27 Ocak 2019 00:40

Proje babandır

Proje babandır

Fotoğraf: Pixabay

PAZAR
Paylaş

Başörtüsünden sıyrılarak özgürleştiğini anlatan kadınlara, proje diyen akıl tutulmasına binaen...

Kral çıplaktır, birisi bağırır “kral çıplak.” Cesur olan odur. Biri gider bağırır kuyuya “Midas’ın kulakları eşek kulakları”, içine atamamış daha fazla. Tarih de masallar da iki kere ikinin dört ettiği doğruculuk durumlarını böyle anlatır, kıymet verir. Takiyenin popülaritesi kuşku götürmez bu topraklardaysa atasözleri, doğru söyleyeni dokuz köyden kovmakla ilgilidir.

Muhafazakar bir toplumda, başındaki örtüyü çıkarıp atmak cesarettir, hele de kazandıran değer o örtüyken. Bunun tartışılacak nesi var?

Özgürleşmeyi neyle adlandırıyorsa odur kadın için, duygulara şerh konmaz.

Endonezya’da motosiklete normal şekilde oturmaktır mesela, Suudi Arabistan’da araba kullanabilmektir, İran’da saçını açabilmek, İsrail’de hakim kararı ile boşanabilmektir. Kadın bir yerde tırnaklarıyla kazır özgürlüğünü. Acıyan yerine derman olsun diye, en yakın kazanımı nerede gördüyse, bir ışığın peşinde, çoğu zaman yıkımı göze alıp direnir kadın.

Bilmezler ne yollardan geçtiğimizi ne dikenler üzerinde yalın ayak yürüdüğümüzü, bilmezler her kahkahanın bedelini nasıl ciğerden ödediğimizi, bilmezler bizim her nefesimizin bir bedeli olduğunu.

Sıradan bir kadın yaratalım hadi şimdi, hiç de öyle muhafazakar, baskıcı bir ortama da sokmayalım hatta. Sadece bu coğrafyada yaşasın yeter.

Bir bilgisayar oyununda oynar gibi. Canı olsun kadının 50 tane, bir de erkek koyalım yanına.

Çocukken başlasın fark. Kıza “Öyle oturma, bir yerlerin görünüyor” demek icap edecek. Hani bizim için sakıncası olduğundan değil de “millet ne der” ve “ortalık sapık dolu” cümleleri ile besleyerek. Hop gitti bir can. Oğlana sünnet düğünü yaptık bu arada. Şaşaalı kostümler ve kornalarla gezdirdik, üstü açık arabalarda videosunu çektik. Anası, düğün başı yaptırdı saçlarını, baba yeni takım giyindi. Her gelen misafir öptü, tebrik etti. Oğlan hediyelere boğuldu. Canına can eklendi.

Ergenliğe girdi bunlar hatta diyelim yaşlar 18’e yakın. Kıza tembihler verdik, sakın samimi olmasın o çocukla, daha çok erken, oğlan ise eve kız atacak diye anasını alıp çay içmeye götürdü babası.

Çok canlar yakacak canım bu çocuk. Canına can eklendi, gitti bizim kızdan bir tane daha.

Kız baskette iyi ama boyu çok uzarsa evde kalır, devam etmesin, voleybolu iyi beceriyor ama o şortlar çok kısa, elalem bir şey demesin, balerin olacak gibi ama kim alır bu zamanda balerini, sesi güzel diyorlar ama sigortası yok şarkıcılığın, oyuncu desen aman hiç olmasın.

En güzeli ya memurluk ya öğretmenlik. Mühendis olup işçilerle bir şantiye şantiye de gezmesin. Doktor olsa uzmanlığı veresiye yaşı geçecek, o gece nöbetlerine hangi koca eyvallah diyecek, kendi işini kursa, genç yaşta kadına kimse güvenmez, yazar olsa karnı doymaz, gazeteci olsa sonu hayrolmaz.

Yurda verelim ama yurt necilerin? Gireni çıkanı belli miymiş? Öğrenci evi tutalım ama erkek girip çıkmasın, mahallede laf olmasın. E geçinemiyormuş çocuk, üniversiteli gencecik kız kalkıp garsonluk mu yapsın? Ya ellerse sarhoşlar? Biz, ona güveniyoruz ama ya çevresi?

Gitti mi o arada komşunun dedikodusuyla, yurdun müdiresiyle uğraşırken, harçlık için didinirken o canlar?

Erkek ise bitirdi okulu, işaretledi iş başvuru formunda “özgürce seyahat edebilirim” kutucuğunu. Kimse sormadı ona “Evli misin? Çocuk düşünüyor musun yakın gelecekte?” sorusunu.

Evlendirelim biz bunları. Kızın canı az kaldı. Erkeği yetiştirdik, biraz canından kadına versin.

Üzerindeki baskıların birazı bitsin.

Çocuk yapsınlar. Ama bakacak kimse bulamasınlar. O hamilelik, kadının kariyerinde en az bir yıllık açık yarattı. Bu arada adamın maaşı ona fark attı. O zaman evde tavizi kadın verecek. Parayı veren düdüğü çalacak. Madem bakıcıya para yetmiyor, bir süre evde durup çocuğuna bakacak. O kariyer farkı, açıldıkça açılacak. Anneanne, babaanne bakıcılığa gönüllü olduysa o başka. O zaman komün bir yaşamda, evlilik denen kurumun arasına illa ki kaynanalar girecek.

Baba bez değiştirmeyi öğrenirse, öğrendiğiyle büyük prim yapacak. “Ay babası da ne güzel bakıyor çocuğa” olacak. O bez bir günde kaç kere değişiyor bir sor bakalım, ne cevap verecek? Hangi krem pişik yapmıyor, bu bebek bir gecede kaç kere kalkıyor, emerken neden göğüs ucundan kan geliyor, ne bilecek? Bu detayları taşıma yükü hep annede kalacak, bu iş o bebeğin bir gün çocuğu olduğunda bile böyle sürecek.

Anne, el kadar bebeye adamışken kendini, millet akıl verecek: “Salma kendini, adamın aklı başkasına kaymasın, ilişkinizi canlı tut, gözü dışarıda kalmasın, kalk bir ruj sür bari bakımsız yakalanmayasın.” Araya giren sadakatsizlikte “Olur böyle şeyler, erkeklerin fıtratında var, yuvan mı yıkılsın? Sen toparlarsın, affet gitsin yoksa bir başına çocukla nasıl geçineceksin?” Mengene sıktıkça çıkacak o canlar.

Bir gün, bir şeyler olacak, düğüm kopacak. Bu en ideale yakın hayatı simüle ettiğimiz oyunda bile, canı bitecek bir gün kadının. Erkeğin canı bitince oyun bitiyor ama işte kadınınki bittiğinde atlıyorsun yeni “level”a.

Cesur kadını gazeteler yazar sanıyorlar, her kadın bir kahraman gibi dikeliyor hayatın ortasında, görmüyorlar.

Çıraklık işler vardır ya da ağır işler. Yaşın ve kıdemin ilerledikçe senden gencine devrettiğin, insanın pişme işleri. O işlerde çalışan kırklarını geride bırakmış her kadın, bir devrimi yaratıyordur elleriyle.

Sorun, hikayesini anlatsın. Yeniden başlamıştır, sıfırdan başlamıştır. Yandım dememiş, pişmeye durmuştur yeniden.

Firdevs’i anlatayım size, kupa çekiyor evlere gidip, masaj yapıyor yatalak hastalara, isteyen olursa fal da bakıyor. Parasına değil de “gönlünden ne koparsa”sına.

İlkokul mezunu, çocukken evlendirilenlerden. İlk yediği dayakta kaçıp geri gönderilince, babasının da öyle bir erkek olduğunu acıyla fark edenlerden.

“İlk 10 yıl dayaktan ölmeyince, ölsem de kurtulsam demeyi bıraktım” diyor. Bağırmayı da bırakmış. Sonunda nasılsa kimseler imdada yetişmiyor. Ne zaman ki kızına el kaldırmış adam, “İkimiz ayağımızda terliklerle fırladık sokağa” diyor. Kolundaki tek bilezikle, sıfırdan başlamış. Eksiden hatta. Şimdi kız üniversitede, mahalle sapa, ev gecekondudan bozma ama borcu bitmiş, tapusu da çıkacakmış yakında.

Al sana kahraman, al sana roman. Firdevs bunları hemen anlatmaz insana. Önce şakalar yapar, kahkahalar atar, biri derdini dökünce, boş ver der, sen kendine güven, hallederim dersen halledersin. Bak ben nerelerden geldim?

Bak Gönül’e, eşi cezaevinde, oğlanlardan birinin özel eğitime ihtiyacı var. Evlere temizliğe gidiyor. Ama benim hayatım zor demiyor, dudakları aşağıya, kaşları ortaya düşmüyor. Gülüyor yüzü. Gittiği yerden de yaptığı işten de mutluluk devşirmeyi biliyor çünkü. Kimse öğretmemiştir mutluculuk oyununu. Her şeye rağmen ayakta kalmak için kendiliğinden öğrenilir o.

Sokaktan çevir bir kadını sor bakalım N’aber? Nasıldın? Şimdi nasılsın?

İyiyim diyene kadar geçen zaman, her kadın için farklı ama illa ki hayatın bir yerinde o boşluk var.

Sıradan bir cümle kurulana kadar ne yumruklar ısırıldı, ne gözyaşları içe aktı anlamıyorlar.

Mağdurken sırtını sıvazlamak kolay kadının; ölürsen acırlar, gözün morarırsa yazık derler, kapının önüne koyar kara kışta ev sahibi, gider yardım toplarlar. Oradan topladıkları pamuklarla kendi vicdanlarını sararlar. Ama ayakta duran kadın nasıl ayakta kaldı düşünmezler.

Başına bakarlar, kıçına bakarlar, yargılarlar, ifadeni beğenmez, beyanını samimi bulmazlar.

Kadına biçilen anaç, müşfik, mazlum rolünden çıkmaya kalkmak bile can götürürken dayatılana, ezbere baş kaldırmak nice bir cesarettir anlamazlar.

Kalıpların içinde yaşamayı kabul eden mazbut bir kadın bile sevdiğinden mi sardı sanıyorsunuz o kalem gibi ince sarmaları, hobi olsun diye mi harcadı saatlerini o su böreğine, zevkine mi okuyor o indirim broşürlerini, eski perdelerden kırlent yapmak el işi niyetine mi sanki? Bir kelime takdir, bir anlık güler yüz, bir yudum sevgi, evin ekonomisine bir parça katkı içindi.

Ve o kadın yüz üstü düştüğünde, canı çıkacak sanırken herkes, hızla kalkacak, sarmalarını satacak, su böreğini seri üretime bağlayacak, o kırlentleri pazar tezgahına çıkaracak. Yeni bir seviyeye geçecek, her kaybetti sandığınızda daha da özgürleşecek. Bir kadının dünyayı yerinden oynatması için bir kaldıraç yeter. Kimsenin vermesine gerek yok, onu da kendi icat eder.

Geçen senenin bir haberinden alıntı yapacağım: 30 sene önce eşinden boşanıp İsveç’e giden ve orada yeniden evlenen Fatma İpek Alcı’nın kendi beyanıdır:

“Eşim ilk zamanlarda her işe yardımcı olurken, sonradan değişti ve artık yardım etmemeye başladı. Akrabalarımın yanına taşındım. Burada her şey problem oluyordu. Yaşadığımız yerde suç oranı yüksekti. Kadınlar, kızlar dışarıya çıkamaz olmuştu. Ben mahalleli kadınları birleştirerek, belediyeye başvurdum. Güvenlik eğitimi aldık ve geceleri kadınlar, polisle birlikte mahallenin güvenliğini sağlamaya başladık. İsveç hükümetine başvurdum kadınlar için okul açtırdım. Okuma yazması olmayan kadınların eğitim almasını sağladım. Ayrıca Türk kadınlara İsveç dil kursu açtırdım. 300 gönüllü kadına çıktı sayımız. Çocuklarımın hepsini okuttum. Kızım İsveç’te bakan yardımcısı oldu. Belediye ile iş birliği yaptım. Her hafta kadınlara kültür gezileri yaptırıyorum. Çocukların gittiği zararlı mekanlar vardı. Bunların kapanması için mücadele ettim. Hatta yapamazsın diyen partiye karşı kadınları örgütleyip, onların oy vermemesini sağladım ve seçimi kaybettirdim. 30 yıllık partiyi devirdik. Polisle iş birliğine giderek mahallemize torbacıları sokmadık. Her pazartesi polislerle toplantı yapıyorum. İngilizce kursu, örgü kursu açtım. Şimdi amacım suça itilen çocuklar ve gençler için iş yeri açmak. İsveç hükümeti iş birliğinde bunu da başaracağımıza inanıyorum. Çünkü ben doğrunun yanındayım.”

İsveç’te 2018’de Yılın Kahramanı seçilen Fatma Hanım’ı dinlediniz.

Özgürlükten yanayız, özgürleşmeye ve özgürleştirmeye devam edeceğiz.

Kadın kadındır, özgürlük hakkıdır, proje babandır.

İyi pazarlar.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa