22 Mart 2019 20:32

Çanakkale ve siyaset ahlakı

Çanakkale ve siyaset ahlakı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

18 Mart günü, dünyaya örnek olan Çanakkale zaferini hüzün ve gururla kutlarken, nihayetinde bir yerel seçim koşulunda siyasilerimizin sergiledikleri manzarayı hüzün ve hayretle izliyoruz. Çanakkale kutlamalarında bir savaşta dahi kin ve nefretin nasıl ayaklar altına alındığını müthiş bir öğreti olarak gururla yaşarken, bir yerel seçime giderken yükseltilen kin ve nefretin nerelere taşındığına üzülerek tanık oluyoruz. Büyük Lider Atatürk’ün Anzak askerlerinin annelerine yazdığı mektubu gözyaşları ile hatırlarken, basit bir yerel seçimi kan davasına sürükleyen günümüz siyasilerinin birbirini “gerçek-sonrası” ya da “gerçek ötesi” (post-truth) kavram ve ifadelerle adeta siyaset alanından, hatta yaşamdan silmeye yönelik çirkin davranışlarını nefret ve kaygıyla izliyoruz. Bu topraklarda siyasetin bu denli çirkinleştiği görülmemiştir. Gerçeklerin ve doğruların bu denli önemini yitirdiği günümüz koşullarında siyasilerin bu ateşe benzinle yürümeleri pek hayra alamet olmasa gerek!

Bu çirkin yürüyüşte acaba amaç salt seçim kazanmak mı, yoksa işin ucunda başka amaç ve hedefler mi var, bunu bilmek zordur. Çünkü seçim kavgaları sonrasında uygulama alanında gördüklerimiz başlangıçtaki vaatlerden oldukça farklılaşmıştır. Son dönemlerde siyasette yaşadığımız bu çirkinliğin daha açık ifadesi, verilen sözlerle emaneti götürme yerine, kendisini emanetçi değil, asil gören siyasetçinin alınan emaneti kendi kafasına göre götürme zihniyetidir. Bu durumda seçime giderken vaat yapılmamakta, her türlü yalan ve karşıyı lekeleyecek itham bolca kullanılabilmektir.

Bu hastalığı ulusal ve uluslararası boyutta arızi ve kısmi olarak göremeyiz. Hastalığın teşhisini doğru yapabilmek için ekonomik süreçlerin algılanması ve günümüz koşullarında yorumlanması kaçınılmazdır. Böylesi bütünlükle siyaset olgusunu kavramaya çalıştığımızda, dünya emperyalizminin Türkiye gibi çevresel ekonomilerdeki amacı ve içte yaşanan sosyoekonomik sorunlar tüm çıplaklığı ile karşımıza çıkar. Oluşumları münferit olaylar halinde parçalı olarak değil de, bütünsellik şeklinde ele aldığımızda, ne hazindir ki, içerideki çaresizliğin kısmen umura dönüştürülmesinin, kapitalist siyasileri emperyalistlerle iş birliği yapmaya sürüklediği görülür. Kapitalist dünya sıkışıklığının kısmen yeni alanlara yönelerek, kısmen mevzi çatışmalarla aşmaya çalışılması, emperyalisti yerel siyasilerle iş birliği yapmak durumunda bırakır. Doğal olarak böyle bir iş birliği uluslararası hak, hukuk, adalet ve ahlak kurallarının üzerinde ve ötesinde dayanışma ve müşterek çalışmayı gündeme taşır. Hal böyle olunca da şu iki sonuç kaçınılmaz olarak devreye girer. Birincisi, uluslararası emperyalizme verilen sözlerin devamı ve yerine getirilmesi için devamlı iktidar süresinin uzatılması zorunlu olur; ikincisi ise, süre yeterli olsa, uzatılmaya gereksinme olmasa da, geçmişin bazı kirli işlerinin hesabının perdelenebilmesi için daimi iktidar kalmak gerekir.

Süreçte bir adım daha ileri gidilir ve emperyalistin emellerinin denetimli parlamenter sistemde uygulanabilmesi güçleştikçe, bu sistem başkanlık sistemine ve siyaset biliminde “blog yönetimi” adı verilen dar alana taşınarak, ilgili sermaye çevreleri ile yakın ilişki içinde işler götürülmeye çalışılır. Siyasetin bu safhaya dökülmesinin arkada bırakacağı izler giderek çirkinleşip, kabarıklaştıkça siyaset sahnesini terk etmek ve güç odağından uzaklaşmak olanaksızlaşmaya başlar, hatta giderek güç merkezileştirilir ve iktidar erki adeta şiddet ve baskı erkine dönüşür. Bu durumun ekonomik yorumu, küresel kapitalizmin çevresel konumlu ülkelerdeki dostlar marifetiyle sıkışıklığını etrafa yayarak kısmi rahatlama yaşama siyasetini gerçekleştirmesidir.

Küreselleşme olgusu sol anlayışla enternasyonalizm olmayıp, kapitalistlerin emperyalizm alanını gizlemeye de gerek duymadan genişletme operasyonudur. Bu operasyonda çevre ekonomiler sermayesinin küreselleşmeden yararlandığı savı ise aslında merkez sermayesinin taşeronluğunda sömürüye de razı olarak bir miktar pay almasından öte bir durum değildir. Bu nedenledir ki, küreselleşmede yoksulluk çevrede yaygınlaşıp derinleşirken, merkezde servet belirli yüzde doksan dokuzlar karşısında yüzde birlerde toplandı.

Merkezin güdülediği böylesi çirkin çamurun uç kısmındaki siyasetçiye merhamet ancak halkın basireti ile olasıdır. Ne var ki, küreselleşmenin oluşturduğu narkoz-etkili bütünleşmede halk da nasibi alır, durumdan tek yararlanan emperyalisttir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...