27 Şubat 2019 00:00

Bu hukuka karşı nasıl bir felsefe?

Bu hukuka karşı nasıl bir felsefe?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Karl Marx, Yüksek Temyiz Mahkemesindeki davalarda görev alan bir avukat olan babası Heinrich Marx’ın tercihine uygun olarak, hukuk öğrenimi için 1835 yılında Bonn’a gider. Bir yıl sonra da hukuk öğrenimini tamamlamak üzere Berlin Üniversitesine geçen Marx, Berlin’de geçirdiği bir yılın sonunda babasından gelen mektuba yanıt olarak yazdığı mektupta şöyle der: “Hukuk çalışmalı ve  hepsinden öte felsefeyle cebelleşmeliydim. Bu ikisi sıkı biçimde ilişkiliydi. Bir yandan Heineccius, Thibaut ve diğer kaynakları, bir okul çocuğu gibi pek de eleştirel olmayan bir tarzda okudum, öte yandan da hukukun tüm alanlarını kapsayan bir hukuk felsefesi hazırlamaya çalıştım.”  

Berlin Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 1841 nisanında mezun olan Marx, sonrasında ilgisini felsefeye yoğunlaştırır. Bu tercihte, hukuk dahil olmak üzere, pek çok temel alanı anlamak bakımından felsefenin öneminin Marx için belirleyici olduğunu anlamak zor değil. 

Bugün karşılaştığımız ve bizi çileden çıkaran yargı kararları karşısında da, hukuka felsefeden bakmak yine en kafa açıcı yöntem olarak gözüküyor. 

Cumhuriyet gazetesi davasında, istinaf mahkemesinin, İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını onayarak 5 yılın altında ceza alanların yeniden cezaevine girmesine hükmetmesi, sadece hukukun içinden bakıldığında akıl sınırlarını zorlayan bir karardır. Normal uygulamanın, gazetelerin suç isnadı bulunan haberlerinden ötürü yargılanması olması gerekirken, ‘Yayın politikasını değiştirmek’ gibi soyut bir iddia ile bir gazetenin yönetici, muhabir, yazar, çizer ve avukatlarının tutuklanmasına hükmedildi. Böylelikle, iktidarın rahatsız olduğu her gazete için aynı formülü uygulamanın da önü açılmış oldu. 

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının Osman Kavala, Mehmet Ali Alabora ve Mücella Yapıcı’nın da aralarında bulunduğu 16 kişi hakkında, Gezi Parkı eylemlerine ilişkin soruşturma kapsamında düzenlediği iddianame ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmalarını istemesi de bir başka örnek. 

“Bu nasıl bir hukuk anlayışı?” ve “Böyle bir toplumsal olayın, bu kişilerce planlandığını öne sürmek sosyolojik olarak açıklanabilir mi?” diye düşünebiliriz.

Aslında bir taraftan da, siyasetin dizaynı açısından gerilim ve buna bağlı kutuplaşmanın iş gördüğüne inanan bir siyasal iktidarın yön verdiği yargı düzeni açısından biliyoruz ki, bu mümkündür.     

Güncel diğer önemli örnek de, Türkiye tarihinin en kanlı saldırısı olan 10 Ekim Ankara Katliamı’na ilişkin olarak açıklanan gerekçeli karar. Bu kararla, ortada bir sürü delil ve müfettiş raporları olduğu halde devletin ihmal ve sorumluğu görmezden gelindi. 

642 ile 653 sayfaları arasındaki 11 sayfalık bölüm, 872 sayfalık gerekçeli kararın kalbini oluşturuyor. Mahkemenin olayı, neden “İnsanlığa karşı işlenmiş suç” değil de, “Anayasal düzeni değiştirmeyi amaçlayan suç” olarak gördüğünü anlattığı bu bölüm, tüm karar metninin temel felsefesini de özetliyor. Mahkeme bu tezini aslolarak, sanıkların sadece belirli bir kesimi değil, devletin güvenlik güçlerini de hedef aldığı gibi birkaç örneğe dayandırıyor. 

Bu karara ilişkin yorumunu sorduğum 10 Ekim davası avukatlarından İlke Işık’ın yanıtı şöyle: “Kararda, ‘İnsanlığa karşı suç olarak kabul edilmeli bu katliam’ diyerek ortaya koyduğumuz tartışmaya bir yer ayrılmış, bu açıdan biz katılan vekillerine de doğrudan cevap verilmiştir. Ancak bu tartışmada IŞİD’in ülkede ve dünyanın dört bir yanında insanlığa karşı suç işleyen cihatist, barbar bir örgüt olduğu gerçeği, siyasal iktidarın bu örgütün örgütlenmesi konusundaki müsamahalı tutumu bilerek, istenerek es geçilmiştir. Devletin sorumluluğunun üzeri tamamen örtülmek istenmiştir.”

Her üç önemli örnekte de, siyasal iktidarın hedefleriyle uyumlu kararlar görüyoruz. Bu da, tek tek davalara sahip çıkmak kadar, o kararların alındığı siyasal ortamın demokratikleştirilmesinin, yani siyasetteki güçler dengesinin değiştirilmesinin önemine işaret ediyor. Aksi durumda, sınıf dayanışmasıyla desteklenmeyen tek bir fabrikadaki grevin başarı şansının zayıflaması gibi bir gerçekle yüz yüze kalıyoruz.

En başa dönersek, devleti ve iktidarı değil, insanı öne alan bir hukuk rejiminin inşasını mümkün kılacak bir mücadele felsefesi, o kararları değiştirebilmenin yegane yolu olarak gözüküyor.   

Not: Yazının girişindeki bölüm için, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden Dr. Onur Karahanoğulları’nın ‘Marksizm ve Hukuk’ başlıklı çalışmasından yararlandım. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...