23 Şubat 2019 23:25

Ahmet Erhan bak hele

Ahmet Erhan bak hele

PAZAR
Paylaş

Aralıksız bir kanun taksimi gibi, olanla olmayan ne varsa yeniden yanıt vermek ister niyetine. Bir ovanın genişliğinden çıkmaz bir sokağın tedirginliğine her şeyi yüklenip anlatmak ister gibi.

Baktıkça görmek ve daha fazla şey görmek duygusuyla ufuk çizgisinin ötesini merak eder insan bazen. Akdeniz midir orası? Olabilir. Orada başka bir anlamı var mavinin sanki; mahcuptur mavi olmaktan. Ama batık sandallar Ege’ye ait sanki. Batık umutlar ve kıyıya vuran insanlık tarihi orada yeniden sınanır gibi. O mahcubiyet belki de Akdeniz’den kalmıştır Ahmet Erhan’a. Buruk bir gülümseme.

Ankara ezber edilmiş bir suskunluk haline yaslanır, evet. Herkes için geçerli midir bu suskunluk? Elbette değil. Suskuyu dil edinip gemisini yürütenler acıtabilir bir gülün ömrünü ancak. Kenarından ya da ortasından kırılmış cam, fark eder mi?

Kendine söylediğinin ne kadarını arkasından söyleyebiliriz ki Ahmet Erhan’a mesela? Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi’nde ya da Resimli Ahmetler Tarihi’nde kendisiyle nasıl dalga geçtiğini okumayan mı var? Okumayanlar için James Dean şiiri geçerli hâlâ; canı sıkılmayanlar grubuna dahil onlar. Neşeli şarkı dinlemek onlara dahildir biraz da.

Bir defterin kenarına yazılan notlar gibi şiir olmak için zamanını bekliyor sözcükler. Savrulan rüzgâra sormalı, tenha sokaklarda kalabalık dolaşan insanlar verebilir bunun yanıtını belki. Dağın üstünden doğan ay ışığının sesinde mi konaklar ölmüş bir şairin geçmişi?

Zaman çözmüyor bazen. Hamlet’te mi geçiyordu? Shakespeare “Amansız derde ya amansız deva bulacaksın, ya hiç dokunmayacaksın.” gibi bir şey mi yazmıştı? Şebnem İşigüzel yeni romanı İyilik’e almış bu cümleyi, oradan arakladım. Ahmet Erhan’ı tarif etmek için daha ne söylenebilir ki?

Ülker Sokak’ta külüstür balkonundan bakıyor hâlâ. Gülümsüyor mu? Sanmam. Onca yokluğun ve yoksulluğun gülümsetecek nesi ola ki? Değilse bu kadar dolu ve hayatın gerçeğiyle çarpışan şiirler yazılabilir miydi? Her gün karşılaştığımız insanlar onun şiirinde gün yüzüne çıkarken onlarla tanış olduğumuzu sezdiğimiz anda başlıyor şiiri belki de.

KENAR MAHALLEDE BİR PAZAR GÜNÜ

Bir yanıyla ölen dostlarımızla var ediyor, onlardan kalan anılarla çoğaltıyoruz kendimizi. Bunu yaparken onların kendini rezil ettiği anları başkalarıyla paylaşmaktan mutluluk duymasak da o anda kendimize biraz daha geniş alan açma çabasına engel olamıyoruz maalesef. Orada işte yoksul bir mahallede geçiyor oysa şiir. Bir işçi mahallesidir orası. Sabahın yüzünü öpen avlularından bahseder. Evden kaçıp kahveye gitmenin telaşındadır erkekler, radyodan müzik yayılır damarlarımıza. Kentin kustuğu ve olabildiği kadar kenara attığı insanların sesi yükselir orada. Çocuklar sahne alır. Kaynatılmış çamaşırlar asılıdır iplerde, “bayrakları gibi fukaralığın”.

Orada bütün bir hafta vardiyayı geride bırakmıştır ve kendine ait bir günü yaşamanın sakinliğini kurcalar insanlar işte. Ötesi yok. Uzayıp gider portakal bahçeleri, buna “portakal denizi” demeyi tercih eder Ahmet Erhan. Şiir Ankara’yı çağrıştırır gibidir; ama keçisi ve ihanetleriyle ünlü başkentte “portakal denizi”nin olmadığını, olsa olsa bu şiirin Mersin’de geçen çocukluğundan şaire kalan bir armağan olduğu düşünülebilir ancak. Gazoz fabrikası duruyor mudur yerinde, o mahalle halkı hangi fabrikaya sürgün edildi acaba?

Bir kadeh rakının kırk yıl hatırı olduğunu ondan öğrendik ve gömleğine bulaşan portakal lekesinden bize yadigâr şiiri kaldı. Belki de Sinoplu bir balıkçı yazdı onun şiirlerini. Zafer Çarşısı’nın izbe dükkânlarında kalan ayak izlerinde birikti toz. “Büyük Ekspres Kuşağı”nın en bıçkın şairi olarak anılacak daima. Ülker Sokak’tan bir tünel kazarak kaçtığı Silivri’de adına bir park var nicedir. Çocukların sesleri, yaşlıların yorgunluğu dinleniyor orada. Beylikdüzü’nün rüzgârında tarıyor saçlarını durup dururken ve akan sümüğünü ceketinin koluna siliyor metrobüs karmaşasına bakarak. Hızlı trene yetişseydi, zuladan içtiğini de anlatırdı arkadaşları, çaktırma.

Olmadık mevsimleri seven şair Karşıyaka Mezarlığı’nda, kaç kiraz mevsimi geçti içmiyor mermerin altında; Ankara ona böyle yakışıyor demek.

“Şeytan Şapalağı” başlıklı şiirinde bir selam göndermişti Levent Karataş kendisine. “Gerçi dünyadan semazen Ahmet Erhan geçer; Ankara’dan ölüm-gurbetine”

Başkaldırıya çağırmıştı şairleri! Bak heleee…

Kenar mahallede bir Ahmet Erhan böyle öldü, nasıl yaşar kim bilir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...