09 Şubat 2019 23:10

Ölenin ardından istenen adalet: Riyakar tepkinizi iade ederim

Ölenin ardından istenen adalet: Riyakar tepkinizi iade ederim

Fotoğraf: Facebook

PAZAR
Paylaş

Zaman aşımına uğramış bir anım var. 

Otobüsle okula gidiyordum. Yanımda bir kadın arkadaşım daha var. Bir sıcaklık hissettim vücudumda. Refleks olarak elimi arkama attım ve bana dokunan, avuçlayan adamı bileğinden yakaladım. O sırada otobüs durağa girdi ve kapıyı açtı. Adam, bileğini elimden kurtardı. Kapıya ilerlemeye çalıştı.

Kapıları kapatın diye bağırdım.

Şoför panikle kapı düğmesine basıyor olmalıydı, kapı bir açılıp bir kapanıyordu. O arada atladı adam caddeye, ikinci açılmada ben. Çapa Tıp Fakültesi önünde arabaların üzerine doğru koşuyordu adam. Arkadaşım adamın bacaklarına doğru atladı, yakalayıp yere düşürdü.

Koca bir bulvarda, arabaların önünde adam yüz üstü yerde yatıyordu artık, ben “şerefsiz!” diye bağırıyordum. Adamın kollarını sırtına doğru büktüm, dizimle sırtına bastım. İnsanlar arabalardan inmişti. Arkadaşım bağırıyordu: “Telefonu olan polisi arasın!”

O sırada üniversitenin güvenlik kulübesinden 2 polis geldi koşarak, “N’oluyor?” dediler. Otobüste taciz, dedim sadece.

Adamın kolları yine sırtına bükük şekilde iki taraftan tutup kaldırdılar. “Gel kardeşim, önce bir trafiği açalım” dediler.

Kardeşim lafını adama demediler, bana dediler. Adam “Karım var, çocuğum var, affedin” dedi. Bana demedi, bunu polislere söylüyor. Zarar verdiği benim, özrü yolladığı yer polisler. Lan bir de karım, çocuğum diyorsun, şerefsizlik katsayın artıyor.

“Ben bir şey yapmadım” demeye başladı. Nasıl yapmadın hıyar? Elini, kendimden sökmek için bileğine tırnağımı geçirdim ben?

O sırada polislerden biri dedi ki; bak bacım, bu iş başımıza çok geliyor. Biz adamı paketleyip götürüyoruz karakola, ifadede korkuyor kadınlar, babam duyar, kocam duyar, nişanlım duyar diye. Biz de yaptığımız artistlikle kalıyoruz öyle. Sen kararlısın kesin değil mi?

Kararlıydım. O sırada iki genç geldi yanımıza. “Geçmiş olsun” dediler: “Biz olayı gördük, şahit lazım olur diye geldik.” İnsandılar, candılar. 

Hep birlikte gittik karakola. Gençten bir amir var. “Sen misin lan tacizci?” dedi adama.  “Amirim yapma etme vallaha bir şey yapmadım” diyor hâlâ. “Geç nezarete hazırlan, ben bizzat anlatacağım sana tacizi” dedi amir. Adamın dizlerinin bağı çözüldü orada. Ağlamaya başladı. Götürdüler.

Amir “Senin bu şikayetinle dava açılacak, kamu davasına dönecek. Uzun da sürecek. Ancak bilmeni isterim ki üç otuz para cezası dışında bir yaptırım olmayacak. Ama içini şöyle rahatlatabilirim. Adamın yanına gitmeyeceğim, deminki cümlemin korkusu ile bütün bir geceyi burada geçirecek. Senin yaşadığına benzer bir bulantı yaşayacak. Bir de karısını arayacağım. Tacizden bu gece nezarette tuttuğumuzu anlatacağım. Umarım güçlü bir kadındır, bizden beter verir cezasını. Yine de iyi ettin, böyle üzerine gitmek lazım bu itlerin. Yoksa yolda yürütmeyecekler sizi.”

Okula gittim, merak etmişler. Okulun politik simalarındanız o zamanlar. Kim gecikse, gözaltında sanıp panikliyoruz.

Solun her tarafından arkadaşımız var. Hepimiz kardeş gibiyiz. Bu fakülteden içeri adım attığımızdan beri öyle çok arkadaşımızın kanı sıçradı ki üzerimize, böyle canımızdan götürmeyen olayları travmaya çevirmemek gibi refleksimiz var. “Ellendim dostlar” diyorum: “Sonunda bu da oldu, beni de avuçladılar ama aldık ifadesini.”

Çok sonra öğreniyorum. Birtakım arkadaşlar buluyorlar bu tacizciyi, lakabı da Atarici Ramazan. Giriyorlar dükkanına, çıkarıyorlar adamı bilardo masasının üzerine, indir diyorlar pantolonunu. Beyaz paçalı donuyla bilardo masasının üzerinden bir bildiri okutuyorlar Ramazan’a. “Ben aşağılık bir tacizciyim. Kimsenin güvenini hak etmiyorum. Sizin etrafınızdaki kadınlara da kim bilir ne gözle bakıyorumdur. Sapıklığımı daha fazla saklamayacağım. Ben tedavi olup iyileşene kadar kendinizi ve çevrenizi benden koruyun.” 

Bir ay sonra geri gelip bakacağız Ramazan, iyileşmiş misin iyileşememiş misin, diyorlar. 1 ay sonra gidiyorlar ki dükkan kapı duvar.

Soruyorlar kıraathanedekilere, diyorlar ki karısı bıraktı gitti babasının evine, bu da sokağa çıkamaz olunca taşındı. Konuşmuyoruz biz herifle. Bilmiyoruz nerede.

Bir kadını, bir kere ellemenin bile cezası bunca ağır olabilmeliydi her vaka için. Düşünün ne şiddet var ortamda ne de mala zarar. Sadece korku ve dışlanma. Ve bir tek tacizle mahvolan bir hayat. Hak edilmiş bir mahvoluş.

Yoldaşlarımdı bunu yapan o çocuklar. O zamanın sosyalistleri, geleceğin aydını, pırıl pırıl adamlardı. O zamanlar inanırdım erkeklerle omuz omuza mücadele edebileceğimize. Kadın sorunu sınıf sorunundan ayrı düşünülemez derdim, ki buna iknayım hâlâ. Ama bizim, bir devrimi bekleyecek ömrümüz kalmadı. Kadın sorunu elzemdir, her şeyden önceliklidir kadınlar için.

Ve maalesef geçen yıllarda, acıyla tecrübe ettim ki sadece bizim işimizdir: Kadınların. Bu kavgada başrol bizim.

Bazı adamların riyakarlık akıyor artık paçalarından. Şule Çet davasında, tecavüz edilip öldürülen emekçi ve öğrenci bir kızın işi, fakirliği, giysisi, son fotoğrafındaki gülüşü, bekaret durumu, aldığı alkol, gece dışarıda olduğu saat konuşuldu. Kadın öldürüldü be öldürüldü! Bunların hiçbirinin cinayetle bir ilgisi yok. Cinayet işlendi mi işlenmedi mi? Kasti mi kaza mı? Olabilecek en fazla soru bu kadar. Yanıtları bulsan yeter.

Ama bu soruların ardında, Şule Çet için adalet diyenlerin çoğu dahil, milyonlarca adamın suçu var.

Şu cümleleri bir kez bile kurmadınız mı sanki hayatınızda?

“Kadın dediğin ortamlarda sarhoş olmamalı, erkeğe yakışıyor da kadında kötü duruyor.”

“Buraya bu kıyafetle gelinir mi neredeyse kıçı gözüküyor?”

“Göğüs dekoltesi yüzünden konuşurken yüzüne odaklanamadım.”

“Barda çalışıyormuş, geniş kadın.”

Bir maçta 3. golden sonra “Tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bak” diye sırıtmadınız mı? Yendik demek çok mu zordu da koydunuz, soktunuz, inlettiniz?

Bir kadın oyuncu iyi rol kaptığında “Yönetmenle yatmıştır kesin” demediniz mi sanki? Bir kadın ihale kazandığında “Babasının eli kolu uzun, kesin o ayarlamıştır.” diye düşünmediniz mi? Maddi durumu iyi bir adamla sadece parası için birlikteymiş muamelesi yapmadınız mı yakınınızda bir kadına?

Aldatılan kadına gidip “Boş ver, sevmediğinden değildir de erkekliğini hissetmek istemiştir” deyip aldatılan adama “Valla çok zor durum, umarım elinden bir kaza çıkmaz” diye nasihat verirken riyakar değil miydiniz?

Kadının namusuydu, erkeğin fıtratı değil miydi hep bu işler?

Bir kadının hayatını bitirmeye bir dedikodunun yettiğini, adamların ise hayatlarındaki kadınları ifşa edip gurur tablosuna dönüştürdüğünü hiç mi görmediniz?

Tacize uğradım diyen kadının sessizce yüzüne bakıp arkasından “Ya hiç de öyle adam değildir, duyunca çok şaşırdım” demediniz mi?

Aldatılan kadını, kocasını elde tutamadığı sebepler için, birlikte olduğu kadını da yuva yıkmakla yargılamadınız mı? Adamınsa mutlaka mantıklı bulduğunuz bazı açıklamaları vardı? Muhakkak ki sizin için aslında(!) iyi adamdı.

Orta yaşlı adamlar kendilerinden 15-20 yaş küçük kadınlarla birlikte olduğunda, azgın teke dediniz, aslında kötü hiçbir şey ima etmediniz. Ama bir kadın, kendinden 10 yaş küçük adamla görünse, insan içine çıkamaz hale getirdiniz. “Gecelik kiralık dairede cinayet” başlıklarındaki vurgu hiç rahatsız etmemişti değil mi? Şiddet denildiğinde kadının karşı koyabilme gücünü kafanızda tarttınız illa ki ikna olmadan önce. “Dur bir adamı da dinleyelim” derken ikna olacak bir mazeret değil miydi beklediğiniz?

Bana biriniz bile etrafta çapkınlığı ile anılan tek bir kadın arkadaşınızı söyleyebilir misiniz?

Kadınlar hep yollu oldu, erkekler flörtöz ve çapkın. Biz hep ortama uygun giyindik, çünkü bazı adamlar ve kuralları böyle buyurdu. Nefislerini durdurmak kadının vazifesi oldu, nefsine hakim olmak bile erkek için fazla yorucuydu.

Toplum içinde yüksek sesle gülmedik ki hafif meşrep sanmasınlar, hoşlandığımızı karşı cinse belli etmedik ki kolay lokma görmesinler.

Sevişmek fiili işteşti, beğenilmedi, yerine bulunan bütün diğer fiiller küfürle eşleşti. Erkeğin cinsel organına bir sürü isim takıldı, argo sözlüğünde her biri yenmekle, büyüklükle açıklandı.

Kadın cinsel organının tıbbi adı bile “affedersin”siz anılamadı.

Erkeğin bakirliği utancıydı, kadının bekareti onuru. Sanki bütün aşkları kadın, bütün sevişmeleri erkek tek başına yaşıyordu. Şimdi yalan söylemeyin, o bekareti hepiniz önemsediniz oysa kadın için hiçbiriniz, bu önemi hak edemediniz.

Kadının yaşadığı her mağduriyette, muhakkak adamınkinden büyük bir hatası ortaya atıldı, hep suçlandı.

Giymeseydi, söylemeseydi, içmeseydi, gitmeseydi, boyun eğmeseydi, karşı çıkmasaydı, alttan alsaydı, üste çıksaydı... 

Kadınlar, hep sırtında “ama”nın yükü ile yaşadı. Öyle temiz, öyle ideal, öyle zavallı ve öyle şüphesiz şekilde mağdur olmalıydı ki adamın suçu konuşmaya açılabilsin.

Şimdi Şule Çet davasının ardından, bakıyorum da bazı adamlara, öyle riyakarca adalet istiyorlar ki. Can vermiş bir kadının mağdur olduğundan şüpheleri olmadığı için rahatlar.

Oysa o davada, sanıkların, yakınlarının, avukatlarının mide bulandıran tüm cümlelerinde, hepsinin izi var.

Bu yangının yayılıp büyümesine hepsi rüzgar oldular.

Adaletin ön koşulu mu mağduriyet? Kendi hayatında adil olmayanın, erkeğe tanıdığı müsamahanın binde birini kadına göstermeyenin haddine mi düşmüş şimdi o adaleti istemek? 

Hepimiz için, hemen şimdi değiştirebiliyor musunuz kadına baktığınız o çarpık bakış açısını?

Bu toplumsal ahlak denilen illeti, önyargı ve tabuları gürz ile dalıp dağıtmadan o adalet gelmeyecek.

Can gittikten sonra, hiçbir ağırlaştırılmış müebbet, öleni geri getirmeyecek.

Bir kez daha haykırıyorum: Artık kimse ölmeden, öldürülmeden, hayatın içinde, hemen şimdi, kadın için adalet!

Ahlakınızı toplumsal yargılardan temizleyin.

Bir kadını otobüste taciz etti diye Atarici Ramazanların hayatını karartacak etikte ve cesarette yoldaşlara ihtiyacımız var.

Yapamayacaksanız, biz zaten kavgadayız, gölge etmeseniz de yeter.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...