyorum.

Dosyayı yayınevine teslim etmeden önce kendilerini bir önceki romanımdan neden çıkardığımı açıklıyorum onlara. Yıllardır görüşmediğimiz Sağkız da yoldaymış, neredeyse gelmek üzeredir. Telefonda sesi titriyordu. Çocukluk arkadaşımız Orhan’ın izini bulmuş büyük bir rastlantıyla. Belki sürpriz yapıp birlikte girerler kapıdan kim bilir? İşte o zaman seyreyleyin siz masadaki şenliği, şamatayı.”

Zinar ve Pepuk. Attilâ Şenkon’un Cumartesi Anneleri’ne bir ağıt olarak kaleme aldığı kitabı Telef’te olmaları gerekirken, kayıp yakınlarına saygı ve hassasiyeti nedeni ile Telef’ten son anda çıkardığı kahramanlardır. Telef’in kahramanlarından biri olan Sağkız romanın ana karakterlerinden biri olarak masadaki yerini alır. 

Bu durumda Işık Şensoy, Attilâ Şenkon’un kendisi midir ya da otobiyografik rastlantılar mı taşıyordur? Roman kahramanımız Işık Şensoy yeni romanını Kıtır’da yazıyordur. Bu nedenle masada bir kahramanlar, konuklar, davetsiz misafirler, hayatlar geçidi yaşanır. Zinar ve Pepuk’tan sonra Hayri gelir masaya, ardından da Sağkız. Yaşlı amcamız da gelip Hayri’nin karşısına oturur. “Masa değil çılgın mıknatısı mübarek”

Yazar “Aklın ipini salmış” kahramanları üzerinden zaman tünelinin kapısını aralayarak, onları zamanda sürprizli yolculuklara çıkararak ulaşıyor okura.

Işık Şensoy’un yazar olmaya karar vermesinin çocuk yaşta başladığının öyküsünü de, adının yalan satıcısına çıkmasının öyküsünü de bu yolculukta öğreniriz. Daha neler yoktur ki bu yolculukta… Kimi zaman Yüksel direnişçileri Nuriye ve Semih’e rastlarız, kimi zaman Turgut-Semra Özal’a, Milli Güvenlik Kurulu toplantısında başbakana fırlatılan anayasa kitapçığı olayına, 2001 krizinin yarattığı etkiye, Ergenekon operasyonları ve Cumhuriyet mitinglerine, Acun Ilıcalı yarışmalarına, TEKEL direnişine, Gezi direnişine, Ankara Kuğulu Park’ta yaşanan Gezi isyanı eylemlerine, Ethem Sarısülük’e, Ali İsmail Korkmaz’a…

Sonrasında da Orhan öldükten sonra kızı Tuğçe’nin, babasının bağışlanan kalbiyle hayata dönen adama aşık olmasına, evlenmeye karar vermesine uzanan öyküsüne…

Son olarak Tuğçe ve babasının kalbini taşıyan adam geliyor masaya, Kıtır kapanmaya, roman bitmeye hazırlanırken. 

Tebeşir tozuyla örtülü sisli anılarda bir yolculuk Yalan Satıcısı. Işık’ın, Suzan’ın, Orhan’ın Hüsnü Bey’in “Sırf alevi oldukları için apartmandan çıkarttırıp ailesiyle birlikte Çorum’a gönderdiği kapıcı kızı” Sağkız’ın, Berna’nın, Hayri’nin, Hayati’nin, Arif’in, Hasan’ın acılı, kırgın ve hüzünlü anılarında yolculuk... Romanın sonunda Kıtır’ın sözlük anlamlarından birinin de ‘yalan’ olduğunu öğreniriz. 

Kitap bittiğinde Edip Cansever’in “Masa da masaymış ha” şiirini anımsıyorsunuz.

Kitaptan Arif Bey’in sözüyle noktalayalım yolculuğumuzu: Yüreğinin sesi susarsa hayat seni dansa kaldıramaz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...